Osmanlı padişahlarının bir kısmında müneccimlere ve nefesi kuvvetli hocalara karşı büyük bir eğilim vardır. Padişahlar içerisinde bu işlere en fazla önem verenlerden biri de Sultan İbrahim’dir. Sultan İbrahim çocukluğundan itibaren sıkıntılı günler geçirmişti. Bu yüzden tahta çıktığında psikolojik durumu iyi değildi.

Bu sıkıntılarını gidermek ve erkek evlat sahibi olabilmek için birçok üfürükçü ve müneccimi sarayına doldurdu. Ancak bunların içerisinde hiç kimse ileride Cinci Hoca lakabıyla anılacak, Hüseyin Efendi kadar meşhur olamadı. Safranbolu’da doğan Hüseyin Efendi, o bölgenin meşhur bir hoca ailesinden geliyordu. İlk eğitimini babası Şeyh Mehmed Çelebi’den alırken büyücülüğü de öğrendi.

Daha sonra eğitimini tamamlamak için İstanbul’a geldi ve burada Süleymaniye Medresesi’ne devam etti. Burada öğrenciliği devam ederken, “kuvvetli nefesi” olduğu ve okuduğu dualarla her derde deva olduğu haberleri İstanbul’un her yerinde konuşuluyordu.

Medresedeki hocasının başka bir göreve gitmesi üzerine geçimini sağlamak için kendisini tamamen sihir işlerine verdi. Bu durumu medresede hoş karşılanmadı ve Hüseyin Efendi dışlandı. Medreseden mezun olamamasına rağmen şöhreti İstanbul’un her yerine yayıldı. Bu sırada saraya gelen hocaların hiç birisi Sultan İbrahim’in rahatsızlıklarına çare bulamamıştı. Hüseyin Efendi’nin ününü duyan Kösem Sultan, oğlunun tedavisi için onu saraya çağırdı.

Artık Cinci Hoca diye anılan Hüseyin Efendi, her gün saraya gelerek kokmuş nefesiyle “Emirü’lMüminin ve İmamü’l-Müslimin”in suratına üfledi. Sultanın onun gelmesinden sonra günden güne iyileşerek, rahatlaması şöhretini iyice artırdı. Artık sarayda bir dediği iki edilmiyordu.

Padişahın katında büyük bir iltifat gören Hüseyin Efendi’ye saray verildi ve 1642’de medrese tahsilini tamamlamamış olmasına rağmen Süleymaniye Medreseleri’ne hoca olarak tayin edildi. 1644 yılında dönemin en güçlü adamı Veziriazam Kemankeş Kara Mustafa Paşa’yı öldürtünce bütün ipler onun eline geçti. Anadolu kadıaskeri oldu. Hakkındaki iş takipçiliği yaptığı ve rüşvet aldığı gibi iddialar yüzünden bu görevden dört defa alındı, ancak her defasında geri geldi. Bazen İstanbul dışına sürüldü ise de, bir yolunu bulup padişahın affıyla geri döndü.

Artık Cinci Hoca diye anılan Hüseyin Efendi, sultanın gözdelerinden Şekerpare Kadın ve Yusuf Paşa ile işbirliği yaparak devlet yönetiminde etkili birisi olmuştu. Devlet kadrolarına yapılacak tayin veya azillere karıştı. Girit seferinin açılmasında dahi etkili oldu. Kendisinin denetiminde olan medrese hocalıklarını ve kadılıklarını rüşvetle sattı. Hatta bazı görevler için açık artırma düzenledi. Bu sayede büyük bir servet sahibi oldu.

Cinci Hoca’nın talihi Sultan İbrahim’in ölümü ile değişti. Yeni padişah IV. Mehmed’in tahta çıkması dolayısıyla askere verilecek para hazinede olmadığı için devrin veziriazamı Sofu Mehmed Paşa, ondan 200 kese, yani 8 milyon akçe istedi. Fakat Cinci Hoca bunun 15-20 misli fazla bir servete sahip olmasına rağmen buna yanaşmadı. Bu hareketi ile aslında kendi ölüm fermanını imzalamıştı.

Çevresi durumun kötü olduğunu belirtip, Cinci Hoca’yı bu parayı vermesi için uyarınca bir miktar ayarı düşük para vermeye razı oldu. Ancak iş işten geçmişti. Bu davranışına kızan veziriazamın emriyle Çavuşbaşı Abdülfettah Ağa, adamlarıyla Cinci Hoca’nın evini bastı. Onların gelmesi üzerine evinin damından atlayıp, komşusunun evine sığınan Hüseyin Efendi yakalandı.

Parasının yerini söylemesi için dövüldü. Yediği dayağa rağmen istenilen parayı vermeye yanaşmıyordu. Bunun üzerine evi arandı, yüzlerce kese akçe, altınlar, mücevherler, kürkler bulundu. Onun bütün resmi evrakı incelenerek yediği rüşvetler ve usulsüz aldığı paralar hesaplandı. Nakit parası 3 bin kese, yani 120 milyon akçe olarak belirlendi. Sakladığı diğer paraların yerini söylemesi için, devrin meşhur celladı olan ve Sultan İbrahim’i de öldüren Kara Ali tarafından işkenceye alındı. İşkence sonucunda sakladığı yüzlerce kese parası bulundu.

Cinci Hoca’nın servetinin büyük bir bölümü ayarı düzgün paralardan oluşuyordu. O devirde bu şekilde para bulmak çok zordu. Cinci Hoca’nın servetinin bir kısmı askere cülûs bahşişi olarak dağıtıldı. Bu paralar halk arasında “Cinci akçesi” diye anıldı. Ancak düzgün ayarlı bu paralar bir süre sonra devlet tarafından toplatılarak, darbhanede eritilip, içindeki gümüş oranı düşürüldü. Cinci Hoca’nın servetinin tamamına devlet tarafından el konulmamıştı. Süleymaniye Vakfı’ndan haksız yere aldığı 1.200.000 akçe bu vakfa iade edildi. Karısına, mihr-i müecceli olan 1000 altın verildi.

Bir süre hapsedilen Cinci Hoca, manevi gücünden korkulduğu için Osmanlı’nın Afrika’daki en uzak bölgesi olan Habeş Eyaleti’nin İbrim Sancağı’na sancakbeyi olarak tayin edilerek İstanbul’dan uzaklaştırılmak istendi. Bu görevine giderken Karacabey civarında romatizması yüzünden gidemeyeceğini belirtip, geri dönmek için izin istedi. Kırım Hanı’nın da aracı olması üzerine geri dönmesine müsaade edildi. Ancak yıllarca topladığı servetini kaybetmeyi kabullenemiyordu. Her yerde mal ve paralarının haksız yere gasp edildiğini, servetinin ancak onda birinin padişahın hazinesine girdiğini, kalanın veziri azam ve diğer ilgililerce cebe atıldığını söyledi. Adamları da her tarafta ileri geri konuşuyorlardı. Bu durum devlet adamlarına rahatsızlık verdi ve Kasım 1648'de öldürüldü.