AKİT MENÜ

Kültür Sanat

Osmanlı tarihinden bilinmeyenler

Eski zamanlarda Fatih ve Bayezid Camilerinin avlusunda sergi kurulur ve bu avlular yiyecek satan küçük dükkanlarla dolardı.

2015-06-21 16:30:41
2

Eski zamanlarda Fatih ve Bayezid Camilerinin avlusunda sergi kurulur ve bu avlular yiyecek satan küçük dükkanlarla dolardı.

2

Sokullu’nun, şehit edildiği zamanki kanlı gömleğini ailesi iki buçuk asır sakladı. Her sene mevlüdü okunup ziyaret edildi. Sonra Karaağaç’taki yalılarıyla birlikte yandı.

3

Topkapı Sarayı bu ismini Eski Sarayın sahilindeki toplu kapısından almıştır. Bu sarayın, Fatih zamanındaki adı Yeni Saray idi.

4

Çadıri Osmanlıların ilk hanesi, ilk sarayı, ilk taht evidir. Osmanlı Sarayı, pek muhteşem ve çok odalı idi. Hele havaya dayanıklılığı ve ihtişamı pek meşhurdu.

5

Sultan Orhan zamanında Bizans’ta taht kavgaları oluyordu. Kantakuzinus’un yardımına giden Türkler, Bizans’ta büyük bir itibar kazanmışlardı. Saraya serbestçe girip çıkabiliyor, Bizanslılara hakim sıfatını takınıyorlardı.

6

Osmanlı şehzadeleri babaları ile beraber harbe giderlerse ihtiyat kuvvetlerini kumanda ederlerdi.

7

Osmanlılarda, yeniçerilere silah yapan ve tedarik eden ve bunları nakil vasıtasıyla orduya yetiştiren askeri sınıfa “Cebeci” denirdi.

8

Eski İstanbul sandal ve kayıklarının cidden nefis biçimli birçok nevileri vardı. Hele “Hanım İğnesi” denen ince uzun kayıkları birer sanat bediası idi.

9

Osmanlıların kemal devrinde şehzadeler sancaklara gönderilerek oraların başında yetiştirilir ve divana da riyaset ettirilirdi. Eğer şehzadeler pek gençse bu divana onların mürebbileri olan lalaları vekaleten riyaset ederdi.

10

Kanuni, Cerbe zaferinden dönen Piyale Paşa kumandasındaki donanmanın muhteşem alayını Yalı Köşkünden seyrederken, yanındaki Avusturya sefirine şöyle demişti: “İnsan bütün bu muzafferiyetlerin Allah’ın inayetiyle kazanıldığını düşünmeli de asla gurura kapılmamalı.”

11

Osmanlılar, Venediklilerle İspanyollar gibi gemilerini çektirmek için “Forsa” denilen ve gemilere zincirle çakılı esirler kullanırlardı. Bunlar daha ziyade, Karadeniz sahillerini vururken tutulan Dinyeper Kazakları ile Akdeniz korsanları idi. Kürek cezası bu adetten kalmadır.

12

Türk ünlülerinin hayatlarını anlatan “Sicilli Osmani” yazarı Süreyya Bey, ömrünü kitaplıklarda ve mezarlıklarda dolaşarak not almakla geçirmiştir. Torbalara attığı bu dağınık kağıt parçacıklarından büyük eserini ortaya koyduğu zaman herkes hayret etmiştir.

13

Padişahların mutlak vekaletlerine delalet eden “möhri hümayun” geleneği Abbasi halifeleri zamanından kalmadır. Önceleri möhri hümayun yüzükte olup sadrazamlar parmaklarına takarlardı. Sonraları inci zincire bağlı altın keseler içinde boyunlara takılıp cepte taşımak adet olmuştu. Sadrıazamlar, mührü yatakta bile yanlarından ayırmazlardı. Hatta Ali Paşa hamama giderken bile yanında bulundururmuş.

14

Sokullu Mehmet Paşa’nın oğlu Hasan Paşa, Osmanlı tarihinin kaydettiği en zengin vezirlerden bir arşı milyarder idi. 1601′de Diyarbekir’den gelirken Tokat civarında ağırlığı ünlü eşkıyalardan Deli Hasan tarafından basıldı. Hazinesi yağma edildi. Öyle ki, çete efradı kıymetli kumaşları arşınlayarak ve mücevherleri kalkanlarıyla ölçerek paylaştılar. Paşa’nın “cennet bağı” adını verdiği altın kaplama ve murassa taht gibi bir sediri vardı. Onun da altın mücevherli çiçeklerini bozarak yağma ettiler.

15

Evliya Çelebi’ye göre; Süleymaniye Camisi yapılırken İran Şahı, Kanuni’ye, parası yetmezse satıp tamamlasın diye, bir çekmece elmas yollamış. Padişah ise o elmasları küçük minarelerden sağdakinin taşları arasına koydurtmuş. Buna da Cevahir Minaresi denmiştir.

16

At kestanesi ağaçları Fransa’ya 1615′te İstanbul’dan götürülmüştür. Paris bulvarları bunlarla süslüdür.

17

Üniversite kütüpanesinde bulunan Fatma Sultan’ın murassa ciltli Kur’an’ının sayfaları gümüştendir.

18

Pehlivan Kara Ahmet, Yeşiltulumbada bir kahvede ansızın ölmüştü. Ölürken sarıldığı demir parmaklığın dokuz çubuğu birbirine geçmiştir.

19

İlk satın aldığımız buharlı geminin adı “Svift” idi. Bu zat, “Gülliver Seyahatnameleri”nde yazan meşhur İngiliz muharrirdir.

20

Lale devrinin en namlı lalecisi Tabak Ata isminde esnaftan fakir bir adamdı. 80 çeşit nefis lale yetiştirmişti ve sarayların bahçelerine soğanlar ondan alınırdı. Bu çiçek yüzünden İstanbul’un en zengin simalarından biri olmuştur.

21

Eski mevlütlerde buhurdanlıkta öd ağacı yakılır ve gülabdanlarla herkesin avucuna gülsuyu serpilirdi.

22

Sokullu Mehmet Paşa’nın Karaağaç Yalısında yanan gayet kıymetli bir inci tesbihi vardı. İmamesi zümrüt ve taneleri yakuttu. Devrin kıymetli bir hattatı imamesinden başlayarak bu tesbihin üzerine bir Mushaf-ı Şerif yazmıştı.

23

16. y.y. da Macaristan’da bir kaya kitlesi üzerinde kartal yuvasına benzeyen Filek Kalesine, Demirbaş Hasan Pehlivan denilen bir kahraman, 40 arkadaşıyla zaptetmişti. Bir gece kalenin mazgal deliğine merdiven dayadı, evvela, bu deliği kapayan 80 kantarlık bir topa göğsünü vererek itti. Sonra başını koyup ikinci hamlede topu içeriye doğru tamamen attı ve yalın kılıç arkadaşlarıyla daldı ve kaleyi fethetti…

24

16. asrın namlı ok atıcı pehlivanlarından Ahmet Ağa 75 yaşlarında iken bir gün okçular başına gelip ok ısmarlamıştı. Esnaf; Pehlivan, ihtiyarladın, sana ok ve yay ne lazım, dediler. O da atını çarşının kapısına sürdü, kapıdaki zincirlere kollarıyla asıldı ve bacaklarını atının karnına sardı. Kollarını kısınca koca atı havaya kaldırarak: “Bazumda azıcık kuvvetim var gibi..!” cevabını verdi.

25

Tarihimizde kayıtlı en müthiş oburlardan biri, münevver ve inkılapçı III. Selim’in düşmanlarından, Aygır İmam diye meşhur Derviş Efendi isimli bir softadır. Bir seferinde 40 yumurta üstüne 2 okka pastırma doğratıp, bir pastırmalı yumurta yemiş; fakat koca leğeni sıyırdıktan az sonra dili ağzına sığmayıp ölmüştür.

26

Milli Mücadele yıllarında Anadolu’da damga pulları, posta pulu yerine kullanılmıştı. Bunlardan Bozöyük Postanesi’ne gönderilmiş ve ancak birkaç tanesi kullanıldıktan sonra Yunan işgalinde yok olmuş bir pul bulunmuş, bugün çok kıymetlidir.

27

Birleşik Amerika cumhurbaşkanlarından General Grant, II. Abdülhamit zamanında Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Bu zat memleketimize gelmiş ilk ve son Amerika cumhurbaşkanıdır.

28

İstanbul hayatına dair en zengin letaif kitabı, 18. asır sonlarında bir Ermeni zengini için Ermeni harfleriyle Türkçe olarak yazılmıştır. Bu eserin yegane yazma nüshası 1941’de İstanbul’da 500 liraya satılmıştır.

29

Osmanlı padişahları arasında gözlük kullanmış ancak bir kişi vardır, o da son padişah Vahdettin’dir.

30

Şehzadelerin sünnet düğünlerinde esnaf kurumlarının kıymetli hediyeler sunması adetti. İstanbul şekercileri de, bir anane olarak, gayet büyük bir gümüş tabla üzerine rengarenk olarak şekerlerden bir çiçek bahçesi, düğünün son günü yapılan büyük esnaf alayonda on kadar tuvana şekerci kalfasının omuzlarında geçirilerek halka gösterilirdi.

31

15. asırda Bursa’da Molla Rüstem ölürken 14 yaşındaki oğluna yüz yıl ömür düşünmüş ve her gününe 100 florin hesap ederek 3 milyon 6 yüzbin florin gibi muazzam bir miras bırakmıştı. Bu çocuk babasından sonra ancak 7 yıl yaşadı. Bütün paralarını yedi ve yalınayak, sefil, bir hamam külhanında öldü. Mirasyediliğine misal: Bir gün, bir bağda tavşan yatağı bulunduğunu haber verdiler. 100 florin verdi. 100 florine de bir tazı aldı. Tavşanı ininden çıkarana 100 florin verdi, fakat tazı tavşana saldırmadı. Tazıyı kılıçla ikiye böldü.

32

Kanuni’nin sadrazamı İbrahim Paşa’nın adamlarından Alvaryo Griti adında birisi vardı. Bu zat, o zamanki Venedik Cumhuriyetinin elçisi idi. Taksim civarında bir sarayı vardı. Kendisine yazılan resmi evrakta “Beyoğlu” diye yadolunurdu. Beyoğlu semtinin adı buradan gelmektedir.

33

17. asırda arzuhalcilerde inzibat altına alınmıştı. Bunların dürüst, tecrübeli ve devlet emirlerine vakıf kimseler olması şarttı.

34

17. asırda, sarayda padişah odasına beşer yüz dirhemlik iki mumu ve saray odaları için iki yüz dirhemlik ikişer mum verilirdi.

35

Sokaklarda daimi ışık bulunmadığından geceleri sokağa çıkan İstanbul halkı fener kullanırdı. Bunlar camlı veya muşambalı olurdu. Daha evvelleri bu fenerlerdeki mumların adedi de sahibinin mertebesine göre değişirdi.

36

Kibritten evvel çubuk yakmak için kav kullanılırdı. Çakmak taşına çelik demirle vurularak çıkarılan şerare ile yakılırdı.

37

Küsler, üzerlerine kalın deriler gerili muazzam davullardı. Harp meydanlarında zaferler bunlarla ilan edilir ve yer gök inlerdi. (Küslere halk kös derdi)

38

Gündelik gazetelerin mevcut olmadığı devirlerde günlük bazı devlet emirleri, ahali tellalları vasıtasıyla toplanarak tebliğ edilirdi. Tellallar, “Komşular, komşular! Bu gece camiye buyurun, tembih var!” diye bağırarak halkı camilere toplarlardı.

39

Avrupakari fayton denilen arabalar Türkiye’ye II. Mahmut tarafından girmişti. Evvelce bunlara padişahtan başkası binemezken, padişahın seyahatlerinde yakınları da rahat etsinler diye onlara da müsaade edilmiş ve neden sonra herkes binebilmiştir.

40

Bizde Müdde-i Umumilik (savcılık) ilk defa 1880′de Adliye teşkilatı kanunu ile ihdas edildi. Unvanları “Hasm-ı Mansup”tu (Tayin edilmiş hasım). İki taraf varken 3. şahsın muhakemeye müdahalesini halk ilk zamanlar anlayamamıştı.

41

Eskiden devletin harici işlerini gören zatın ünvanı Reisul Küttap idi. Akif Paşa, resmi yazı lisanını sadeleştiren bir edibimizdi. Namık Kemal, kitabeti Akif Paşa’nın eserlerinden öğrendiğini söylerdi.

42

Kanuni’nin sadrazamlarından Semiz Ali Paşa o kadar şişmandı ki, koca imparatorlukta kendisini taşıyabilecek ancak iki at bulunabiliyordu.

43

Hicaz, Türkiye’de bulunduğu müddetçe, I. Dünya Savaşı sonuna kadar, Peygamberimizin markadı üzerindeki kandillerde daima “gül yağı” yakılmıştır.

44

Hanya fatihi Silahtar Yusuf Paşa güzelliği ile meşhur genç bir vezirdi. Çocukluğunda Dalmaçyalı fakir bir çocuk olan Yusuf Paşa, bir kış günü çıplak ayaklarına bir çift eski kundura giydiren kadına, vezir olduktan sonra bu partal kunduraları, içlerine altın doldurarak iade etmiştir.

45

İstanbul’un kurucusu Konstantin idi. Yaptığı imar ile Fatih 2. kurucusu oldu. Fakat şehir Kanuni Sultan Süleyman zamanında genişledi, ticaret merkezi oldu. Yabancı tüccarlar için Galata’da yeni mahalleler yapıldı. Kasımpaşa, Piyalepaşa mahalleleri kuruldu.

46

Padişahlar bir yere gidecekleri zaman tülbent ağaları baştaki kayıkta padişahın kavuğunu taşırlar ve geçtiği yerlerde bunu eğmek sureti ile padişah halkı selamlarlardı.

47

Üzerinde sahibinin ismi kazılı olan mühür, bilhassa resmi işlerde imza yerine kullanılırdı. Bu usul 1908 senesine kadar devam etmiştir.

48

Fatih’in 1454′te ilk yaptırdığı saray (eski saray) şimdiki üniversite yerinde idi. Yeni sarayın (şimdiki Topkapı Sarayı yerinde) inşasına da 1464′te başlandı. Bu sarayın yeri o zaman zeytinlikti.

49

Padişah yemek yerken sofrada yemekleri vermek ve değiştirmek Kilercibaşı ile Çeşnigirbaşının vazifesi idi. Yemek sırasında Rikabdar ağa yelpaze ile sinekleri kovardı.

50

Matbaadan evvel kitaplar el yazmasıyla çoğaltılırdı. Kitap kopyası ile geçinen bir sınıf vardı. Bunlara “Hattat” denirdi.

52

Osmanlı sarayının buzu, Keşiş (Uludağ) dağından getirilirdi. Hususi kayıkları vardı. Sultanlara ve kadıefendilere günde ikişer okka buz tayin edilmişti.

53

Napolyon’un 15 bin kişi ile 20 günde geçebildiği çölü, Yavuz Selim, Mısır fethine giderken 60 bin kişi ile 10 günde geçmişti.