AKİT MENÜ

Gündem

‘Gülen’in gözyaşı ağlayana kâr etmez

Cemaat, denize düşenin yılana sarıldığı gibi, mülkünü deniz görüp pohpoh cemiyetiyle birlikte düne kadar hiç itibar etmedikleri sol cenahlara sarılmaktan vazgeçmeli...

2014-02-03 15:19:25
Bugün Akit gazetesinin Okur Postası sayfasında Bekir Yalçınkaya'nın kaleme aldığı yazıda "Fikrinde ümmet aşkı olanların zikrinde lânet okumaya asla yer yoktur" ifadeleri yer alıyor. İşte bahse konu o yazı:

Uzun bir süredir, yani; hâdiselerin ayyuka çıkıp gelişme temayülü gösterdiği günden itibaren sabır limanımızda korsanvari bir fırtına kopartmadık...

“Şükür ve hamd, Ya Râbb sanadır! Sabrı veren Sen’sin!” dedik.

Ve düşündük... Yunus Emre, yani şu Koca Yunus demişti ki; “Mal sahibi mülk sahibi” ve sormuştu ki; “Hani bunun ilk sahibi?” Yok ve yok...

Velâkin bunu var gibi gören Âlim Efendi(!) zevatlar susmayı bir türlü beceremeyince birkaç kelâm etmek de bize düştü.

Öyle ki; bugün her bir şeyi mevcutken yarın yok olmaya mahkûm malı mülkü, serveti, senedi-sepeti, temeli-binası, hanı-sarayı, bir mühürle ve bir imza arasına sıkıştırılmış şu Cemiyyet-i Avam “Hani bunun ilk sahibi” risalesini sanki okumamış gibi, icazet buldukları Devlet-i Âli’ye (neyse ağır konuşmayalım) falanca gibi filân yerden Hz. İbrahim’e püskürtülürcesine ateş üfürmeye yeltendiler...

Elbette bu, Devlet-i Âli’ye karşı tarihte ilk defa zuhur eden bir isyankâr kalkışma, bir ateşli saldırı değildir... Pehlivan Halil’i idmana sokucu bir Patrona Halil’den Çandarlı Halil’lere kadar, asalet namını taşıyan, fakat asîl davranışlar sergilemeyen halil (sâdık/samimi, dost) sıfatlılar bile bir takım hoca-moca öncü kuvvetleriyle koskoca Osmanlı’yı kendi nizam ve istekleri doğrultusunda yönetmeye kalkıştılar...

Netice bir taraftan kellelerin uçup gitmesine, öbür taraftan devlet işlerinin yerine fitne ve fücurun hâkim olmasına kadar varıp dayandı...

Tarihin bu nev’i çirkinliklerine bakıyoruz da cemiyetleşen bir topluluk içinde iyiler de var, kötüler de... Amma velâkin ne yazık ki, iyilerin sapmadıkları ve mütekâmil bir akılla hareket ettikleri yerde, nefret kırbacının ucuna püskül olanlar da bulunuyor.

Bizim, kendilerini tanıdığımız andan itibaren gönül ve himmet bağıyla zaman zaman hemhâl olabildiğimiz bir cemâ’at, sanki bir kin yumağına bürünmüş hâliyle hem doğru olana, hem de doğruyu söyleyenlere; “Benden değilsin, beni övmüyor, her halûkârda bana sâdık olmuyorsun” cümlelerini çeşitlendirecek bir terkibli kalem-malem ehilleriyle saldırmayı yeğliyor.

Şimdi; ateş salınacak ocaklar kim? Ve ateş üfüren mahfiller kimden? Biri hükümet, biri cemâ’at... Ki cemâ’at, düne kadar bu hükümeti beğeniyordu. Bu hükümet de, bu cemâ’atin yanında yöresinde ve hattâ ocaklarında yetiştirdiği bir amir-memur tabakasına hem hizmet, hem de himmet imkânı vereniydi...

Ve tekrar şimdi; öyleyse İslâmî bilgi ve anlayışla girdiği her ülkenin insanlarına adalet ve uhuvvet dağıtan şu Koca Osmanlı’nın başına dâhilden de, hariçten de çorap örerek ondaki Nizam-ı Âlem ve Tevhid yolunu tıkayamaya çalışanlar emsalinde, birkaç günde bugünkü genç Türkiye’yi ekonomik, siyasî ve beşerî hususlarda sıkıntıya sokmak işi en nihaî noktada kimin veya kimlerin olmalıydı?

Elbette cemâ’at denilen bir yapılanmanın değil... Sadece bir hususta -ki bu dershane denilen gayr-i resmî bir kurumun düzenlenmesi hususuydu- bu cemâ’at, hüküm sahibi akl-ı selim makamlarla oturup konuyu değerlendireceği yerde, elindeki mevcut bütün basın ve yayın imkânlarını kullanarak milletin kafasını karıştırmaya yeltendi. Sanki bu da yetmezcesine “Denize düşen yılana sarılır” misali “arz”larının Samanyolu’na sol tarafı keskin Kılıçdaroğulları’nı yerleştirip onların parlak ve cavlak seslerini ta oralardan dünya denilen yerkürenin en küçük bir noktasında dahi işittirmeyi meselenin tek çözümü olarak gördü. Sanki bir anlamda “marifet iltifata değil, maharet marifete tâbi” sayıldı.

Fikrinde ümmet aşkı olanların zikrinde lânet okumaya asla yer yoktur. Ki o telden ses veren makamlar, bu ders-mers işleri ters dönmeye başlamazdan evvel ne kadar da hüsn-i kalble gönülleri titretici güzel sözler, nadide menkıbeler, ince ve cazib tefekkürler, hattâ her ağzından çıkan sözünden sonra teessür ve hüzünle gözyaşı dökmelerle Kırık Testi’den Âlem-i İslâm’ın bütün samimilerine inhisar etmekteydiler...

Keşke bu makamiyet, her şeye rağmen arızalı gördüğü işler için de aynı koltuğu; “Mal sahibi mülk sahibi ve hani bunun ilk sahibi” nasihatına sâdık ve emsal kalarak kullanabilseydi...

Bu memleketin varlığı ve birliğinin muhafazası için neler neler heba edilmişken!..

Bu memleket, kendi istiklâlinin tesisi için nice canını, nice malını ve mülkünü verenlerin malı ve kanı üzerinde yeniden hayat bulmuşken...

Bu memleketi size ve bize cennet gibi bir vatan yapıp kendilerine düşecek en asil payı dahi istemeden, sadece nesillerinin kardeşçe geçinip gitmesi için bırakan bu ecdadın her sıfatından ve her hasletinden inançta ve fikirde birlik düsturunu almayacağız da, bir taraftan siyasî, diğer taraftan mülkî menfaat için, mü’minatın ocaklarına ateş düşürmeyi mi yeğleyeceğiz.

Şu, bana asıl melânet okunacak tarih gibi gelen 17 Aralık’tan bu yana birkaç dershane, yahut da birkaç payhane için var gücüyle sürdürülen birliği ve dirliği bozucu bu inatlaşma, on-on iki yılda Türkiye’yi dünyanın gözünde itibarlı ve güçlü hâle getirenleri hem asla yok hükmünde sayamaz, hem de bu ülkeyi itibarsızlaştıramaz. Amma cemâ’ati de gülen-güldüren bir toplum olarak bir mihenge yükseltemez...

Bu sebeple aklî muhakemesinde hep nefsî sıkıntı duyanlar, bu sıkıntıyı derhal bertaraf etmelidirler.

Bu sebeble “denize düşenin yılana sarıldığı” gibi, mülkünü deniz görüp pohpoh cemiyetiyle birlikte düne kadar hiç itibar etmedikleri sol cenahlara sarılmaktan vazgeçmeliler ve ara ara hükümet kanadından gelen tavsiyeleri telkin biçiminde özlerine yerleştirmeyi hazmetmeliler.

Yoksa kendilerine inançta da, fikirde de, samimiyette de, sadâkatta da en yakın, hattâ iç içe olanlara sırtlarını dönmeye devam ederlerse, meselenin en acil anında, Eba Müslim Horasani’nin dediği gibi; “Dostlarını ihmal ederek onları kaybettikleri gibi, kendilerine dost seçtikleri düşmanları da kazanamayacaklarından herkesin düşman safında birleşmesiyle yıkılmaları mukadder olur.”

Bu hususiyeti içinde hisseden, yahud da ihmal eden her kimlerse vakit varken hop hop hoplamamalı, aklını başa toplamalı... Bizden hatırlatması...

(Bekir Yalçınkaya/ANKARA)
Yorumlara Git

Tarihi Memduh Paşa Yalısı'nda neler olmuş neler! 115 milyon TL ve altınlar nerede?

Dört gözle bakın kimleri bekliyor! Skandal iddia ortalığı ayağa kaldıracak! Ego'ların savaşı başladı mı?

Yaşı: 10 suçu: Filistin bayrağı taşımak! Alman polisinden utanç verici kovalama

Türkiye'den ABD'ye bomba talep! İki sayfalık listede bakın neler var

Boş yapma Nasrallah! Kurusıkı tehditleriniz artık kimseyi korkutmuyor