AKİT MENÜ

Kültür - Sanat

Okuyucuya yalan söylemedim

Kefendeki Misket, son dönemin başarılı kalemlerinden Yunus Emre Özsaray'ın tanıklık ettiği öykülerden oluşan bir kitap. Yazar, 'Öykülerim yalın sıcak ve masum olsun diye uğraşmadım. Ama yalan da söylemedim. Okuyucuya ait olmadığım bir dünyadan mektuplar, kartpostallar göndermedim' diyor.

Kefendeki Misket, Yunus Emre Özsaray'ın çeşitli dergilerde yayımlanan öykülerinden bir derleme niteliğinde. O hep ihtiyaç duyduğumuz sadelik, masumiyet ve içtenliğin kelime kelime aktığı kitapta, Tahir'in öyküsüne tanık oluyoruz. Kitabı, İz Yayıncılık'tan çıkan Özsaray geleceğin sağlam öykücülerinden sayılıyor.

'Kefenin cebi yok' gündelik hayatta çoğumuzun kullandığı bir ifadeyken, siz bir misket yerleştiriyorsunuz kefene. Bu ikisi arasındaki paralellik nedir?

Kitaba ismini veren bu öykü ve pek çok öykünün ucu açık. Okuyucuyu kesin bir sonuca götürmemeye çalıştım. Kefende misket var mı yok mu buna okur karar verse daha iyi olur sanırım. Sadece bu değil; misket hakikaten misket mi, yoksa başka bir gerçekliğe mi tekabül ediyor, okuyucu bunları da kitabın bütününe bakarak zihninde netleştirecektir. Ama şunu söyleyebilirim: Çocukluğumuzda çok kıymet verdiğimiz kimi şeyleri, terazinin bir kefesine koyarak olaylara baktığımda, bazı hakikatleri daha net görüntüleyebildiğimi düşünüyorum. Bu yüzden hayata ve ölüm gerçeğine çıkış noktası olarak misketten bakmayı denedim.

Misket hayatın gerçeklerine tutulduğunda her şeyi flulaştırır. Ölüm gerçeğine misketten baktığımızda ne görürüz?

Misket, bir dönem çocukluğunun belki de en geçer akçesi. 80-90 lı yılların çocuklarının içinde misketi çok olanın şöyle yürüyüşü falan değişirdi. Bir avuç misketi etrafa saçarken arkadaşların onları kapmak için birbirlerini ezmelerini görmek de seyirlikti. Yaş ilerledikçe hayatın karşımıza çıkardığı oyunlar hep aynı kurgu üzerinde kaldı ama geçer akçeler değişti işte. Geçen yıllarda misket için arkadaşını öldüren bir çocuğun haberini okumuştum. Buyurun size misketten bakılacak bir ölüm gerçeği... Sonra alın bu gerçeği, insanın yaş ilerledikçe değişen hallerine uyarlayın. Hangi sonuca ulaşırız, bunu tam kestiremiyorum. Dünyanın oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu, kefenin cebinin olmadığını, çocukluktaki misketin yerine insan büyüdükçe başka başka şeylerin geçtiğini, kocaman bir miskete benzeyen dünyanın ve içindekilerin ölüm anında kıymetsiz bir misketten daha kıymetli olmayacağını yan yana koyarsak belki bir şeyler görürüz.

BASİTLİKTEKİ DERİNLİK

Anlattığınız öykülere bir yerlerde tanıklığınız var mıydı?

Vardı. Anlattığım her şeye tanıklık ettim. Sonunda da olan biten ne gördüysem kitapta edebiyatın gerektirdiği şekilde ifademi verdim. Belki mezarlıkta misket aramamıştır da başka bir şey aramıştır. Ya da ne bileyim başka öykülerdeki başka gerçeklikler. Kitapta olayları Tahir karakteri üzerinden kısa kısa sembolik hikâyelerle anlatmaya çalıştım. Geleneğimizdeki kıssalarda, menkıbelerdeki usulü kullandım.

Günümüz araçlarıyla ama…

Evet bunu şimdinin araçlarıyla yaptım. O kıssalarda hayatın tam ortasındaki gerçekliklerin kimsenin kafasına çakmadan, dikte edilmeden de güzel anlatıldığını görürüz. Anlatılması elzem olan birçok gerçeklik geleneğimizde kıssalarla anlatılmış. Hatta sadece ehlinin anlayacağı karmaşık meseleleri bir çocuğun da kendine göre bir şeyler anlayabileceği basitlikte vermişler. Kanaatime göre aslolan basitlikteki derinlik.

Öykü okurken belki de en çok ihtiyaç duyduğumuz şey yalınlık, masumiyet ve sıcaklık. Biz okurken böyle düşündük, siz yazarken neler geçti aklınızdan?

Öykü okurken değil ki sadece. Hep aradığımız vasıflar bunlar. Bazı yazarlar, kıyısından dahi geçmedikleri nehirleri içmiş gibi öyküler yazıyorlar. Hissetmedikleri duyguları, yaşamadıkları hayatları yazmaya çalışıyorlar. Sonunda ortaya çıkan, ya gazetelerin 3. sayfa haberi gibi ya da bol tütsü üzerine biraz ney sesi, bir tutam da kuş cıvıltısı koyarak yazılmış sözde tasavvufi atmosfer taşıyan hikâyeler oluyor. Bu tip hikâyelerde, romanlarda samimiyeti göremiyorum. Samimiyet olmayınca da sıcaklık ortadan kalkıyor. Ben, öykülerim yalın sıcak ve masum olsun diye uğraşmadım. Ama yalan da söylemedim. Okuyucuya ait olmadığım bir dünyadan mektuplar, kartpostallar göndermedim. Sonunda da bu öyküler ortaya çıktı.

Kitapta olaylar Tahir'in etrafında dönüyor. Size kitaptan bir soru: Bize Tahir'le ilgili bildiklerinizi anlatır mısınız?

Her insan doğduğunda Tahir. Hangisini anlatayım ki. Ben içlerinden birisini anlattım. Kendi ellerimizle kurduğumuz ama sonra tepemize çöken bir dünyanın karanlığından başını çıkaran birisiydi. Onun, nasıl kirlendiğini, niye kirlendiğini, sonra işlerin nasıl da değiştiğini anlattım. İnsan düşününce içinde bir yerde tahirlik görecektir. Ha, o tahir olan kısmın üzerine mi yürür, yoksa arkasını dönüp de miskete doğru mu yürür artık ona bir şey diyemem. Başta dediğiniz gibi miskete doğru yürürse kefenin cebi yok.

Öykü yazmak için sade bir düşünce dünyası gerektir bana kalırsa. Sizin için ne gerekli?

Haklısınız, öykü yazarken gerçekten de hayatta akıp giden sade hikayeyi görmek gerekiyor. Yaşadığımız birçok olay aynı hikâyenin farklı anlatılarından ibaret… Biz gerçekçilik adına hayattaki karmaşayı mı anlatacağız yoksa o karmaşanın ortaya çıkmasına sebep olan insanlığa dair basit hikâyeye mi odaklanacağız. O karmaşanın ardındaki basit hikâyeye odaklanırsak, meseleyi de basit bir anlatıyla verebiliriz. Toplumdaki karmaşık bir meselenin ardındaki o basit problemi görmüşsem, onu iki çocuğun başından geçen bir olayın sadeliğiyle de anlatabilirim.

ARKADAŞLA KONUŞUR GİBİ

Rasim Özdenören belli ki kaleminizi etkilemiş. Bir öykücü için sevdiği yazarların eserine sirayeti ne anlam ifade ediyor?

Bir geleneğe dayanmadan yetişme olur mu? Bu yüzden bağlı bulunduğunuz gelenekteki yazarların esere sirayetinden daha doğal bir şey yok... Ali Haydar Haksal, Rasim Özdenören, Sezai Karakoç, Necip Fazıl, menkıbeler, kıssalar bütün hepsi eserden önce düşünme biçimine sirayet ediyor. Geriye kalansa meseleleri anlatmak... Bunu anlatırken de Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok... Samimi ve kendine ait bir dille arkadaşınla sohbet eder gibi topladığın bu birikimi anlatır geçersin.

Sizin için yapılan yorumlara bakınca Türk öyküsünde yeni ve sağlam bir ismin geldiği söyleniyor. Bu süreç sizin açınızdan nasıl ilerliyor?

Her şeyden önce yaptığımız işi iyi yapmak zorunluluğumuz var. Hele ki bu el içine çıkacak bir işse daha da özenmek gerekiyor. Yazar, yaptığı işin sağlam olduğuna kanaat etmeden, eserini gün yüzüne çıkarmamalıdır diye düşünüyorum. Bir eser de ortaya çıkmışsa, yazar mutlaka işin sağlam olduğuna inanıyordur. Ben de sağlam bir iş ortaya koyduğumu düşünüyorum. Birileri de aynı kanaatteyse kendime karşı dürüst davranmışım demektir.

Kitabın Künyesi:

Kefendeki Misket

Yunus Emre

Özsaray

İz Yayıncılık

2013

120 sayfa

Yorumlara Git

Tarihi Memduh Paşa Yalısı'nda neler olmuş neler! 115 milyon TL ve altınlar nerede?

Dört gözle bakın kimleri bekliyor! Skandal iddia ortalığı ayağa kaldıracak! Ego'ların savaşı başladı mı?

Yaşı: 10 suçu: Filistin bayrağı taşımak! Alman polisinden utanç verici kovalama

Türkiye'den ABD'ye bomba talep! İki sayfalık listede bakın neler var

Boş yapma Nasrallah! Kurusıkı tehditleriniz artık kimseyi korkutmuyor