Kültür - Sanat
11 Eylül saldırısına bir de böyle bakın!
11 Eylül'le alakalı olarak çoğu soru bugün bile cevap bulamadı. Amerikalı yönetmen Micheal Moore'un çektiği Fahrenheit 9/11 o dönem ve sonrası yaşananlara ışık tutuyor.
Hüseyin Acarlar yeniakit.com.tr
Belgeselin adı belgesel Fahrenheit 9/11. Belgesel dediysem doğa belgeseli değil. Adam gibi belgeli(!) siyasal eleştiri filmi; Fahrenheit 9/11 Ne demek Fahrenheit 9/11 ?
İngilizcede ay günden önce yazılır. Yani 11.9.2001 yerine Ayı öne alarak yazarsınız Fahrenheit sıcaklık ısı manasında olunca belgeselin Türkçe karşılığı 11 Eylül sıcaklığı olarak anlaşılır.
Konu 11 Eylül saldırısının arka planı. Gösterim öncesi Amerika’da birtakım engellemeler oldu. Cannes film festivalinde gösterildiğinde 20 dakika ayakta alkışlandı.
Filmin yönetmeni sinema dünyasında imza attığı her işle tartışma konusu olan Micheal Moore, belgeselde derin ve sağlam provoke edici iç görü ile Amerika güvenlik sistemi üzerine projektörü tutuyor. Paronoya, korku, belirsizlik, hata değerleri ve vatanseverlik kavramlarını bir araya getirip George Washington Bush’un 11 Eylül saldırısının ardındaki gerçeklere ulaşmak yerine Irak’a savaş açma planını deşifresi adeta. Bu belgesel aynı zamanda bazı Suudilerin nasıl güvenli bir biçimde ve gizlice Amerika’dan çıkarıldığını ince ince işlerken bugün için Prens Selman ve Kaşıkçı cinayetini daha rahat çözümleyebileceğiniz perspektifi de bulabiliyorsunuz. Ve elbette ki silah tüccarları ile petrol şirketleri ile ilgili kısmına da dikkat.
11 Eylül'ün ilkin Amerikan halkını etkilediği muhakkak. Her ne kadar bombalar Amerika'yı sarsmış olsa da 11 Eylül'den sonra “Yeni bir haçlı seferi” diyen Bush’un esas derdinin İslam coğrafyası olduğuna şahitlik etmiştik.
Tüm dünyada, sağolsun artık uydular var, herkesin birebir şahit olduğu bir dehşet günüydü 'İkiz Kulelerin Yıkılışı'. Tüm haber kaynakları, bütün televizyonlar dünyanın en ücra köşesine bile New York'ta yaşanan dehşeti yaşattı. Belki terörizmin en büyüğü değildi, ama en fantastiği olduğunda hem fikiriz sanırım.
Belgeselde Michael Moore tarzıyla 11 Eylül sonrası Amerika'nın neler yaşadığına değiniyor. Bu olayın yol açtığı savaşın gerçek nedenlerine. Birebir hedefi de tabi ki koca bir devletin, nam-ı diğer dünyanın süper gücünün başında olan adam, George W. Bush. Önce dört yıl öncesine Bush'un zafer gecesine gidiyorsunuz. Başkanlık seçimleri bitmiş, oylar sayılıyor ve tüm televizyon kanalları ilan ediyor, yeni başkanımız Al Gore. Her nedense bir tek Fox televizyonunda haber farklı geçiyor ve Florida'nın kazanılmasıyla Bush başkan ilan ediliyor, ortalık bir anda karışıyor. Evet o gece tuhaf bir şeyler olmuştu. Bush sadece bir eyaletle, o da yüze yakın oy fazlasıyla başkan olmuş ve Amerika birbirine girmişti. Seçime hile karıştığı ilan edilmiş, Afrika kökenli Amerikalıların oy kullanılmasına engel olunduğu, seçim listelerinin değiştirildiği, kısaca Bush'un başkan olmaması gerektiği tartışılmıştı.
İşte Moore buradan başlıyor yeni Bush devrini anlatmaya. Amerikan kanunlarına göre Kongre'nin seçimlere itiraz edebilmesi için yazılı dilekçenin altında en az bir senatörün imzası olmalı, tabi ne oluyor, Bush'un senatörlerinden hiçbiri dilekçelerin altına imza atmayı kabul etmiyor ve hala şaibesini koruyan bir seçim sonrası Bush başkanlık koltuğuna oturuyor. Başkanlığın devralınacağı gün Washington tarihinin en büyük protestolarından birini yaşıyor ve ilk defa bir başkan klasik seremoniyi uygulayamadan apar topar Beyaz Saray'a kuruluyor.
11 Eylüle kadar Bush hep tatildedir.
Moore'un buraya kadar yaptığı esprili anlatım sıkıcılığı kaldırıyor. 11 Eylül gününü fazla uzatmıyor Moore. Ne yıkım görüyorsunuz, ne kuleler ne de uçaklar. Üç beş insanın yüz ifadesi size günlerden ne olduğunu hatırlatmaya yetiyor. Aynı dehşeti bir daha yaşatmayan ve duygu sömürüsüne varmayan bu anlatım Fahrenheit'a yakışıyor. Ondan sonra neler mi oluyor? Hükümet bir an evvel asılacak adam arayışına giriyor ve Suudi Arabistan'ın en zengin ikinci ailesinden Bin Ladin'lerin veliahdı Usame uygun bulunuyor. Tabi bu arada herkesi garanti altına almak lazım, yarının ne getireceği belli olmaz, tüm uçuşların yasaklandığı Amerikan hava sahasından birkaç uçak yükseliyor ve Bush'un emriyle Amerika topraklarında yaşayan tüm Bin Ladinler ülke dışına çıkarılıyor, aman ne olur ne olmaz. Ya CIA falan bu adamları sorgulamaya başlarsa, kimin ne bildiği belli mi olur!
Amerika Afganistan'ı işgal ediyor, savaş aylar sürüyor, Afgan kadınları bir anda özgürleşiyor ama Usame'den haber yok. Bush bu konuyu da açıklıyor başkan olmanın getirdiği sorumlulukla, "Ben artık o adamı umursamıyorum". Çünkü yeni hedefleri var büyük başkanın; Irak ve Saddam Hüseyin. Usame yapacağını yapmış zaten. Ortadoğu'da Saddam diye bir adam var, Irak'ta bilirsiniz. Petrolü bol diyorlar, eh benim de bir sürü petrol şirketiyle ortaklığım var, bir de savaş çıkarırsam(!), düşünsenize ortağı olduğum silah şirketlerini! Ve Moore'un dediği gibi, o güne kadar Amerika topraklarında tek bir terör eylemi gerçekleştirmemiş bağımsız bir ülkeye savaş açılıyor. Altında yatan sebepler mi? İşte Michael Moore tüm bunları çok çarpıcı belgelerle teker teker belgeselde.
Bugün Ortadoğu’da dünya tarihine kara bir leke olarak geçecek suçlar işlenmişken yönetmenin sadece Amerikan halkı aldatılmış gibi anlatımı belgeselin zayıf tarafı diyelim. Şiddetle izlemenizi tavsiye ederim. Youtube de izleme olanağınız varken kaçırmayın.