AKİT MENÜ

Gündem

'Rakı' Türklerin değil Rum ve Ermenilerin 'milli içeceği' çıktı! Lan yoksa siz...

Güncelleme Tarihi:

Orhan Veli'nin “Rakı şişesinde balık olmak” deyişinden cesaret alan laikçi azınlığın bir “üstünlük” simgesi olarak gördüğü ve kafayı çektikten sonra aynı masada birlikte içtiği arkadaşına küfretmesine sebep olan “rakı” ile ilgili “Milli İçki” klişesi, kpcaman bir safsatadan ibaret çıktı.

1

Orhan Veli'nin “Rakı şişesinde balık olmak” deyişinden cesaret alan laikçi azınlığın bir “üstünlük” simgesi olarak gördüğü ve kafayı çektikten sonra aynı masada birlikte içtiği arkadaşına küfretmesine sebep olan “rakı” ile ilgili “Milli İçki” klişesi, kpcaman bir safsatadan ibaret çıktı.

2

Son olarak YouTube’da yayınlanan ‘Off Day’ serisine konuk olan ve NBA’de oynayan basketbolcu Alperen Şengün’ün sözlerini fırsat bilen seküler yobazlar, “Rakı milli içkimiz” tartışmasını yeniden alevlendirirken, arşivler, “Allah’ın haram kıldığı” necis içeceğin Türk milletiyle alakasının olmadığını ve Türkiye’de ilk kez Ermenilerin içtiğini gözler önüne serdi.

3

Tarihçi Yazar Murat Bardakçı, 13 Mart 2005 tarihli Hürriyet gazetesinde kaleme aldığı “Milli içkimiz şaraptır” başlıklı yazısında, gerçeği ile cep, sahtesi ile can yakan Rakının “milli içki” olmadığı, kökeninin Arap mı yoksa Yunan mı olduğunun hálá tartışıldığını, Allah’ın emrine muhalefet eden seküler azınlığın rakı ile 19. yüzyılın ortalarında tanıştığını ve Türkiye’de ilk rakı fabrikasının 1920’de kurulduğunu” aktarmıştı. Bardakçı ayrıca bir üzüm ülkesi olan Türkiye, 1900’lerin ilk yıllarına kadar Avrupa’ya ihracat yapan bir şarap ülkesi” olduğunu da hatırlatmıştı.

4

“Rakı nereden ‘milli içkimiz’ oluyor?” cümlesiyle yazısına başlayan Bardakçı, haram olan “rakı” üzerinden mütedeyyin kesime saldıran laikçi azınlığın maskesini şu sözlerle düşürmüştü:

5

“Milli içkimiz’ bilip ‘arslan sütü’ dediğimiz rakı böyle tatsız bir şekilde de olsa gündemimizin ilk sıralarına yerleşince, onunla ilgili olarak yaptığımız ve neredeyse bir asırdan buyana tekrarladığımız bazı yanlışlardan bahsedeyim dedim. Şimdi, akşamcıları hiddetlendireceğimi bile bile açıkça söyleyeyim: Rakı, ‘milli içkimiz’ falan değildir, aslında bize gayet yabancıdır, ithal malıdır ve günlük hayatımıza oldukça geç devirlerde girmiştir! Kökeni hálá tartışmalıdır, yeme-içme tarihçileri büyük ihtimalle Arabistan’da yahut Balkanlar’da doğduğuna inanmakla beraber, rakıya henüz bir anavatan bulamamışlardır ama Türk icadı olmadığı konusunda hemfikirdirler.

6

Zaten ‘rakı’ kelimesi de şimdilerde iddia edildiği gibi Türkçe değil, Arapça’dır ve ‘arak’ sözünden bozmadır. ‘Arak’, Arapça’da ‘ter’ demektir ve imbikten geçirilerek yapılan bütün içkilerin ortak adıdır. İçkinin temel malzemesinin damıtılması sırasında imbikte beliren ve şişelere doldurulan damlalar ‘ter’i andırdıkları için, damıtılarak yapılan alkollü içkilere ‘arak’ denmiş ve kelime, Türkçe’de daha sonraları ‘rakı’ hálini almıştır. ‘Arslan sütü’ ifadesi de bize ait değildir, Araplar’ın ‘arak’tan bahsederken kullandıkları ‘halibu’l-esed’ deyiminin Türkçe’ye birebir tercümesinden ibarettir.

7

Aslında bizim olmayan bu içki ile ilk tanışmamız geç devirlerde, 18. yüzyılda başlar ve rakı merakımız ancak 19. yüzyılın ortalarında yaygınlaşır. Rakı ilk zamanlarda gayrımüslimler, özellikle de İstanbul’daki Ermeniler tarafından imal edilecek, Türkiye’nin ilk rakı fabrikası ise çok daha sonraları, 1920’de, Aydın’da kurulacaktır. Ama o devirlerde rakının sahtesi sözkonusu değildir, zira tekel várolmadığı ve rakı üretiminde serbest rekabet kuralları hákim bulunduğu için imalátçılar için önemli olan ucuzluk ama kalitedir. Ve, birkaç küçük bir hatırlatma daha: Herhangi bir ádetin ‘milli’ özelliği taşıyabilmesi için çok eski zamanlardan itibaren kullanılması gerekir ve bugün rakı bahsinde olduğu gibi, ‘milli’ diye bildiğimiz daha birçok alışkanlığımız aslında oldukça yenidir.

8

Meselá kuru fasulye milli yemeğimiz falan değildir, mutfağımıza 17. asırdan sonra girmiştir, zira fasulyenin kökeni ‘Yeni Dünya’dır, yani Amerika’dır, pastırma ile kavurmanın geçmişi ise çok daha eskilere dayanmaktadır. ‘Milli sazımız’ olduğu söylenen ‘bağlama’ ile tanışmamız da yine 17. yüzyıl sonrasındadır, bağlama biçimindeki saz İran taraflarından gelmiştir ve eski metinlerde bize mahsus çalgılar bahsinde önceleri ‘kopuz’, daha sonraları da ‘çöğür’ isimleri geçer. Çayda da durum aynıdır ve Türkiye’deki geniş kitlelerin çay ile tanışması, ancak 1930’lardan sonradır.