Dünya
ABD'li yayın organından itiraf gibi açıklama! İşgal edilmemek için şartı açıkladı
ABD’de Cumhuriyetçilerin yayın organı kabul edilen National Interest, bir ülkenin güvenliği için nükleer silahın olmazsa olmaz olduğunun altını çizdi.
Dünya
ABD’de Cumhuriyetçilerin yayın organı kabul edilen National Interest, bir ülkenin güvenliği için nükleer silahın olmazsa olmaz olduğunun altını çizdi.
ABD’de Cumhuriyetçilerin yayın organı kabul edilen National Interest, bir ülkenin güvenliği için nükleer silahın olmazsa olmaz olduğunun altını çizdi.
Rusya–Ukrayna Savaşı, küçük ve orta ölçekli devletlerin güvenlik defterine kalın bir çizgi çekti: kâğıt üstündeki taahhütler, iyi niyet beyanları ve görkemli zirve fotoğrafları tek başına kalkan olamıyor. Savaşın dördüncü yılına yaklaşırken ortaya çıkan çıplak gerçek, güvenliğin uluslararası hukuktan ve diplomatik sözlerden bağımsız olmadığı ama onları fiilen işler kılan şeyin somut caydırıcılık kapasitesi olduğu.
Bu caydırıcılık bazı başkentlerin zihninde nükleer seçenekle özdeşleşiyor; diğerleri içinse uzun menzilli hassas vuruş, katmanlı hava savunma, elektronik harp ve siber yetenekler gibi asimetrik araçların akıllı bir bileşimi anlamına geliyor.
Dünya düzeninin aşındığı hissi, yalnız cephedeki top seslerinden değil, büyük güçlerin davranış kalıplarından da besleniyor. Çin’in Tayvan üzerindeki tarihsel iddiasını yeniden ısıtması, Washington’da zaman zaman sınır genişletmeyi ima eden provokatif çıkışların dolaşıma girmesi ve en sarsıcı örnek olarak Moskova’nın 2014’ten bu yana süren ilhakları ile 2022’de başlattığı tam ölçekli işgal, “hukuk bizi korur” varsayımını her zamankinden fazla sorgulatıyor.
Ukrayna’nın trajedisinde en acı ders burada gizli: Kiev, BM’nin kurucu üyesi ve NPT çerçevesinde nükleer silahlarını terk etmiş bir ülke olarak Rusya, ABD ve Çin’le imzaladığı güvenlik teminatlarına güvenmişti; fakat sahada belirleyici olan bu metinlerin meşruiyeti değil, onları icraya zorlayacak kapasite ve irade dengesiydi.
Küçük devletler için klasik reçete güçlü ittifaklara sığınmaktır; ideal olarak nükleer şemsiyesi olan bir yapının parçası olmak gerçek bir caydırıcılık hissi üretir. Ne var ki, Gürcistan ve Ukrayna’nın deneyimi ittifak eşiğinde beklemenin de kırılgan bir statü olduğunu gösterdi.
2008 Bükreş’te “üye olacaklar” denildi, ancak Üyelik Eylem Planı işletilmedi; bu boşlukta Tiflis 2008’de, Kiev ise 2014’ten itibaren parçalandı. Karşılaştırmalı tabloda Finlandiya farklı bir hikâye yazdı:
2022’de süreç başladı, 2023’te NATO’ya katılım gerçekleşti ve güvenlik mimarisi kalınlaştı. Moldova ise anayasasında tarafsız olduğu halde otuz yılı aşkın süredir ayrılıkçı baskıyla yaşamak zorunda. Bu iki uç örnek aynı gerçeği işaret ediyor: Rus yayılmacılığı için “NATO’ya girme niyeti” ne gerekli ne de yeterli koşul; risk daha çok coğrafya, güç asimetrisi ve saldırganın fırsat algısında düğümleniyor.
Bugünün dersini yalın söylemek gerekirse, imzalar ve niyet beyanları ancak somut dayanaklarla birleştiğinde anlam kazanıyor.
Bağlayıcılığı parlamento onayına ve otomatik icra mekanizmalarına bağlanmış anlaşmalar, önceden konuşlandırılmış ortak unsurlar, birlikte tutulan mühimmat stokları, müşterek tatbikat ritmi, enerji ve teknoloji tedarik zincirlerinin entegrasyonu ve hibrit tehditlere karşı kurumsal dayanıklılık; bunların her biri “metni metaya” dönüştüren, caydırıcılığı görünür kılan taşlar. Buna karşın yalnızca diplomatik mimariye yaslanan güvenlik tasarımları ilk krizde politik maliyet hesabına takılabiliyor.
Nükleer caydırıcılık tartışması, küçük başkentlerde anlaşılır biçimde zihinleri kurcalıyor. Bu, varoluş güvencesi sağlayabileceği düşüncesiyle cazip görünebilir; fakat NPT rejimi, yaptırım riski, teknoloji ve maliyet bariyerleri politik ve ekonomik bedeli çok yüksek bir yolu tarif ediyor.
Bu nedenle daha gerçekçi güzergâh, ittifak içinde “tam entegrasyon” ya da nükleer dışı asimetrik kapasitenin katmanlı inşası. Uzun menzilli hassas vuruş kabiliyetleri, modern hava savunma ağları, elektronik harp ve siber savunma, İHA/SİHA ekosistemi, deniz ve kara mayınlama doktrinleri, yedekli mobilizasyon ve sivil direnç altyapısı; bunlar bir araya geldiğinde saldırgana “girebilirsin ama yönetemezsin, maliyetin katlanır” mesajını verir.
Caydırıcılığın özü tam da bu maliyet hesabını bilinçli biçimde bozmaktır.
Hukuki doğrularla stratejik doğruların her zaman çakışmadığı bir dönemdeyiz. BM kararları ve bölgesel örgütlerin normları meşruiyet üretir; fakat meşruiyet saldırganı otomatik olarak durdurmaz.
Bu iki alan arasındaki boşluğu kapasite kapatır. Rusya–Ukrayna Savaşı, küçük devletlere iki sade cümle bıraktı: Uluslararası hukuk ve dostluk anlaşmaları değerlidir ama tek başına kalkan değildir; caydırıcılık—nükleer ya da nükleer dışı—olmayan bir güvenlik tasarımı en iyi ihtimalle iyi niyet temennisidir.
Bugünün jeopolitiğinde ayakta kalanlar, sözlerin gücünü kapasitenin gücüyle birleştirebilenler olacak.