Tahtını bir ayana, Alemdar Mustafa Paşa’ya borçlu olan II. Mahmud’un saltanatının hemen başlarında meydana gelen ve Osmanlı tarihinde bir başka örneği bulunmayan bir gelişme Sened-i İttifak ismiyle bilinen meşhur belgenin hazırlanmasıydı. II. Mahmud, 29 Eylül 1808’de, Alemdar’ın isteğine uyup, Rumeli ve Anadolu’nun meşhur ayanlarını Kağıthane’deki Çağlayan köşkünde huzuruna kabul etti.

Bu meşveret meclisine Serez Ayanı İsmail Bey, Bozok Ayanı Çapanoğlu Süleyman Bey, Manisa Ayanı Karaosmanoğlu Hacı Ömer Ağa, Bilecik Ayanı Kalyoncu Mustafa Ağa, Şile Ayanı Ahmed Ağa, Çirmen Mutasarrıfı Mustafa Bey ile Bolu Voyvodası Hacı Ahmedoğlu Seyyid İbrahim Ağa katılmıştı.

Ayrıca Nizam-ı Cedid taraftarı Konya Valisi Kadı Abdurrahman Paşa da bu vesileyle İstanbul’a geldi. Görüşmeler sonunda hazırlanan Sened-i İttifak’ı sadrazamdan başlayarak bütün devlet ricali imzaladıysa da ayanlardan yalnızca Mustafa Bey, Hacı Ömer Ağa, İsmail Bey ve Süleyman Bey belgeye imza koymayı kabul etti.

Ayanlarla devlet ricâlinin birbirlerine karşı hak ve mükellefiyetlerini tespit eden bu belgeye göre, merkezî hükümet ayanları kendi bölgelerinin meşru idarecisi olarak kabul ediyor ve ayanlar da padişahın emirlerine itaat edeceklerine ve gerektiği zaman yardıma geleceklerine dair söz veriyorlardı.

Bu belgenin hükümdarın hükümranlık haklarına gölge düşürmekle birlikte, ayanları itaat altına alacak bir ordusu bulunmayan devletin, bu senedle ayanlarla uzlaşıp, onları merkezî gücün içine çekmeye çalışmasının, günün şartları dahilinde gerçekçi bir davranış olarak değerlendirilmesi gerekir.

Bazı araştırmacılar, Sened-i İttifak’ın, İngiltere’de kralla feodal beyler arasında imzalanan ve demokrasiye giden yolu açan Magna Carta’nın Osmanlılar’daki versiyonu olduğu görüşündedirler. Ancak böyle bir karşılaştırma her açıdan anlamsız ve mesnedsizdir. Hem kavramsal manada, hem de daha önemlisi bu iki vakayı takip eden tarihî, sosyal ve anayasal gelişmelerin seyri noktasında bu iki olgunun mukayesesini ilmi bir zemine oturtmak mümkün değildir.