AKİT MENÜ

Aktüel

Dijitale bağımlı, üretmekten uzak ve sürekli tüketen bir gençlik türüyor!

Avustralya ise son dönemde daha ciddi bir adımla dünya gündemine oturdu. Ülke, 16 yaş altına sosyal medya yasağı getiren tasarıyı yasama sürecine taşıdı; gerekçesi, gençlerin ruh sağlığının çöküşünü engellemek ve dijital platformların çocukları hedef alan algoritmik baskısını kırmak. Aynı ülkede bazı eyaletlerde okullarda telefon kullanımına tam yasak uygulanıyor; velilere teknolojik denetim eğitimi veriliyor. Avrupa’da ise çocuk ve ergenlerin sadece dijital dünyaya mahkûm olmaması için zorunlu spor, sanat ve sosyal aktivite teşvikleri politikaların merkezine oturtuluyor. Finlandiya, yasak yerine “dijital denge eğitimi” uygulayarak ekran–hayat dengesini bir yaşam becerisi olarak öğretiyor. Fransa, okul saatlerinde öğrencilerin telefon taşımasını dahi yasaklayarak dijital dikkat dağınıklığını minimize ediyor. Tüm bu uygulamalar, ülkelerin gençliği dijital çöküşün pasif tüketicisi olmaktan çıkarıp, gerçek hayata tutunan bir kuşak olarak yetiştirmeye çalıştığını gösteriyor.

1

Mehmet Sami Pınar Baran Haber'de yazdı: Türkiye’de üretimden kopmuş, dijital döngüye hapsolmuş ve maneviyattan uzaklaşmış genç kitle hızla büyüyor. Eve ve ekrana bağımlı, sosyal bağları zayıflayan bu kuşak, hem zihnen hem ruhen boşalırken ülkenin geleceğini tehdit eden büyük bir toplumsal çöküşün de habercisi... Türkiye’nin son yıllarda hızla büyüyen en kritik gençlik problemi, üretimden kopmuş, sosyal bağları zayıflamış ve dijital döngüye mahkûm hale gelmiş yeni bir “insan tipi”nin ortaya çıkmasıdır. Bu kesim ne eğitimde ne istihdamda yer alıyor; temelde eve bağımlı, bilgisayara bağımlı, dikkati dağınık, ritmi bozuk, hayata tutunamayan ve hiçbir toplumsal fayda üretmeyen bir profil şeklinde karşımıza çıkıyor. Bu bireylerin internet bağımlılığıyla birleşmesi ise meseleyi kişisel sınırların çok ötesine taşıyarak ülkenin geleceğini tüketen bir denkleme dönüştürüyor.

2

Türkiye’de bugün yaklaşık 2,5 milyon NEET genç (ne eğitimde ne de istihdamda yer alan, üretime ve toplumsal hayata katılmayan genç kitle) mevcut. Fakat asıl tehlike, arkadan gelen çok daha büyük risk grubunda… 12–18 yaş aralığında bağımlılık oranlarının yükselmesi, bugün “evde pasifleşmiş” genç tipinin yarın çok daha geniş bir kuşağa yayılacağını gösteriyor. Eğitimden kopan, işe geçemeyen, uyku ritmi bozulan, sosyal etkileşimleri zayıflayan bu gençler, giderek geri dönmesi zor bir döngüye hapsoluyor. Toplumsal risk artık kapıda... 12–15 yaş grubu, kimlik gelişimi ve duygusal regülasyonun şekillendiği kritik dönem. İnternet bağımlılığı burada başlarsa çocuk henüz hayata çıkmadan dijital ortamda kilitleniyor ve geleceğin “işlevsiz genç adayı” haline geliyor. 15–18 yaş aralığı, okul bağının koptuğu, motivasyon kaybının arttığı evre. Bu dönemdeki bağımlılık; eğitimden soğumayı, sınav başarısızlığını ve içe kapanmayı körüklüyor. 18–24 yaş grubu ise iş gücüne geçişin yaşandığı alan. Bu kuşakta bağımlılık; uyku bozukluğu, sosyal çekilme ve motivasyon kaybıyla üretime katılımı geciktiriyor. Bugün 2,5 milyon olan işlevsiz genç kitlesinin gelecekte katlanarak büyüme ihtimali buradan doğuyor.

3

Uluslararası karşılaştırmalar, Türkiye’nin dijital bağımlılık ve gençlik politikalarında henüz başlangıç aşamasında olduğunu ortaya koyarken, pek çok ülkenin bu alanı doğrudan ulusal güvenlik, toplumsal bütünlük ve gelecek nesil inşası kapsamında ele aldığı görülüyor. Kore, Çin ve Japonya; dijital bağımlılığı stratejik bir tehdit olarak değerlendiren en sert uygulamalara sahip ülkeler. Bu ülkelerde çevrim içi platformlara kimlik doğrulama zorunluluğu, oyun ve sosyal medya için yaş bazlı zaman sınırlamaları, devlet destekli dijital detoks kampları, ailelere yönelik bağımlılık eğitimleri ve hatta gençlerin gece saatlerinde internete erişimini kısıtlayan zorunlu çevrim dışı dönemler uygulanıyor. Bu yaklaşım, bağımlılığın bireysel bir tercih değil, yönetilmesi gereken bir toplumsal risk olduğu anlayışına dayanıyor.

4

Avustralya ise son dönemde daha ciddi bir adımla dünya gündemine oturdu. Ülke, 16 yaş altına sosyal medya yasağı getiren tasarıyı yasama sürecine taşıdı; gerekçesi, gençlerin ruh sağlığının çöküşünü engellemek ve dijital platformların çocukları hedef alan algoritmik baskısını kırmak. Aynı ülkede bazı eyaletlerde okullarda telefon kullanımına tam yasak uygulanıyor; velilere teknolojik denetim eğitimi veriliyor. Avrupa’da ise çocuk ve ergenlerin sadece dijital dünyaya mahkûm olmaması için zorunlu spor, sanat ve sosyal aktivite teşvikleri politikaların merkezine oturtuluyor. Finlandiya, yasak yerine “dijital denge eğitimi” uygulayarak ekran–hayat dengesini bir yaşam becerisi olarak öğretiyor. Fransa, okul saatlerinde öğrencilerin telefon taşımasını dahi yasaklayarak dijital dikkat dağınıklığını minimize ediyor. Tüm bu uygulamalar, ülkelerin gençliği dijital çöküşün pasif tüketicisi olmaktan çıkarıp, gerçek hayata tutunan bir kuşak olarak yetiştirmeye çalıştığını gösteriyor.

5

Türkiye'de ise Yeşilay–Milli Eğitim Bakanlığı ortaklığında yürütülen teknoloji bağımlılığı programları önemli bir başlangıç oluştursa da ölçek çok sınırlı. Okullarda dijital okuryazarlık, sağlıklı internet kullanımı ve sosyal/bedensel aktivitelerin teşviki üzerine kurulu modeller henüz birkaç pilot bölgede uygulanıyor ve ülke geneline yayılarak etkisini artırması gerekiyor. Bu çerçevede özellikle 12–18 ve 18–25 yaş aralığına odaklanan çok katmanlı bir strateji şart. Bu tabloyu derinleştiren bir diğer boyut ise gençlerin manevi yönden boşaltılmış olmasıdır. Ruhî temeli zayıf, değer dünyası körelmiş, aidiyet duygusundan koparılmış bireylerde başıboşluk daha hızlı kök salıyor. Toplumsal ölçekte maneviyattan uzaklaştırılmış bir kuşak; çalışma disiplininden sorumluluk bilincine, sosyal dayanışmadan üretim ahlâkına kadar her alanda çözülme yaşıyor. Manevi temel olmayınca genç, hem dijital dünyanın çekimine daha kolay kapılıyor hem de gerçek hayatın yükünü taşımakta zorlanıyor. Haliyle mesele teknolojik bağımlılıktan öte ruhen boşaltılmış gençliğin toplumsal çözülmeye sürüklenmesi gibi daha derin bir krizin olduğunu ihtar ediyor.

6

“Genç + işlevsiz evde kalma eğilimi + dijital bağımlılık” üçlüsü, sadece eğitim ve üretkenlik değil, sosyal entegrasyon ve ruh sağlığı açısından da kırılgan bir toplumsal yapı üretiyor. Bu sebeple koruyucu, kapsayıcı, aile merkezli ve okul temelli politikaların acilen devreye alınması gerekiyor. Aksi hâlde milyonlarca genç, dijital döngünün içine düşerek hem kendi hayatını hem ülkenin geleceğini kaybetmiş bir kuşağa dönüşecek. Bugün sessiz ilerleyen bu çöküş, ertelendiği her gün katlanarak büyüyen bir tehdit olarak karşımızda duruyor. Türkiye, küresel dalganın ortasında savrulmadan önce, gençliği üretime, hayata ve gerçek sosyal bağlara yeniden kazandıracak kapsamlı bir dini-milli stratejiye ihtiyaç duyuyor.