• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0

Cumhuriyet'e kapak gibi "gerekçeli karar"

Yeniakit Publisher
2016-05-26 17:27:00 - 2016-05-26 18:09:56
Cumhuriyet'e kapak gibi "gerekçeli karar"

Cumhuriyet gazetesi yazarlarının Charlie Hebdo dergisinin Hazreti Muhammed'e hakaret içeren karikatürünü köşelerinde yayınlamalarını konu alan "aşağılama" davasının gerekçeli kararı açıklandı.

Charlie Hebdo dergisinin Hazreti Muhammed'e hakaret içeren karikatürünü köşelerinde yayınlayan Cumhuriyet gazetesi yazarları Ceyda Karan ve Hikmet Çetinkaya'nın, "basın yoluyla halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek" suçundan ikişer yıl hapis cezasına çarptırılmalarının gerekçesinde, "Sanıkların çizimi yayınlamalarının barışçıl bir yaklaşım olduğu söylenemez bilakis sanıkların yazılarında yer alan bu ifade biçimi zaman olarak uygunsuz ve başlı başına zaten bizatihi kışkırtıcıdır." denildi.

İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi Abdurrahman Orkun Dağ'ın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın çocukları Bilal ve Sümeyye Erdoğan ile Esra Albayrak ve eşi Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak'ın da aralarında bulunduğu bin 280 müştekisinin olduğu davayla ilgili gerekçeli kararında, hazırlanan iddianame, usuli bilgiler, sanık savunmaları ve müşteki anlatımlarına yer verildi.

"TAHRİK EDİLEN HUSUS DİNDİR"

"Hiçbir devlet vatandaşları arasında muayyen özelliklere sahip bir kesiminin diğer kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa öç almayı gerektirecek şiddetli nefrete yönlendirilmesine seyirci kalamaz. Suçun mağduru tüm toplumdur. Dolayısıyla toplumu oluşturan fertlerin kendilerini mağdur kabul etmesi bu nedenle hukuksal zemini olan bir yaklaşımdır." ifadesi kullanılan kararda, bu davada somut olarak tahrik edilen hususun din olduğu belirtildi.

Kararda, dinin tanımı şu şekilde yapıldı:
ÖNE ÇIKAN VİDEO

"Din, genellikle doğa üstü kutsal ve ahlaki öğeler taşıyan çeşitli ayin, uygulama, değer ve kurumlara sahip inançlar bütününe verilen genel isimdir. Arapça kökenli bir sözcük olan din sözcüğü köken itibari ile yol, hüküm, mükafat gibi anlamlar taşır.”

Dinin ansiklopedik, Türk Dil Kurumu, psikologlar, sosyologlar, tasavvuf ve din psikologlarına göre tanımlaması yapılan kararda, "Tüm bu değişen tanımlamalarda aslında genel ortak öğeler dinin doğa üstü olağanüstü bir nitelik taşıması, kendi kutsallarının olması bağlanmayı, inanmayı ve aidiyet duygusunu gerektirmesidir. Aslında tüm dinlerde ortak olan unsurlarda belki bunlardır. Yani kutsal sayma ve aidiyet duygusu. Bu kavramın tanımı eylemin nitelenmesi açısından önemlidir.”

Suçun oluşabilmesi için halkın bir kesiminin diğer kesimi aleyhine tahrik edilmesi gerektiği ve bir kesimin diğerine karşı düşmanlık duyması için kışkırtılmasının kurucu unsur olduğu belirtilen kararda, "Halkın bir kesiminin diğer kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa tahrik olmuş ve bunun sonucu olarak o kesime karşı bir suç işlemiş olması şart değildir. Kamu güvenliğinin bozulması için açık ve yakın bir tehlikenin doğmuş olması gerekli ve yeterlidir. Bu suçu soyut bir tehlike suçu olmaktan çıkarıp somut tehlike suçu haline getiren şey, suçun kanuni tanımındaki fiilin yanı sıra somut tehlikenin de gerçekleşmiş olmasıdır." ifadesi yer buldu.

"RESME DEĞİL SÖZE YER VERİLSE DAVA AÇILMAZDI"

Kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlikenin ortaya çıkmasının objektif cezalandırılma şartı olduğu ifade edilen kararda, işlenen fiil neticesinde çeşitli halk kesimlerinin bir yerde toplanması veya bunların arasında bir infialin meydana gelmiş olmasının somut olgu kabul edilmesi gerektiği aktarıldı.

Türk Ceza Kanunu'nun 216. maddesi yönünden suçun unsurlarının oluştuğu kaydedilen kararda, "Öncelikle belirtmek gerekir ki sanıklar sadece kendi köşelerinden hukuken sorumludur. Gazetenin ek olarak verdiği Charlie Hebdo seçkisinden sorumlu değildir. Kendi köşelerinde de suçun unsurunun maddi görünümünü teşkil eden şey ise işte tam olarak İslam dininin peygamberi Hz. Muhammed'in temsili olarak yer aldığı Charlie Hebdo dergisinin kapak sayfasının sansürsüz olarak yayınlanmasıdır. Eğer burada dergi kapağı tasvir edilmiş olup resimsiz olarak sadece sözlere yer verilse idi bundan dolayı ve yazı içeriklerinden dolayı dava açılmayabilirdi. Ancak maddi deliller bu çizimde yer alan İslam dini peygamberinin tasvirinin aleni şekilde gazetede sanıkların kendi köşelerinin birer parçası olarak yayınlanmasının suç konusu olarak yargılanmasını zorunlu kılmaktadır." değerlendirmesi yapıldı.

Charlie Hebdo'nun ne olduğu, saldırısının ne zaman gerçekleştiği ve saldırı sonrası batı medyasının reaksiyonunun nasıl geliştiği gibi bilgilere de yer verilen gerekçeli kararda, sanıkların yayınladıkları kapakta yer alan çizimin İslam dini peygamberini temsil edip etmediği hakkında bir tartışma olmadığı da hatırlatıldı.

"HZ. MUHAMMED NE RESİMLERE SIĞAR, NE DE HAYALLERE"

Yayın sonrası birçok ilde toplu halde basın açıklaması, toplanma, protesto olduğu yolunda bilgiler elde edildiği ve İstanbul'da çeşitli semtlerde yürüyüşler gerçekleştiğine dikkat çekilen kararda, sanıkların eylemlerinin kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması gibi gerçekleştiği şeklinde kabul edildiği vurgulandı.

Dergiye saldırının temelinde, İslami inanışa göre peygamberin bir resminin dahi yayınlanmasının kabul edilemez olduğu yolundaki gerçekliğin yattığına dikkat çekilen kararda, "Gerçekten de İslam dininin peygamberi Hz. Muhammed'in resmi hiçbir yerde yoktur. Sadece peygamberimiz değil müşrik ileri gelenlerinin de resmi yoktur. Çünkü İslami inanışa göre iman bir gayb ve kalb meselesidir. Yani gözünüzle görmediğinize inanmak vardır. Yine inanışa göre Müslüman olmak Allah'a, meleklere, ahirete inanmakla vücut bulmaktadır. Peki hangisinin resmi vardır? Diğer yandan İslami inanışa göre Hz.Muhammed'i resmetmek mümkün değildir. Çünkü o ne resimlere sığar, ne de hayallere. Sanıkların eyleminin neden tahrik oluşturduğu yolunda Hz. Muhammed'in figüratif olarak yer almasının neden Müslümanları rencide ettiğinin açıklanabilmesi önemlidir." denildi.

"SANIKLARIN ÇİZİMİ YAYINLAMASI BARIŞÇIL BİR YAKLAŞIM DEĞİL "

Peygamberin resminin kullanılması yasağının Kur'an-ı Kerim'den kaynaklandığını düşünenler olduğu belirtilen kararda, bununla ilgili sure ve hadis örnekleri verildi.

Gerekçeli kararda şu değerlendirme yapıldı:

"Bir peygamber olarak ve yaratanın övgüsüne mazhar olmuş bir insan olarak İslam inanışında peygamberin değeri ve yeri tartışmasızdır. Hz. Muhammed'in bizzat yaşayışı ve sözleri ile ortaya koyduğu sünneti İslamiyeti kabul edenler tarafından yaşanması gereken ideal hayat ve ideal davranışlar olarak kabul edilmiştir. O'nun alemlere rahmet olarak gönderildiği kutsal kitapta yazılmaktadır. Bu çerçevede inananların gözünde çok yüksek bir mertebede bulunan Hz. Muhammed'in resim ile tasvir edilmesi kabul edilemez bulunmuştur. Çünkü O'nu gerçek şanından daha düşük şekilde resmetmek inananlar nezdinde bir utanç yaratacaktır. Yine inananlara göre Müslümanların gönüllerinde hayal ettikleri bir peygamberin somutlaştırılması fikri o hayale zarar verme potansiyeline sahiptir. Olur da peygamber doğru yansıtılmaz ya da bir yanlış atıf bulunur ise bunun peygamberin yüceliğine zarar getireceği yolundaki saik ile bu konuda Müslümanlıkta artık kabul edilen bir titizlik olduğu tartışmasızdır. Öte yandan tüm büyük dinlerde peygamberlere yönelik koruyucu ve saygı içeren, sevgiyi saygı çerçevesinde sunmayı ön gören yaklaşımlar mevcuttur.

Göründüğü üzere inanışa göre Hz. Muhammed'in bilinen en güzel haliyle resmedilmesi bile kabul edilemez bir durum iken onun karikatürünün yayınlanmış olması kesinlikle retçi bir yaklaşımla karşı karşıya kalacaktır. Nitekim bin 280 müştekiden duruşmaya katılmış olanlar bu durumdaki infiali anlatmışlardır. Böyle bir yayının İslam dinine mensup birçok kişi yönünden benzer şekilde ruh hali yarattığı somut ifadelerle de mahkememizin kabulüdür. Bunun yanında bu yayının yapılmasından sonra ülkenin çeşitli yerlerinde protesto içerikli toplanmalar açıklamalar olmuştur. Bazı yürüyüşler slogan atmalar ve pankart açmalar olmuştur. Bunlar toplumsal birer harekettir. Toplumun bir kesiminin reaksiyonunu dışa vuran ruh halini yansıtan hareketlerdir. Kendisine karşı haksızlık yapıldığını düşünen dini değerlerin küçümsendiğini düşünen ve kendisi gibi düşünmeyenlere ya da inanmayanlara yönelik olarak haklılığını ispat etmek üzere eylemleri somutlaştıran hareketlerdir. Yapıldığını düşündüğü haksızlığın yarattığı tahrik altında bireyleri bir araya gelerek birlikte kendinden olmayana karşı tepki koymaya yönelten hareketlerdir. Unutulmamalıdır ki TCK 216/1. maddede yer alan suç bir tehlike suçudur. Yani sonucun gerçekleşmesi zaten gerekmez. Açık ve yakın tehlike bu davada bu şekliyle gerçekleşmiştir. Zira insanlar yayından hemen sonra 81 ilin 47'sinde ve bazı illerde birden fazla ilçede tepkilerini toplu olarak ortaya koymuşlardır. Bu durum başlı başına bir tehlikedir. Bu tehlike açıktır. Çünkü somuttur. Elle tutulur gözle görülür eylemli bir araya gelme hali vardır. Bu tehlike yakındır. Çünkü eğer bu dinsel inanışa sahip olmayanların karşı bir bildirimi olsa bu topluluklar harekete geçecektir. Onun için de tehlike açık ve yakındır. Nitekim suç tahrik edilenlerin hareketi algılamaları anında oluşmaktadır. Burada tahrik edilenler yani peygamberlerinin resmedilmesini kabul edemeyenler birçok yerde harekete geçmiş yani tahrik olmuş toplu tepkilerini dile getirmişlerdir. İşte bu toplumsal barışı bozmaya namzet açık ve yakın bir tehlikedir. Bu durumda iken sanıkların bu çizimi yayınlamalarının barışçıl bir yaklaşım olduğu söylenemez bilakis sanıkların yazılarında yer alan bu ifade biçimi zaman olarak uygunsuz ve başlı başına zaten bizatihi kışkırtıcıdır."

SİVAS, KAHRAMANMARAŞ VE MALATYA'DAKİ OLAYLAR ÖRNEK GÖSTERİLDİ

Her cezai normun uygulanacağı ülkenin değerleri ile paralel olduğu belirtilen kararda, sanıkların bu yaklaşımlarının somut davada bir defa zamanlama açısından sorunlu olduğuna dikkat çekildi.

Dinsel kökenli ani toplumsal reaksiyonların Türkiye'ye yabancı olmadığı bilgisi verilen kararda, "Örneğin 18 Nisan 2007'de Malatya'da Hristiyanlıkla ilgili kitaplar yayınlayan Zirve Yayınevi'nde çalışan kişiler öldürülmüştür. Sivas olaylarına ilişkin hafıza daha tazedir. 2006'da Rahip Santoro öldürülmüştür. 1930'da Kubilay olayı vardır. 1978 yılı Maraş olayları vardır. Yakın geçmişte ateist olduğunu gizlemeyen yazar Aziz Nesin'in İslam dinine yönelik bazı hakaret içerikli sözler söylediğinden bahisle Sivas'ta toplu halde harekete geçen insanlar Aziz Nesin'in kaldığı bildirilen oteli galeyana gelerek ateşe vermiştir. Olayda çok sayıda yazar, ozan ölmüştür. Aziz Nesin bu olaydan kurtulmuştur. Üstelik bu sözleri tam olarak nasıl söylediği bile belli değildir. Oysa anında bir reaksiyonla insanlar kendi kutsallarına yönelik hakaret yönünden toplu halde ve sonunu düşünmeden harekete geçmişlerdir. Bunlar ve daha örneklenecek birçok olay dinsel saikle ve din adına yapanlar tarafından iyi niyetli olarak yapıldığına inanıldığı şekli ile yaşanan olaylardır. Bunlar bile dinsel anlamdaki tahriklerin nereye gideceğinin bilinmezliğini ortaya koymaktadır." denildi.

Dinsel saikle hareket edenlerin sonuçtan çok sebebin doğruluğundan hareket ettikleri aktarılan kararda, "İşte bu gerekçeyle, yayınlanan çizim nedeni ile toplu hareketlerin mevcudiyeti karşısında somut bir şekilde TCK 216/1. maddesindeki suçun unsurlarının oluştuğu kabul edilmiştir. Sonuçta bu davada ülkede yaşayan halkın İslam dini yönünden kendilerini diğer dinlerden farklı gören kesimini alenen kullanılan Hz. Muhammed'e ait olduğu bildirilen çizim ile tahrik eden sanıkların bu eylemleri sonucunda kamu güvenliği açısından kamu barışı açısından açık ve yakın bir tehlike ortaya çıkmıştır. Çünkü birçok yerde tek kişilik olmayan birden fazla kişinin katıldığı tepki eylem ve hareketleri gerçekleşmiştir." ifadesi yer buldu.

"YAZININ CHARLİE HEBDO KAPAĞI İLE PEKİŞTİRİLMESİNE GEREK VAR MIDIR?"

Sanıklara olası kast hükümlerinin uygulanmasının nedenleri anlatılan kararda, "Sanıklar aslında kendi beyanlarında da Fransa'da yapılan saldırıyı kınamak terörü lanetlemek ve ölen dergi çizerleri ya da yazarları için destek olmayı hedeflemişlerdir. Bunda bir sorun yoktur. Ancak bu desteğin ya da düşünsel protestonun yöntemi sanıkları önce suçlu duruma düşürmektedir. Sanıklar birer köşe yazarıdır. Açıklamalarını tepkilerini sözler ile ifade edebilecek yeterliliğe ve entelektüel birikime sahiptirler. Nitekim her iki sanığın da yazı içerikleri okunduğunda ne söylemek istedikleri anlaşılmaktadır. Yazı ile verilmek istenen mesajı zaten vermişlerdir. Bu yazının fikirsel olarak ayrıca Charlie Hebdo kapağı ile pekiştirilmesine gerek var mıdır? Olağan bir kabul ile aslında yoktur. Fakat bu bir tercihtir ve sanıklar tercihlerini kapağı da koymaktan yana kullanmışlardır." değerlendirmesi yapıldı.

Gerekçeli kararda, dinsel tahriklerin ne gibi toplumsal ya da kitlesel olaylara sebebiyet vermiş olduğunun sanıklar tarafından mevcut mesleki birikimleri çerçevesinde bilindiği ve köşe yazısında dergi kapağının yayınlanmasının verilmek istenen mesaj için zorunlu bir parça olmadığının aktarıldığı kararda, şu ifade kullanıldı:

"Sanıklar o resimleri koymadan da ifade özgürlüğü çerçevesinde köşe yazılarını verebilirdi. Ve yine sanıklar eğer buna rağmen yukarıdaki mantık ile dergi kapağını koymak konusunda bir tercihte bulunuyor ise o halde onları buna iten sebebin arkasında olası kast vardır. Yani sanıklar olabilecekleri tahmin edebilecek, ön görebilecek bilgi birikimine, veri birikimine ve tecrübeye sahiptirler. Buna rağmen tercihlerini resmi koymaktan yana kullanmışlardır. Sanıklar muhtemel tepkiyi ön görmüş ancak geri adım atmamışlardır. Bu ise gelecek tepkileri baştan kabullenme olduğunu gösterir.

İşte bu gerekçe ile mahkememizce sanıklar yönünden TCK 21/2 madde uyarınca olası kast hükümleri uygulanmıştır. Olası kast için oran belirlenirken de kastın ağırlığı ve suçun niteliğine göre alt sınırdan uzaklaşıldığına göre bununla orantılı bir değerlendirme yapılmıştır."

"MAHKEMENİN BİLGİ BİRİKİMİ DEĞERLENDİRME İÇİN YETERLİ"

Duruşmalarda, dosyanın bilirkişi olarak Diyanet İşleri Başkanlığı'na gönderilmesi ile buradan görüş alınmasının istendiği, yoğun taleplerin reddedilmesi üzerine bazı müştekiler tarafından hakimin reddedilmesi boyutuna gelindiği bilgisi de verilen kararda, "Mahkememizce tek bir bakış açısının yer almaması amacı ile dosya bilirkişi sıfatı ile bu kuruma gönderilmemiştir. Onun bildireceği hususlar konusunda mahkememizin bir ön görüsü mevcut olup bildirilecek hususlarda mahkememizin mevcut deliller, açıklamalar, bilgi birikimi ve toplumsal yapı özümsemesi ile zaten bir değerlendirme yapabileceği takdir edilmiştir." denildi.

Kararda, şu değerlendirme yapıldı:

"Unutulmamalıdır ki hakimler sadece hukuka ve vicdana uygun karar vermezler. Onların temel hareket noktası, eylemin tanımlanması ve cezanın bireyselleştirilmesi aşamasında ortaya çıkan toplumsal yapı ve ihtiyaç kavramlarının içselleştirilerek doğru yere varma amacıdır. Hiçbir hakimin içinde yaşadığı toplumdan koparak farklı hareket etme hakkı ve lüksü yoktur. Bu mantıkla içinde yaşanılan toplumda İslam peygamberinin resminin görüntüsünün olmaması bunun belli dinsel dayanaklarının mevcut olması ve Müslümanlar tarafından bunun genel kabul gören mutlak doğrulardan biri olarak hem kabul edilmesi hem de bu doğru çerçevesinde eylemli olarak yaşanıyor olması mahkememiz tarafından dikkate alınmıştır.

Mahkememiz içinde yaşanılan toplumda büyük kesimi oluşturan İslami dinsel topluluğunun inançlarına, doğrularına saygı duymakla yükümlü olup bu realiteyi de görebilecek yeterliliktedir. Bilirkişi kurumu ancak mahkemenin bilgisi olmayan teknik hususlar da zorunludur. Ara karar ile Diyanet İşleri Başkanlığı'nın tek taraflı bir bakış açısı sergileyebileceği yolundaki düşüncelerden de kaçınılması gerektiği değerlendirilmiştir."

Sanıklara ceza verilirken alt sınırdan uzaklaşıldığı, sanıkların suçu işleme zamanlarının öncelikle suçun işlenme şekli ile birlikte alt sınırdan uzaklaşmayı gerektiren esaslı sebep olduğu belirtilen kararda, sanıkların suçu kastla aleni işledikleri gerekçesiyle artırım yapıldığı da dile getirildi.

"NEDEN İNDİRİM UYGULANMADI?"

Mahkemenin gerekçeli kararında, cezalandırılan sanıklara indirim uygulanmamasının sebebi de şu şekilde anlatıldı:

"İndirim mecburi değil takdiridir. Böylesine kitlesel hareketlere sebebiyet verecek ve tahrik olan kitlelerin kutsal saydığı bir hususta sanıkların üzgün olduklarını gösteren en önemli delil bu üzüntünün, bu pişmanlığın uygun bir şekilde ifade edilmesidir. Ancak sanıklar tarafından bu gerçekleştirilmemiştir. Sanık Hikmet Çetinkaya, 'her türlü teröre karşı olduğunu kaldı ki yer verdiği çizimin Hz. Muhammed olduğuna inanmadığını' söylemektedir. Sanık Ceyda Karan'ın hareket noktası ise, 'herkesin bir diğerinin inancına ve ifade özgürlüğüne saygı duyması gerektiği'dir. Dolayısıyla kendisinin de bu ifade biçimi karşısında saygı görmeyi hak ettiğini aslında söylemektedir. Ancak bunlar temelde sanıkların yaptıkları eylem nedeni ile nedamet içinde olduklarını gösteren şeyler değildir. Bu durum özellikle gerekçede bildirilerek sanıklar için takdiri indirim nedenleri uygulanmamıştır."

Sanıkların yargılamada pişmanlık göstermemeleri nedeniyle erteleme veya hükmün açıklanmasının geri bırakılması yoluna gidilmediği de belirtilen kararda, "Sanıkların pişmanlığa dair bir belirtileri yoktur. Haklı olduğunu söylemek ve buna inanmak ayrı, pişmanlığını bildirerek eylem ile rencide olanların duygularına bir miktar hitap etmek ayrı şeylerdir. Unutulmamalıdır ki bu eylemde inançları nedeni ile rencide edildiğine yasanın karar verdiği bir kitle vardır. Müştekiler bunu duruşmalarda açıkça dile getirmiştir. Özür beklediğini söylemekle birlikte sanıkları İslama ve kendilerince İslamın barışçıl yanına davet edenler dahi olmuştur. Zaten sanıklar da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını talep etmemişlerdir." denildi.

AİHM'İN 3 ADIM TESTİ UYGULANDI

Kararda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) cezalandırma kriteri olarak kabul ettiği, 3 adım testinin uygulandığı bilgisi verilerek, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne göre hiçbir ifade hakkının sınırsız ve sonsuz şekilde kullanıma hazır olmadığının bilindiği hatırlatıldı.

"Bu davada sanıkların eyleminin cezalandırılması ile toplumsal barışın ve kamu düzeninin korunması hedeflenmektedir." denilen kararda, sanıklara verilen cezanın orantılı olduğu, cezayla ifade özgürlüğünün özüne dokunulmadığı ve cezayla eylem konusunun toplumsal barışın bozulmaya aday halinin önlenmesine çalışıldığı aktarıldı.

İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi, 28 Nisan'da verdiği kararla Cumhuriyet gazetesi yazarları Ceyda Karan ve Hikmet Çetinkaya'yı "basın yoluyla halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek" suçundan ikişer yıl hapis cezasına çarptırmış, "halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılamak" suçundan ise beraatlerine hükmetmişti.

Kararda, sanıkların pişmanlık duymaması nedeniyle taktiri indirim yoluna gidilmediği, haklarında olumlu bir kanaat oluşmadığı için de erteleme hükmü kurulmadığı bildirilmişti.

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23