600 yıldan fazla bir süre hakimiyet kuran Osmanlı İmparatorluğu, günümüz modern dünyasının şekillenmesinde önemli rol oynamıştır.

Osmanlılar’ın Rumeli fetihleri Ortodoksluğu yaşattı

Osmanlılar, XIV. yüzyılın ortalarında Rumeli fetihlerine başladığında, Balkanlar birçok devletçikler ve feodal senyörlükler hâlinde parçalanmış durumdaydı. Duşan’ın kurduğu Sırp İmparatorluğu’nun zayıflamasından sonra kuzeyde Macaristan, batıda ve güneyde ise Venedik siyasî parçalanmadan istifade ederek Balkanlar’da yayılma politikası güdüyorlardı. Bu iki devletin siyasî ve askerî hakimiyeti beraberinde Katolikliği de getiriyordu. Her ne kadar Balkanlar’ın Ortodoks halkı bu iki devletin
hakimiyetini benimsemiyorsa da direnecek siyasî ve askerî güçleri yoktu.

Katolik olmaya mahkûm gibiydiler. Osmanlılar’ın, Venedik ve Macaristan’ın Balkanlara yayılmasını engelleyip kendi hakimiyetlerini kurmaları, Balkanlar’da Ortodoks mezhebinin yaşamasını sağladı. Ayrıca Osmanlılar’ın millî kiliseleri desteklemesi Ortodokslar üzerindeki Helen hakimiyetinin sona ermesine sebep oldu. Örneğin Sırp Millî Kilisesi, XVI. yüzyılda Sokollu Mehmed Paşa’nın desteği ile kurulmuştu. Balkanlar parçalanmışlıktan kurtulup büyük bir imparatorluğun parçası hâline gelince ekonomik açıdan da gelişme gösterdi. Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan’da birçok şehir, huzur ortamına kavuşmaları sebebiyle büyüyüp, gelişti.

Avrupa milli monarşileri yok olmaktan kurtuldu

Osmanlı İmparatorluğu’nun Modern Avrupa’nın şekillenmesinde önemli etkisi vardır. Kanuni Sultan Süleyman zamanında doğu sınırlarının fazla tehdit almaması ve Avrupa’da gelişen şartlar sebebiyle asıl hedef batı olmuştu. Bu dönemde Habsburg İmparatorluğu akrabalık bağlarıyla Avrupa’nın önemli bir kısmında hakimiyet kurmuştu. İtalya, İspanya, Avusturya, Almanya, Macaristan gibi ülkeler dolaylı veya direkt olarak Habsburg İmparatorluğu’na bağlıydılar. Habsburglar’ın önünde direnen tek güç Fransa ve İngiltere'ydi. Osmanlılar’ın Avrupa’daki bu mücadeleye karışmaları siyasî dengenin yeniden kurulmasını sağladı. Fransa, Hollanda ve İngiltere gibi millî monarşiler, Osmanlılar’ın, Habsburglar’a karşı mücadeleye girmesiyle hayat hakkı bulabildi. Nitekim 1532’de Fransa Kralı Fransuva, Venedik elçisine “Şarlken’e karşı Osmanlılar sayesinde güvence altında olduğunu” söylüyordu. Osmanlılar, Fransa’yı asker göndererek, para vererek veya ticarî ilişkilerle Habsburglar’a karşı kuvvetlendirdiler.

Kanuni 1533 yılında Fransa Kralı’na, Şarlken’e karşı İngiltere ve Alman prensleri ile bir ittifak yapması için 100 bin altın göndermişti. 1569’da Fransa’ya verilen ticari imtiyazlardan sonra 1580’de İngiltere,1612’de de Hollanda, Osmanlı İmparatorluğu tarafından verilen kapitülasyonlar ile desteklendi. Venedik’in Doğu Akdeniz’deki ticarî hakimiyeti Osmanlılar’ın verdiği destek ile Fransa ve İngiltere’ye geçti. İngiliz ve Hollandalılar, Osmanlı gemilerini kullanarak, Karadeniz ticaretinde de Venedik’in yerini aldılar.

Osmanlı topraklarında ve nüfuz bölgelerindeki ticaret bu ülkelerin ekonomik açıdan kuvvetlenip, büyümesine sebep oldu. İngiliz ve Fransızlar’ın gerek imparatorluk topraklarından aldığı hammaddeler, gerekse ülkelerinde imal ederek Osmanlı ülkesinde sattıkları ürünler Kapitalizm’in gelişmesinde önemli rol oynadı. Halil İnalcık, Osmanlılar’ın farkında olmadan, modern kapitalizmin yükselmesini sağlayan Avrupa ekonomik sisteminin bir parçası olduklarını belirtir.

İngiltere Osmanlı’dan yardım istedi

Osmanlı Padişahı III. Murad devrinde Avrupa’nın en uzak ülkelerinden İngiltere ile ilişki kurulmuştu. İngiltere, Habsburglar’ın İspanya kanadı tarafından işgal edilmek üzereydi. İngilizler, Fransa örneğinden hareket ederek Habsburglar’a karşı direnebilmek için tek şanslarının Osmanlı İmparatorluğu’ndan yardım almak olduğunu anlamışlardı. III. Murad devrinde Osmanlı İmparatorluğu ile ilişkiye geçerek, İspanyol donanmasının İngiltere’yi işgalini engellemek için yardım istediler. Bunda da başarılı oldular.

İnglitere Türk donanmasının yardımıyla İspanyol işgalinden kurtuldu. Birkaç yıl önce İngiltere’nin saygın gazetelerinden “The Guardian” birinci sayfadan “İspanyol donanmasının mağlup edilmesi için Sir Francis Drake’e değil Türkler’e teşekkür etmeliyiz” başlığıyla verdiği haber, dört asır önce yapılan bir yardımın İngilizler’e neler kazandığının yeni anlaşıldığını gösteriyordu. Kraliçe Elizabeth’in askerî danışmanı Sir Fracis Walsingham, Temmuz 1588’deki İspanyol işgal teşebbüsünden önce İstanbul’daki İngiltere elçisine bir mektup göndererek, İspanyol donanmasının dağıtılması için Türk donanmasının harekete geçirilmesini istemişti. İngiliz elçisi Harborne’un faaliyetleri ve Osmanlı siyaseti uyarınca harekete geçen Türk donanmasının Akdeniz’deki manevraları İspanyol donanmasını dağıttı.

Fransa’nın kuzeyinde Calais açıklarında 30 Temmuz 1588’de meydana gelen Gravelines Deniz muharebesi’nde İngiliz donanmasının karşısına İspanyol donanmasının bir kısmı çıkabildi. İngiliz donanmasının komutanı Sir Francis Drake de, İspanyolları rahatlıkla mağlup etti. İngiliz tarihçi Profesörü Jerry Brotton, durumu “Osmanlılar’ın manevraları İspanyol Kralı II. Philip’in donanmasını dağıttı. Artık okullarda İspanyol ordusunun neden İngiltere’yi işgal edip, Protestanlığa son veremediğini buna bir sebep daha eklememiz gerekecek. Bu da Kraliçe Elizabeth tarafından tesis edilen İngiliz-Osmanlı ittifakıydı” diye değerlendirir. İngiliz devlet adamlarından Sir Francis Walsingham, Akdes Nimet Kurat tarafından yayınlanan 24 Haziran 1587 tarihli mektubunda İstanbul’daki İngiltere elçisi William Harborne’e gönderdiği mektupta padişahı İspanyollara karşı harekete geçirmek için elinden ne geliyorsa yapmasını ve İngilizler’in iyi insanlar olduğunu anlatmasını istiyordu.

“Gönderdiğiniz 9 Mart 1587 tarihli mektubunuz hem Venedik üzerinden, hem de diğer yoldan Mayıs’ın sonlarında elimize ulaştı. Mektubunuzdan Osmanlı Sultanı ve danışmanlarıyla devam ettirilmesi gereken münasebetlerin, emirlerimiz doğrultusunda ihtimam ve basiretle yerine getirildiğini öğrendik. Hareketinizi kraliçeye arz ettiğimde, ziyadesiyle memnun kaldılar. Padişahın Hocası Saadeddin Efendi vasıtasıyla sultanın kendilerine mektup göndermesinden dolayı kraliçemiz çok sevindi. Efendimiz bu durumu devam ettirebilmek maksadıyla Hoca Saadeddin Efendi ile dostluğun geliştirilerek, devam ettirilmesini istiyorlar.

Mektubunuzda temas ettiğiniz meselelerin cevabına gelince, kraliçenin bu konudaki arzularını bildiriyorum. Osmanlı padişahı III. Murad’ın İspanya Kralı’yla antlaşma yapmaya yazdığınız suretle yanaşmamasından dolayı kraliçenin fevkalade müteşekkir kaldığını sultan hazretlerine söyleyin. Sonra, padişahı bu yolda devama ikna ile yetinmeyip, hali hazırda sultanın bütün kuvvetlerini sevk ettiği İran’dan kaçınarak, hakikatte daha çok endişe edilmesi gereken İspanyol kudretini sarsmak üzere hemen harekete geçmesinin çok lüzumlu olduğuna iknaya gayret etmelisiniz. İspanyol kudretinin tehdidi, sultana tabi Garp Ocakları, yani Kuzey Afrika beylerinin göndereceği kadırgalarla engellenebilir. Az bir masrafla yapılabilecek saldırıyla, İspanya Kralı büyük ölçüde rahatsız edilecek ki, bu durumda İngiltere’nin karışmasına bile gerek kalmayacak.

Sultana şunu da arz edebilirsiniz ki, eğer Majeste Kraliçe İspanya Kralı’na karşı hem Leicester Dükü komutasında Flander’e sevk edilen kuvvetlerle, hem de gönderilen diğer birliklerle Habsburglar’ı engellemeseydi, İspanyollar, Afrika da öyle yerleri ele geçireceklerdi ki, padişaha büyük zarar vermiş olacaklardı. Ayrıca şu konuyu da söylemelisiniz: İspanyollar, Avrupa’nın önemli bir kısmını ellerinde tutuyorlar. İngiltere ile savaşa son verir vermez, Avrupa’daki Hristiyanlar sultana karşı birleşecekler. İspanya Kralı çeşitli yollarla kraliçeye barış teklifinde bulundu, ancak şimdiye kadar barış istekleri kabul edilmedi.

Eğer Avrupa’nın diğer devletleri de İspanya’nın büyümesine karşı çıkarak, kraliçe ile işbirliği yaparlarsa, İspanyollarla barış yapılmayacak. Kraliçenin halen, İspanya sahillerine Sir Francis Drake komutasında çok iyi donatılmış ve geçen yıl Güney Amerika’daki Cartegana ve başka yerleri tahrip edip, yakan kuvvetli bir donanmayı gönderdi. Donanmamız İspanya ve Portekiz’in çeşitli limanlarına girerek kralın İngiltere üzerine göndereceği donanmanın bir kısım gemileriyle harp malzemesini imha etti. Böylece denizlerdeki İspanyol hakimiyeti zor duruma düştü. Durumu sultana bildirin.

İngiltere’nin başka devletlerin yardımına ihtiyacı olmamakla beraber, Avrupa’nın diğer hükümdarlarının menfaatleri aynı olmakla, Habsburg kudretini sarsmak için aynı şekilde hareket etmeleri gerektiğinden yardımları kraliçeye cesaret vereceği gibi, İspanya Kralı’nı da korkuya düşürecek. Sultan hazretlerini tatmin edip, harekete geçirmek işini ile Osmanlı Sarayı’nda ve Türk çevrelerinde size muhalif olanları gözden düşürmek maksadıyla yapılması gereken teşebbüsleri ve lazım gelen şeyleri açıklamak, takip etmek ve genişletmek konularını size bırakıyorum. Mektubunuzda zikrettiğiniz Kapudan Paşa’nın kraliçe hakkında sarf etmiş olduğu bir takım bayağı sözleri ihtiva eden 14 Haziran 1586 tarihli mektubunuz bana ulaşmadı.

Dolayısıyla bu konulara cevap veremeyeceğim. Sizinle barışmaya hiç yanaşmayan Kapudan Paşa’nın kötülüğü; İspanyol ajanı ve Venedik elçisi tarafından elde edilen veziriazamın kötü hareketlerinden dolayı, alınarak Osmanlı ülkesinde yapılan ticaret faaliyetlerini durdurmak istediğiniz anlaşılıyor. Fakat ticaretin gelişmesi için sarayla münasebetlerinizin daha iyi olması için Hoca Saadeddin Efendi’nin şahsında derin ve tesirli bir vasıta bulmuş olmanız nazarı itibara alınarak, gerek Majeste Kraliçe’nin hizmeti ve gerek Osmanlı İmparatorluğu’nda İngiltere’nin menfaati namına, ticarete devam edilmesini ehemmiyetli olduğunu unutmayın. Fikrinizin değişmiş olduğunu zannederim ve bu münasebetle ne düşündüğünüzü öğrenmek isterim.

Ticaretin durdurulması konusundaki görüşlerinizin kraliçeye arz edilmesinin doğru olmayacağı kanaatindeyim. Sultan hazretlerinin geçmişte bizim tebaamız tarafından gösterilen büyük hizmeti takdir etmiş olduğunu umuyoruz. Geçen yıl Sir Francis Drake, İspanyol kalyonlarını ele geçirdiğinde bütün Müslüman esirleri esaretten kurtarıp, Cezayir’e gön dermişti. Bu durumun gerek sultan, gerek Kapudan Paşa ve Türk Sarayı’nda bize iyi gözle bakmayanları bile İngilizler’i tutmasını sağlayacağını ve bundan böyle tebaamızdan hiç birine, eskiden olduğu gibi sert davranılmayacağına, jestimizin vesile teşkil edeceğine inanıyorum.

Majeste Kraliçe’nin cinsiyeti ve memleketimiz adetlerinden ve diğer bazı sebeplerden dolayı padişaha nadiren mektup göndermesinden ötürü, basireti nizle bulabileceğiniz uygun mazeretleri arz etmelisiniz. Hem padişahın tebaası ile serbestçe alışveriş yapmak, hem de sultanın en büyük ve korkunç düşmanı olan İspanya Kralı’nın kuvvetlerinin büyümesine karşı tedbir almak hususunda kraliçenin gayretlerini, sultana söyleyin. Veziriazam İbrahim Paşa’nın, Don Alvaro de Mendes’e ait ricasını Majeste Kraliçe yerine getirdi. Don Antanio’nun Don Alvaro de Mendes’e gönderdiği paket mektupla birlikte gönderildi. Her türlü dürüst vasıtalara başvurmak suretiyle Kapudan Paşa’nın teveccühünü kazanmak çok iyi olurdu.

Eğer kraliçenin şerefine halel getirmeden bunun yapılması imkânsız ise Don Alvoro Kapudan Paşa ile barışmanıza el altından bir şeyler yapabilir. Görünüşe göre Kapudan Paşa nezdinde Mendes’in itibarı büyük. Tebaamıza karşı Türkler’in teveccühlerinin artması için kraliçenin emri ile Sir Francis Drake’in, halen İspanyol deniz yollarında devam eden seferi sırasında ele geçirdiği Portekizliler’i, ceplerine para bile koyarak serbest bıraktığını, İspanyolları da Berberilere köle olarak sattığını söyleyebilirsiniz. Majeste Kraliçe, Fransa Kralı ile arasındaki dostluğu nazırı dikkate alarak, Fransız elçisi Lanscome’e karşı usulü içerisinde gereken zahiri nezaketi göstermenizi uygun görüyor. Fakat aynı zamanda İspanya Kralı’na karşı padişah nezdinde yapmakta olduğunuz teşebbüs ve vasıtalar hakkında, Fransız elçisine açılmamızı arzu ediyor. Sizi Tanrı’ya emanet ederim.

Greenwich’teki saraydan Sir Francis Walsingham

İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu’na gönderdiği elçiler, İspanyollara karşı yardım alabilmek için her türlü yolu denemişlerdi. İngiliz temsilcisi Harborne, Akdes Nimet Kurat tarafından yayınlanan III. Murad’a sunduğu arzuhalinde diplomatik üslubu bırakmış, neredeyse yalvarıyordu.

“Padişahın yüce katına arzuhal ilam olunur Saadetlü padişahım hazretleri sağolsun Devletlü ve saadetli, alemin sığındığı padişah hazretlerinin yüce katlarına kullarının arzı budur ki, İngiltere Kraliçesi ile zat-ı şahaneleri arasında mukaddes bir sulhun vücut bulması hususunda Büyük Tanrı bu kulunuzu başlıca vasıta seçmek lütfunda bulunmuştu. Bendeniz dokuz yıl önce bu görevi sadıkane bir tarzda ve isteyerek ifade ettim ki, hususuyla zat-ı şahanelerine bahşedilen kudret ve kuvvet vasıtasıyla bizim müşterek düşmanımız olan bütün putperestleri imha edeceklerini ummuştum. Zira efendim o zamanlar bütün putperestlerin başı olan İspanya Kralı ile tam bir sulh içerisinde yaşamaktayken, zat-ı şahanelerinin danışmanları, şayet kraliçe o taraftan İspanya Kralı’na karşı harbe başlarsa, Osmanlı padişahının da bu taraftan harekete geçeceğine dair mukaddesat üzerine yemin ederek söz vermiş olduklarından, bendeniz efendim kraliçe nezdinde o kadar rica ve niyazda bulundum ki, efendim İspanya ile eskiden beri devam eden sulha son vererek ona karşı karadan ve denizden kesin bir harbe başladı.

İşte şimdi savaş efendim için iyi bir şekilde üç yıldan beri devam edip gidiyor. İspanyol Kralı gerçi kendisi için müsait olmayan şartlarda defalarca sulh ricasında bulunduysa da, kraliçemiz hiçbir zaman buna yanaşmadı. Çünkü bendeniz zat-ı şahanelerinin evvelki vaatleri gereğince müthiş kuvvetlerinizi geciktirmeden İspanyol’a karşı hazırlamakta olduğunuzu, fırsat düştükçe mektuplarımda bildirerek, barış antlaşması imzalamaktan vazgeçirmeye çalıştım. Fakat şimdi ise efendim bu kadar uzun bir süre sizin harekete geçmenizi bekledikten sonra, nihayet bana karşı olan itimadı sarsıldı. Zira zat-ı şahanelerinin, tarafımdan iddia edilen hususları gerçekleştirmek niyetinde olmadığı tarzında efendime benim aleyhimde söz söyleyecek birçok düşmanım vardır. Bundan dolayı buradan geri çağrılmam hakkında mektubun gelmesini her an beklemekteyim. Geri dönünce de kafamın kesileceğini tahmin ediyorum. Zat-ı şahanelerine yapmış olduğum bu kadar büyük hizmet ve fedakârlığın mükâfatı karşılığında kellem gidecek.

Büyük Tanrı’nın adıyla masum kulunuza acımanız için yalvarırım. Eğer bu putpereste karşı var kuvvetinizi göndermek niyetinde değilseniz, ona zarar vermek üzere hiç olmazsa 60 veya 80 kadırga gönderiniz. Bu gemileri İspanyol Kralı’nın efendime karşı savaşmak için mutat garnizon kuvvetlerini çekerek boş bırakacağı yerlere, gönderiniz. Buralarda asker bulunmayacağı için, bu bölgeleri tahrip etmek ve devletinize katmak kolay olacaktır. Zat-ı şahanenizin şan ve şerefleri ve memleketinizin büyümesi namına bunu dikkate almanızı istirham ederim.

Zira efendim kraliçe, benim ricam ve zat-ı şahanelerinin vaadi üzerine İspanyol’u nefes alamayacak bir dereceye kadar sıkıştırdı. Şayet bu fırsat kaçırılacak olursa korkarım ki zat-ı şahaneleri, putperestlerin imhası için azimkâr ve bütün cihandaki hükümdarların en büyüğü olarak yaradan Tanrı’nın gazabına uğramayasınız. Efendim kraliçe bir kadın olduğu ve cinsiyeti bakımından savaşa meyilli olmaması lazım geldiği hâlde Tanrı’nın bu konudaki emrini var kuvvetiyle yerine getiriyor. Eğer size çok sadık kalan bir hükümdar dostunuzu en nazik zamanda kendi hâline bıraktığınız takdirde, sizin hareketinize bütün dünya şaşıracak. Çünkü efendim sizin vaadinize ve dostluğunuza güvenerek gerek kendi hayatını, gerek devletini büyük bir tehlikeyle attı.

Kraliçe efendim İspanyol tarafından yapılan barış teklifinin reddi üzerine, kralın papadan ve bütün putperestlerden yardım göreceğinden emindir. Efendimi tamamen imha etmek niyetinde olduğu da biliniyor. Sonra İspanya Kralı, Hristiyan memleketlerinde kendi emellerine engel olacak tek bir kuvvet kalmayınca, muazzam hazırlıklar yaparak zat-ı şahanelerinin devleti üzerine saldıracak ve yeryüzünde tek başına hüküm sürmek isteyecek. Kendisinin bunu yapacağına ve muktedir olduğu hususunda Papa, kralı yalancı övgüleri ile iknadan asla geri durmamakta.

Buna karşılık, zat-ı şahaneleri, efendim ile birlikte hakimane bir tarzda vakit geçirmeksizin bir donanma çıkarırsanız bununla Büyük Tanrı’nın buyruğu şeriatın emri ve meydana gelen fırsatın icabı, yüce Osmanlı neslinin şan ve şerefi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun muhafazası yolunda hareket etmiş olacaksınız. Bu yapıldığı takdirde mağrur İspanyol ile sahte papa ve bütün taraftarları, yalnız zafer ümitlerinden mahrum edilmekle kalmayacaklar, belki de bu tür küstahlıkların cezasını bulacaklar. Tanrı ancak kendine yakın olanları himaye eder. Sizin vasıtanızla Tanrı putperestleri cezalandıracaktır ki, arta kalanlar bizler gibi hakiki Tanrı’ya tapanlar zümresine dahil olacaklar. Hak yolunda mücadele eden bizleri Tanrı zafere ulaştıracak ve birçok nimetlere kavuşturacak.

İngiltere Elçisi

Hollanda da Osmanlı’dan yardım istedi

Hollanda’nın bir devlet olarak tarih sahnesine çıkması oldukça geç bir tarihtedir. Hollandalılar, 16. yüzyılın sonlarında Habsburglar’ın Batı kolu olan İspanya Krallığı’na karşı isyan ettiler. İsyanın başını çeken Oranje Prensi William, ilk çarpışmalarda İspanyol ordusunun komutanı Alva Dükü’nün üstünlüğü karşısında kuvvetlerini Flandr topraklarından çekip, Almanya’ya kaçtı. İspanyollar’a karşı mücadele planları yaparken, dışarıdan desteğin gerekli olduğunun farkındaydı. Fransız Protestanları olan Huguenotlar’ın ileri gelenleriyle ve Alman prenslerle temaslarını sıklaştırdı. Ancak temasa geçtiği prensliklerin hiçbirisi o dönemin en büyük iki imparatorluğundan biri olan

Habsburglar’ı durdurmaya yeterli değildi. Bu yüzden farklı bir dinden olmasına rağmen daha önce Habsburglar’a karşı Fransa ve İngiltere’ye yardım eden Osmanlı İmparatorluğu’na müracaat etti. Osmanlılar, William’a hemen yardım edemedi. Osmanlı yönetimi, 1570’te Kıbrıs’ın fethi gerçekleştikten sonra İspanya meselesini ele almayı planlıyordu. Veziriazam Sokollu Mehmed Paşa 1574 yılı başlarında yazdığı mektupta, araya 1570 Kıbrıs’ın fethi ve 1571 İnebahtı felaketi girdiğinden kendilerine yardım edilemediğini söylüyordu. Ancak o sene, yani 1574’te Tunus’a sefer düzenleneceğini ve bu mesele de halledildikten sonra ne zaman hazırlıklar tamam olup İspanya’ya karşı isyan edeceklerse, Osmanlı ordusunun da Cezayirliler ile birlikte karadan ve denizden yardım edeceğini müjdelemişti.

Lutheran taifesi ile, yani Almanya’daki Protestanlar’la gizlice haberleşip, onlarla aynı zamanda harekete geçilmesi de ayrıca tembihlenmişti. Fakat 1574’te Hollandalılar’a Osmanlı yardımı gerçekleşmedi. Buna rağmen İspanya’ya karşı bu ortak harekât projesi uzun süre gündemde kaldı. İspanya Kralı İkinci Felibe, Osmanlılar’a karşı kazanılan 1571 İnebahtı Deniz Muharebesi’nden sonra, Flandr’a olan saldırılarını sıklaştırdı. Flandr’daki asi şehirler birer birer düşüyordu. Hollandalı isyancılar, 1574’te Leiden’de İspanyol askerlerini durdurdular. 1579’da da “Utrecht Birliği” adıyla yedi vilayetten oluşan Protestan Hollanda Cumhuriyeti’ni kurdular. Güney, yani bugünkü Belçika, Katolik olarak İspanya idaresinde kaldı. Fakat İspanya’nın saldırılarının ardı arkası kesilmiyordu.

William’ı öldürene büyük ödüller vadedilmişti. Baltazar adlı biri 1584’te William’ı tabancayla Delft şehrinde öldürdü. İspanyollar ku zeyde tekrar ilerlemeye başlamışlardı. William’ın yerine geçen oğlu Maurice İspanyollar’la mücadeleye devam etti. Hollandalılar, 1590’dan itibaren yeni geliştirdikleri “fleuten” adlı gemileriyle Hindistan ve Atlantik’te ticarete önem verdiler. Seri olarak üretilen ve okyanuslarda hızla hareket eden yeni tip bu gemiler Hollandalılar’a büyük üstünlük sağlıyordu. Bu büyük ticaret potansiyeline rağmen Hollanda henüz bağımsız bir devlet olarak tanınmıyordu. Dünyanın en büyük ticaret potansiyeline sahip Akdeniz’e, kendi bayraklarıyla giremiyorlardı. Hollandalılar, Akdeniz’de Fransız ve İngiliz bayrakları altında ticaret yapıyorlardı. 1609’da İspanya ile ateşkes imzalamalarının hemen ardından Osmanlı Sultanı tarafından tanınmak ve Akdeniz’de ticaret yapabilme izni alabilmek için temaslara başladılar. 1612’de elçi sıfatıyla gönderilen genç bir avukat olan Cornelis Haga, İstanbul’a geldi.

Fakat ticaret imtiyazlarını kaptırmak istemeyen İngiltere, Fransa ve Venedik, Haga’ya karşı her türlü entrikayı denediler. Hollanda Elçisi’nin padişahla görüşmemesi için büyük rüşvetler teklif ettiler. Elçiyi himayesine alan Vezir Halil Paşa, Haga’yı kayığa bindirip Üsküdar’a geçirdi ve Osmanlı sarayında büyük itibarı olan Şeyh Aziz Mahmud Hüdayi’nin elini öptürdü. Haga’nın saygısını beğenen şeyhin tavsiyesi üzerine Haga, 1 Mayıs 1612’de Topkapı Sarayı’nda Birinci Ahmed’in huzuruna kabul edildi. Haga, Sultan Ahmed’in huzurunda, “kralımızı kulluğa kabul buyurup, gemilerimizi başka bayrakla yürütmek minnetinden bizi kurtarırsanız memnun kalacağız” dedi. Katolik İspanya’ya karşı eskiden beri Avrupa’daki mücadeleleri destekleyen Osmanlı yönetimi, Hollanda’ya istedikleri ticaret imtiyazlarını verdi. Osmanlı yönetiminin Hollanda’ya verdiği kapitülasyonlar şöyle başlıyordu: “Nederland vilayetlerine bağlı olan Gelderland, Holland, Zeeland, Ut-recht, Friesland, Overijsel, Groningen, Groningerland ve bunun yanında Doğu Hindistan’ın vilayetlerine tâbi birçok memleketin generalleri ve hakimleri akıbetleri hayırlı olsun tarafından sadakatle mühürlenen mektuplarıyla birlikte Hristiyan milletinin ileri gelenlerinden olan muteber elçileri Cornelis Haga itaati artsınh uzurumuza geldi.

Mektupları incelendiğinde nihaî gayelerinin ihlas ve samimiyetlerini arzetmek olduğu anlaşıldı. Yine mektuplarından anlaşılmaktadır ki düşman vilayetlerin gemilerinde olan Müslüman esirleri aileleriyle birlikte kurtararak vilayetlerine göndermişler ve memleketimize ait gemilere ve insanlara uzun bir zamandan beri tecavüzde bulunmamışlardır. Bu dostane davranışlarının neticesi olarak, yüksek eşiğimizle Fransa ve İngiltere arasındaki dostlukta olduğu gibi kendi tüccarlarının, adamlarının ve tercümanlarının memleketimize emniyet içerisinde malları ile birlikte gelip ticaret etmelerine izin verilmesini ve zikredilen ülkelere verilen anlaşmanın bir benzerinin de kendilerine verilmesini istedikleri bilgimize sunulduğunda istekleri tarafımızdan uygun görüldü. Elçileri Cornelis Haga ise makamımıza yüz sürerek diğer elçiler gibi eşiğimizde elçilik hizmetine tayin edilmiş ve ülkemizdeki iskelelere konsoloslar tayin etmeye yetkili kılınmıştır.

Hollandalılar antlaşmadaki şartlara sadık kaldıkları müddetçe, yeri ve göğü yaratan Allah’ın hakkı, ecdadım ve babamın ruhu için biz de bu anlaşmaya uygun olarak hareket edeceğiz ve ona aykırı bir davranışta bulunmayacağız.” Daimi elçi olarak uzun yıllar İstanbul’da kalan Haga iki devlet arasındaki ilişkileri hızla geliştirdi. Hollanda bağımsız bir ülke olarak Osmanlı İmparatorluğu tarafından tanındı. Bu durumu engellemek isteyen Venedik Elçisi, veziriazama verdiği notta, Hollanda’nın bir devlet değil, krallarına isyan eden asiler topluluğundan oluştuğunu söylemişti. Buna rağmen Hollanda’ya kapitülasyon verilerek ticaret imtiyazları sağlanmıştı. Bu sayede daha önce Fransa ve İngiltere bayrakları altında seyreden Hollanda gemileri serbestçe Akdeniz’de ticaret yaptılar. Kapitülasyonları almalarının hemen ardından da Akdeniz’de konsolosluk ağı
kurdular. Osmanlı topraklarında Halep, İskenderun, Kıbrıs, Mora, İnebahtı ve Eğriboz ile Venedik, Cenova, Livorno ve Sicilya’da konsolosluklar açtılar. Hollanda bir isyancı topluluğundan tanınan bir devlet haline geldi.

Hollanda’nın Katolik krallar ve Habsburglar tarafından tanınmaları çok daha sonra, 30 Yıl Savaşları’nın sonunda imzalanan 1648 Westfalya Antlaşmasından sonra gerçekleşti. Avrupa’da bağımsızlığı tanınmayan Hollanda, bu antlaşmadan 36 sene önce Osmanlı Devleti tarafından bir devlet olarak tanınmış ve büyükelçi statüsünde ülkemizde temsil edilmişti. Hollandalılar’ın Osmanlılar’dan aldıkları siyasî ve ticarî destek de bu devletin Habsburg İmparatorluğu karşısında var olmasını sağlamıştı.

Protestanlık, Osmanlılar’ın Habsburglar’a karşı saldırıları ile hayat buldu

Avrupa’da ortaya çıkan reform hareketleri de koyu bir Katolik devlet olan Habsburglar’a karşı gelişebilmesini, Osmanlılar’ın Şarlken’e karşı yaptığı askerî baskıya borçludur. Osmanlılar’ın, Habsburglar’ın Alman kanadını yıpratmaları sayesinde Protestanlık Almanya’da yayılabildi. Kanunî’nin veziriazamı Makbul/Maktul İbrahim Paşa’nın 1533’de Avusturya elçilerine karşı sarfettiği şu sözler, hem Osmanlı yönetiminin Luther ve taraftarlarını nasıl yakından takip ettiğini, hem de Osmanlı’nın kendisine ne kadar güvendiğini gösterir:

“Kayserin kendi ülkesinde bile gücü ve itibarı yok. Bir konsil toplamayı bile başardı mı? Ben, Hristiyan hükümdarları toplantı yapmaya pekâlâ zorlarım. İstersem, onu hemen şimdi yaparım. Hristiyanlar, gut hastalığı, baş ağrısı ve başka nedenler bulup gelmemek için mazeret de gösteremezler. Bir tarafa Luther’i ve diğer tarafa papayı oturtarak, her ikisinin de bu konsili yapmasını sağlarım”. Osmanlılar, Protestan ve Kalvinistleri her fırsatta desteklediler. 1552’de Kanunî, Protestan Alman prenslerine gönderdiği mektupta, o tarafa bir sefere çıkacağını ancak onların Osmanlı askerî harekâtından bir zarar görmeyeceğini söylüyor ve Papa ile Şarlken’e karşı onları kışkırtıyordu. Osmanlılar Luther ve taraftarlarıyla ilgilendikleri ölçüde olmasa da Kalvinistlerin faaliyetlerini de takip ettiler. Kalvin’in ölümünden üç yıl sonra, Türkiye’den gönderilen bir mektupta, beyaz pelerinleri ve kazakları ile Prens Conde’nin emri altında Saint-Denis’de dövüşen Kalvincilerin yiğitliği övülüyordu. Bu mektupta Osmanlı padişahı şunları söylüyordu: “Eğer bu beyazlılar benim elimde olsaydı Dünya’yı ele geçirirdim ve beni bundan kimse alıkoyamazdı”.

Avrupa’da tehdit altında olan Protestanlar Osmanlı topraklarına sığındılar. Osmanlı hakimiyeti altında bulunan Erdel, yani Transilvanya Kalvinist ve Unitarianların sığındığı en önemli yerdi. Birçok Protestan da Budin’e sığınarak dinî inançlarını burada rahatça yaşayabildiler. Nitekim Macar kökenli bir Protestan olan Sigmund Torda, Almanya’daki Protestanların önde gelenlerinden birisi olan Philipp Melanchton’a Aralık 1545’te yazdığı mektupta, ülkesinde Protestanlığın hızla yayıldığını, bu yüzden de Osmanlılar’ın Macaristan’ı fethetmelerinin Allah’ın bir lütfu olduğunu söylüyordu. Alman prensliklerindeki Protestanlara, Osmanlı hakimiyeti altındaki Macar topraklarından, burada rahat bir dinî hayat yaşadıklarına dair bunun gibi birçok mektup yazılmıştır.

Macaristan’da yaşayan Emerius Zigerius (İmre Eszeki)’un, Almanya’daki Protestanların önde gelenlerinden Matthias Flacius lllyricus’a gönderdiği mektup, bunların en ilginçlerinden birisidir. Zigerius’un “Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Protestanların, Hristiyan Avrupa’da hiç görülmeyen bir şekilde rahatça dinî hayatlarını yaşadıklarını” anlattığı mektubu Haziran 1550’de Flacius’un eline ulaştı, o da bu manzum mektubu bir önsöz ilave ederek yayınladı. Flacius önsözde “Bizim sözde Hristiyan hükümdarlar, Türkler’in Tanrı’nın sadık kulları Hristiyanlar’ı himaye ettiklerini savunduklarını, Hristiyanlık öğretisini yaymalarına ve uygulamalarına bile izin verdiklerini duyunca utançtan yüzleri kızarsın istedim. Benim burada sözünü ettiklerim Papa veya İspanyollar değildir. Kısa bir süre önce gerçek Hristiyanlığı kabul etmelerine rağmen Katoliklerin kaba kuvvetinden korkup ya da çıkar umuduyla inkâr edenlerdir. İhanet edip Hazreti İsa’yı Almanya’dan tümüyle atmak istiyorlar. Onlar Türkler’i kendilerine örnek alsınlar. Bu sözde Hristiyanlar, gerçek Hristiyanlar’a en korkunç Türkler’den daha kötü davranmaktalar.

Türkler gerçek Hristiyan öğretisine izin vermekle kalmayıp, Hristiyan olmayan Kurtlara (Katoliklere) karşı da Hristiyanlığı kılıçlarıyla savunuyorlar... Ben bu mektupla huzursuzluk yaratmayı amaçlamadım. Amacım gerçek Protestanlık öğretisine inananlara Türkiye’deki Hristiyan kilisesini örnek gösterip onlara cesaret ve umut vermek. Kendilerini Hristiyan olarak niteleyen yöneticilere de Türkler’in iyi niyet ve yumuşaklığını gösterip onları belki de saldırıdan ve hışımdan vazgeçirmek” diye yazmaktadır. Bu mektup ve benzeri diğer mektuplarda Türkler’in Protestanlara, Katoliklerden daha iyi davrandığının anlatılması çok büyük bir propaganda aracı olarak kullanıldı. Luther yazılarında ve vaazlarında Türk tehlikesini büyüterek Katolik baskısından kurtulup dikkatlerin Osmanlılar’a çevrilmesi siyasetini gütmüştü.

Bu yüzden 1545’te Şarlken ve Ferdinand Türkler’le barış antlaşması yapmak istediği zaman Luther büyük bir tepki göstermişti. Nitekim Osmanlılar’la bir senelik ateşkes yapan Habsburglar ilk iş olarak Protestanların üzerine yürümüşlerdi. Şarlken, Türk saldırıları yüzünden Protestanlığın Alman prensliklerinde yayılmasını engelleyemedi. Ayrıca Habsburglar, Osmanlılar’a karşı koyabilmek için Protestan askerlerine de ihtiyaç duyuyorlardı. Protestanlar da cepheye asker göndermek için kendi dinî düşüncelerinin tanınmasını şart koştular. Osmanlılar’ın, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’na her saldırısı Protestanlığın kademe kademe güçlenmesini ve sonunda da 1555’te Augsburg’da tam olarak tanınmasını sağladı. Moskova’nın Yükselişinde Osmanlı Parmağı Osmanlı İmparatorluğu’nun XV. yüzyılda izlediği bir siyaset ise ileride kendi başına büyük bir dert açtı. Bu dönemde küçük bir şehir devleti olan Moskova Knezliği, Altınordu’nun baskısı altındaydı. Altınordu’nun Lehistan Litvanya ile olan ittifakına karşı Moskova, Osmanlı himayesinde bulunan Kırım Hanlığı ile işbirliği yaptı.

Osmanlı İmparatorluğu Moldovya’daki konumlarının Lehistan-Litvanya tarafından tehdit edilmesi ve Altınordu’nun da Kırım’ı ele geçirmeye çalışmasından dolayı Moskova Knezliği-Kırım Hanlığı ittifakını desteklemişti. Kırım Hanı Mengli Giray’ın 1502’de vurduğu darbe ile Altınordu Devleti’nin sona ermesinden sonra, Moskova bağımsızlığını kazanarak ilk önce çevresindeki diğer Rus knezliklerini, daha sonra da Sibirya’ya kadar olan sahada ve Kafkaslar’daki Türk hanlıklarını ele geçirdi. Moskova knezleri Osmanlılar’la yapılan kürk ticareti sayesinde de önemli gelirler elde etmişlerdi. Osmanlı-Rus dostluğu III. İvan’ın Volga havzasındaki Altınordu kalıntıları olan Kazan (1552) ve Astrahan’ı (1556) ele geçirmesine kadar sürdü. Osmanlı İmparatorluğu’nun dolaylı olarak yaptığı destek Büyük Rus İmparatorluğu’nun doğmasına yardımcı olan unsurlardan birisidir.

Rusya, 16. yüzyılda Korkunç İvan zamanındaki askerî teşkilatlanmasında Osmanlı ordusundan etkilendi. Osmanlı ordusundaki disiplin ve liyakat sistemi örnek alındı. Yalnızca Rusya değil Avrupa’daki birçok farklı devlette de Osmanlı ordusunun tesirleri görülür. Uzun süre savaşlarda süvari birlikleri ön plandaydı. Yeniçeriliğin kuruluşuyla birlikte savaşlarda piyadeler ön plana çıkmaya başladı. İspanyollar, Şarlken döneminde Osmanlı ordusundan ilham alarak “tercios” birliklerini kurdular. İspanyollar ile evlenen İtalyan kadınlarının çocuklarına askerde “yeniçeri” deniliyordu. Macarlar, 15. yüzyılda “Hussar” adı verilen hafif süvari birliklerini Osmanlı timarlı sipahilerini örnek alarak kurmuşlardı. Osmanlı ordusunu en çok taklit edenlerden biri de Polonyalılar’dı. Polonya ordusu kullandığı kılıca kadar birçok silah ve sistemi Türk ordusundan örnek almıştı.

İslamiyetin mukaddes topraklarının var olma mücadelesi

Ümit Burnu’nun keşfinden sonra Portekizliler, Hint Okyanusu’nda hakimiyet kurmuşlardı. Memlük Devleti, Cidde’ye çıkarak Mekke ve Medine’yi tehdit eden Portekizliler’in ilerleyişini durduramıyordu. Hindistan’dan mal akışı da Portekizliler sebebiyle azalmıştı. Bu durum Mısır’ın zenginliğinin sona ermesi demekti. Memlükler, deniz gücü bakımından zayıf olduklarından Osmanlılar’dan yardım istediler. II. Bâyezid’in son dönemlerinde bir filo gönderildi. Daha sonraki yıllarda artan Portekiz tehdidi İslâmiyetin iki mukaddes şehri olan Mekke ve Medine’yi tehdit etmeye başladı.

Mekke şerifleri Osmanlılar’dan yardım istemeye kalktılarsa da Memlük idaresi bunu engelledi. Memlük idarecilerinin, Portekizliler yüzünden azalan devlet gelirlerini artırmak için ek vergiler ihdası bütün ülkede karışıklığa yol açtı. Yavuz Sultan Selim zamanında bu şartlar altında Suriye ve Mısır’ı ele geçiren Osmanlılar, Hindistan ticaret yollarının önemli bir kısmına hakim oldular. Portekizliler’in, Kızıldeniz’deki hakimiyetinin sona erdirilmesi sayesinde Hindistan’dan mal akışı Osmanlı ülkesi üzerinden Avrupa’ya yapılmaya başlandı. Osmanlılar’ın Hint Okyanusu’ndaki mücadelesi Hindistan ticaretinin, XVII. yüzyılda Hint sularında İngiltere ve Hollanda’nın faaliyetlerine kadar Akdeniz üzerinden yapılmasını sağladı. Akdeniz’deki önemli liman kentleri zenginliklerini bir müddet daha sürdürdüler. Kuzey ve Doğu Afrika Sömürgeleşmekten ve Hristiyanlaşmaktan Kurtuldu

Osmanlı İmparatorluğu’nun XVI. yüzyılda dünya siyasetine yön verecek bir duruma gelmesi Kuzey Afrika’nın tarihi gelişimini de yakından etkiledi. 1492’de Endülüs’ün son kalıntısı olanGırnata’nın düşmesinden sonra İspanyol ve Portekizliler, Kuzey Afrika’ya yerleşmeye başlamışlardı. Osmanlı İmparatorluğu, Barbaros ile birlikte denizlerde etkin bir hâle gelince Kuzey Afrika’da, Avrupalılarla hakimiyet mücadelesine girdi. Habsburglar’ın Kuzey Afrika’yı ele geçirmeleri bu bölgelerdeki Türk korsanlarıyla Osmanlılar’ın işbirliği yapması sayesinde önlendi.

1516’da Cezayir’i ele geçiren Barbaros kardeşler, İspanyollara karşı koyabilecek durumda değillerdi. Bu yüzden Barbaroslar, Cezayir’de Osmanlı hakimiyetini tanıyarak kendilerini sağlama almışlardı. Nitekim Cezayir’i işgal etmek isteyen İspanyollar 1541’de bozguna uğratıldı. 1551’de Turgut Reis Trablusgarb’ı, yani Libya’yı Osmanlı hakimiyetine soktu. Tunus 1533’te Barbaros Hayreddin Paşa tarafından fethedilmiş fakat kısa bir süre sonra kaybedilmişti. II. Selim zamanında 1574’te Sinan Paşa tarafından ikinci kez fethedildi. Osmanlı hakimiyeti Fas’a kadar ilerlemişti. Fas’ta başlayan taht kavgasına müdahale edilerek burasının Portekiz himayesine girmesi önlendi. 4 Ağustos 1578’de Fas’ta yapılan Alkazar Savaşı’nda Portekiz Kralı öldürüldü ve bu ülkede Osmanlı himayesi dönemi başladı.

Osmanlılar’ın Kuzey Afrika hakimiyeti kıtanın içlerinde bulunan ancak sahille ilişkileri sebebiyle İspanyol ve Portekiz nüfuzu altına giren bugünkü Nijerya, Nijer, Çad, Mali devletlerinin topraklarında hüküm sürmekte olan Bornu, Songay, Timbuktu Sultanlıkları gibi Müslüman devletlerini de kurtardı. Bu sultanlıklar Osmanlı padişahını halife olarak tanıyıp, tâbi oldular. Osmanlılar’ın, Habsburglar’ın İspanyol kanadını Kuzey Afrika’dan uzaklaştırarak, burada hakimiyet kurmaları, bu bölgelerin Hristiyanlaşmasını ve sömürgeleşmesini önledi.

Eğer Osmanlılar’ın müdahalesi olmayıp, İspanyol ve Portekiz hakimiyeti sürseydi bugün buralarda durum çok farklı olurdu. Akdeniz’de ve Kuzey Afrika’da hakimiyet kuramayan Habsburglar bütün dikkat ve güçlerini Atlantik ötesindeki yeni sömürgelerine kaydırdılar. Bu durum da Amerika kıtasının sömürgeleştirilmesini hızlandırdı. XV. yüzyılın sonlarından itibaren denizlerde büyük bir üstünlüğe sahip olan Portekiz, Afrika’nın doğu ve batı sahillerindeki Müslüman sultanlıklara saldırarak birçok yeri harap etmiş, bir kısmında da hakimiyet kurmuştu.

Osmanlı İmparatorluğu, Kızıldeniz’de hakimiyet kurarak, Afrika’nın doğusunda Mozambik’e kadar olan bölgeyi Portekizliler’in işgalinden kurtardı. Habeşistan’a hakim olan Osmanlılar’ın nüfuzu Kenya’da Mombasa’ya kadar yayıldı. Böylece bu bölgelerin Avrupalılar tarafından sömürgeleştirilmesi uzun süre önlenmiş oldu. Osmanlı İmparatorluğu izlediği siyasetlerle bugünkü modern dünyanın oluşmasına bahsettiğimiz katkılarda bulunmuştur. Ayrıca Osmanlı idaresi altında asırlarca bulunmuş ülkelerin pek çok karakteristiği de bu dönemde şekillendi. Budin’den Basra’ya kadar uzanan bölgedeki dinî ve etnik gruplar Osmanlı idaresi altında oluştu. Osmanlı mimarisi ve şehircilik anlayışı, hakimiyeti altındaki birçok yerde şehirlerin şekillenmesinde önemli tesirlerde bulundu.

Osmanlı İmparatorluğu’nun hakim olduğu sahada Arnavutluk, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Bosna Hersek, Bulgaristan, Cezayir, Etiyopya, Filistin, Hırvatistan, Irak, İsrail, Karadağ, Katar, Kıbrıs, Lübnan, Libya, Macaristan, Makedonya, Mısır, Moldavya, Romanya, Sırbistan, Suudi Arabistan, Suriye, Tunus, Umman, Ürdün, Yemen ve Yunanistan kurulmuştur. Ayrıca bugünkü Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Sudan ve Ukrayna’nın da bazı kısımları Osmanlı toprağı olmuşlardı. Bütün bu bölgelerde asırlarca süren Osmanlı hakimiyeti günümüz dünya politikasına da etki eden derin izler bıraktı.

Nitekim günümüzde, özellikle son 15 yılda Balkanlar’da, Kafkasya’da ve Ortadoğu’da kaldırılan her taşın altından bu imparatorluğun izleri çıkmaktadır. David Fromkin’in, New York Times’teki 9 Mart 2003 tarihli yazısı da bu gerçeği ifade ediyordu: “Bir hayalet ABD’yi pençelerine almış, rahat bırakmıyor. Bu Osmanlı İmparatorluğu’nun hayaleti. Irak’ta, Sırbistan’da, Bosna’da, Kosova’da, Körfez Savaşı’nda, 11 Eylül saldırılarında bu hayalet bizimleydi. Osmanlı hayaletleri asla uzaklaşmadı”.