XVIII. yüzyıldaki Osmanlı-İran mücadelesinin en ilginç yönü askeri mücadeleler değil, mezhep tartışmalarıdır. XVI. yüzyıldan itibaren iki devlet arasındaki mücadeleler sonunda Osmanlılar, yapılan antlaşmalara tebarriliğin menini koydurmuşlardı.

Tebarriliğin meni, İran’daki dini mekânlarda Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ayşe’ye kötü laf söylenmesinin engellenmesidir.

Nadir Şah, İran’da hakimiyet kurduktan sonra burada geleneksel Şia anlayışını sona erdirmiş ve İran’ı Caferiliğe geçirmişti. Caferilik, Şiiliğin Sünniliğe en yakın olan mezhebiydi. Nadir Şah, Osmanlılar’a karşı üstünlük sağladıktan sonra yapılan barış görüşmelerinde toprak taleplerinin yanısıra, değişik bazı isteklerde de bulunmuştu.

Bu istekler şunlardı:

1- İran hacıları için bir emir-i hac tayin edilmesi.

2- Caferiliğin beşinci mezhep olarak kabulü ve Kâbe’de mezheplerine bir rükün tahsisi.

3- Osmanlılar’ın İsfahan’da, İranlılar’ın İstanbul’da bir şehbender (konsolos) bulundurması.

İranlı elçiler, 1736 yılında bu isteklerle İstanbul’a geldiklerinde Osmanlı devlet adamları toplanarak mezheple ilgili talepleri tartıştılar. Daha sonra iki devlet heyetleri arasında sekiz toplantı yapıldı. Osmanlı heyetinde, daha sonra sadrazam olacak Koca Ragıb Paşa da vardı. Ragıb Mehmed Paşa, bu mezhep tartışmalarını Tahkik ve Tevfik isimli eserinde anlatır. 24 Eylül 1736 tarihli son görüşmede müzakereler bir sonuca bağlanarak, bir antlaşma imzalandı.

İran hacılarına İran kökenli bir emir-i hac tayini ve şehbender bulundurulması maddelerinde anlaşılmıştı. Ancak Osmanlı uleması Caferiliğin beşinci mezhep olarak tanınmasını kabul etmemişti. Bu meseleleri İran uleması ile müzakere için Osmanlı ulemasından iki kişinin İran’a gönderilmesine karar verildi. Nadir Şah, yeni bir antlaşma için 1741’de İstanbul’a bir elçilik heyeti gönderdi.

Şah, yine Caferiliğin beşinci mezhep olarak tanınmasını istemekteydi. Ragıb Paşa bu sırada reisülküttâptı ve antlaşma masasında yine Osmanlı İmparatorluğu’nu temsil etmekteydi. Mezhep meselesi Osmanlı uleması arasında tartışılırken Ragıb Paşa, ''Hak mezhep dörttür. Lakin padişahımızın hakimiyeti altında bulunan topraklarda kadılar,
padişahımızın Hanefi mezhebinden olması sebebiyle dört mezhepten olanların davasına dahi Hanefi mezhebi üzere içtihat edip hüküm verirler. Caferi mezhebi bile tasdik olunsa yine Osmanlı memleketinde Hanefi mezhebi geçerli olur. Bu tasdik sözü çok önemli değildir. Bunun için otuz seneden beri Anadolu harap ve nice yüz bin nüfus telef ve hazine boş kaldı. Bundan başka devletin Moskov ve Nemçe (Avusturya) gibi düşmanları da sahneye çıktı ve yine Acem (İran) mezhep kavgası için sefer açtı. Kuru bir söz için böyle zaruri bir durumda şeriatın müsaadesi vardır'' demişti. Onun bu lafları üzerine Darüssaade Ağası Beşir Ağa, ''Bir daha bu sözü ağzına alma, mademki ben hayattayım, dört mezhebe Caferiliği beşinci olarak koydurtmam'' diye cevap vermişti.

Ragıp Paşa mezhep tartışmalarını anlattığı Tahkik ve Tevfik isimli eserinde, Sünni ve Şii mezhepleri arasındaki anlaşmazlıkların ortadan kalkmasını, her iki İslâm devletinin birbiriyle yakınlaşmasını ve hatta tek devlet hâlinde birleşmesine vesile olmasını temenni etmiştir. Ancak Osmanlılar, Nadir Şah’ın bu ikinci teklifini kabul etmediler. Nadir Şah da daha sonra bu meseleyi Osmanlılar’a kabul ettiremeyeceğini anlayınca, Caferiliğin beşinci mezhep olarak tanınması isteğinden vazgeçti ve 1746 antlaşması imzalandı.