AKİT MENÜ

Gündem

yeniakit.com.tr okurları için A'dan Z'ye 28 Şubat'ın anatomisi! Cuntacılara göre en büyük tehlike İslam

28 Şubat darbesi ile normal rotasından çıkarılan Türkiye, maddi ve manevi açıdan tam bir gerileme dönemi yaşadı. Dini ve milli eğitim sekteye uğradı, siyaset büyük yara aldı, ekonomi ise kelimenin tam anlamı ile çöktü. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun "28 Şubat gerekirse bin yıl sürer" dediği süreç, elbette “bin yıl” sürmedi ama Türkiye en az çeyrek asır yıl geriye gitti. Siyasi bahanelerle gerçekleştirilen diğer alçak darbelerin aksine sadece Müslümanları ve ülkenin kasasını hedef alan 28 Şubat’ın anatomisini, darbenin 27. yılında yeniakit.com.tr okurları için derledik…

2024-02-28 16:25:11

 AKİT  ÖZEL 

Tarih: 28 Şubat 1997...

Gün: Cuma...

Yer: Cumhurbaşkanlığı Köşkü...

Süre: 9 saat

Toplantıya katılanlar: Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Tansu Çiller, Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan, İçişleri Bakanı Meral Akşener, Kara Kuvetleri Komutanı Hikmet Köksal, Hava Kuvvetleri Komutanı Ahmet Çörekçi, Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya, Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri İlhan Kılıç...

Toplantıdan çıkan sonuç: Türkiye’nin dördüncü müdahalesi, birinci postmodern darbesi. Paşaların hedefinde mevcut hükümet (Refahyol) var, gerekçe ise çok tanıdık: Tabii ki irtica!..

28 ŞUBAT’A GİDEN YOL

Meclis'te başka alternatif kalmadığı için birinci parti RP ile, üçüncü parti DYP arasında 8 Temmuz 1996'da Refah Yol hükümeti kuruldu. Ancak baştan tavırlı medya, daha ikinci ayı dolmadan "türban-sakal" ile ortamı germeye başladı. Refahyol Hükümeti'ni yıkmaya, sonra da Refah Partisi'ni kapatmaya kadar götürecek olan 28 Şubat postmodern darbesi öncesi ve sonrasında bir dizi olay yaşandı. Bu süreç uzun süre Türkiye'nin bir numaralı gündem maddesi oldu.

28 ŞUBAT SÜRECİ

24 Aralık seçimlerinde, hiçbir partinin tek başına hükümet kuracak çoğunluğu elde edememesi nedeniyle 96 yılı, hükümet kurmaya yönelik nabız yoklamaları ile başladı. 3 Mart 1996'da zoraki olarak kurulan Anayol Hükümeti, DYP liderinin, Anayasa Mahkemesi'nin "Güven ve Çekiç Güç" oylamasını iptal eden kararını öne sürerek ülkenin hükümetsiz kaldığını söylemesiyle yıkılmanın ilk adımı atılmış oldu. DYP liderinin gensoruyla hükümeti-kendi bakanlarının da bulunduğu düşürme kararlığı Yılmaz’ı istifa etme yoluna itti. Ve ANAP lideri gensoru oylamasından 1 gün önce Cumhurbaşkanına istifasını sundu.

REFAHYOL KURULDU

Cumhurbaşkanı Demirel vakit kaybetmeden hükümeti kurma görevini Erbakan'a verdi. Yılmaz, Erbakan'a umut dahi vermedi. Çiller açık kapı bırakarak bir hafta sonrasına randevu verdi. Çiller’in tartışmalı bir GİK toplantısından sonra partisinden tam yetki almasıyla kurulan Refahyol Hükümeti, 8 Temmuz 1996'da alınan güvenoyuyla resmen Türkiye Cumhuriyeti'nin 54. hükümeti oldu.

GERİLİMİN İLK ADIMLARI...

Refahyol işe başladığı günden itibaren aslında medya tarafından hiç sevilmedi. Gazetelerin, 30 Ağustos'ta Gülhane yapılacak tören ve resepsiyonu, "Türban krizi" manşetleriyle haberleştirmesi 28 Şubat sürecinin başlangıcı olarak da alınabilir. Resepsiyona sakallı bakan ve korumalarla Erbakan'ın eşi Nermin Erbakan'ın katılıp katılmayacağı ile alakalı atılan manşetler ortamı germek için kullanıldı.

GEREN MANŞETLER BAŞLIYOR

Ertesi gün, yani 1 Eylül tarihli gazetelerde "Gergin gece" başlığı altında verilen haberde şöyle denildi: "RP'li Fethullah Erbaş'ın PKK kampını ziyareti ile başlayan gerilim, 30 Ağustos davetinde patlak verdi. Davete katılan bütün yüksek rütbeli komutanlar PKK ile gerçekleştirilen temastan duydukları rahatsızlık ile şeriat endişesini dile getirdiler. Davete Erbakan'ın sakallı korumaları alınmadı. Bu uygulama komutanların laiklik konusunda duydukları kaygının açık bir ifadesi olarak yorumlandı." Aynı tarihli bu gazetede üst düzey bir komutanın "keskin" bir mesajına da genişçe yer verildi.

"Adının verilmemesi kaydıyla" gazetelere konuşan üst düzey bir komutanın; "Böyle giderse 2010 daha karanlık olacak. Belki bunu ben göremeyeceğim ama hepiniz yaşayacaksınız. Laiklik konusunda her şey daha kötüye gidiyor. İmam-Hatiplerin açılması durdurulmalı. Durdurulması yetmez, kapatılmalı" şeklindeki sözleri yer alıyordu.

12 Eylül 1996 tarihinde Ertürk Yöndem'in hazırladığı ve TRT-1 ile TRTİnt'de yayınlanan "Perde Arkası" adlı program darbe tartışmalarını daha fazla alevlendirdi. Programda, yaşananlar 12 Eylül öncesine benzetilerek Konya Mitingi ve İran görüntüleri yer aldı. Yöndem'in başkenti sarsan sözleri ise şunlar oldu: "Bugün aradan tam 16 yıl geçti. En acısı şu ki, bugün yine 12 Eylül 1980 öncesi kara günlere dönmek üzereyiz. Acı ve gözyaşı devam ediyor, katliamlar, ölümler devam ediyor. Ülkemiz parçalanma tehlikesini hâlâ tam anlamıyla atlatmış değil. Dün olduğu gibi bugün de silahlı kuvvetlerimiz ülkemizde 12 Eylül ortamını istemiyor. Ancak, ülkemizin birlik ve beraberliği, demokrasi, Atatürk ilke ve inkılapları, vatan toprakları tehlikeye girdiği an yasanın verdiği yetkiyi kullanmak zorundadır."

LİBYA İLE KOPARILAN FIRTINA

28 Şubat'ın bahanesi olarak gösterilen bir diğer olay da Erbakan'ın Libya ziyaretiydi. Libya'yı ziyarete giden RP lideri Erbakan, Kaddafi'nin ağır sözlerine muhatap oldu: "Ortadoğu'daki güneşin altında Kürt milleti de yerini almalı." Ardından söz alan Erbakan, bu sözlere Türkiye'de yaşayan 65 milyon insanın birlik içinde olduğunu belirterek, ''Türkiye'de ırkçılık ve cinsiyet ayrımı yoktur'' diye cevap verdi. Erbakan'ın tepkisi "birileri" tarafından "yeterli" görülmemişti.

Hükümet, artık medyayı dizginlemeye çalışıyor, hükümet üyeleri sert çıkışlarda bulunuyordu.

YAŞZEDELER ORDU İLE RP’NİN ARASINI AÇTI

YAŞ kararları ile orduyla ilişiği kesilenler, Refahlı belediyelerde işe girdi. Erbakan ile ordu arasında soğukluk başladı.

ÇANKAYA’DAKİ İFTAR ÇOK KONUŞULDU

Başbakan Necmettin Erbakan’ın 11 Ocak 1997 Cumartesi günü Başbakanlık Konutunda Din adamları ve Kanaat önderlerine verdiği iftar, “tarikat liderleri ve şeyhler” denilerek şeriat geliyor algısı oluşturuldu.

BAHANE Mİ YOK!

Sırf 2. Mekanize Piyade Tugayı Komutanı Tuğgeneral Doğu Silahçıoğlu öyle istiyor diye, Sultanbeyli'de trafiğinin en yoğun olduğu noktaya Atatürk heykeli dikildi.

KARATEPE “GERÇEK DEMOKRASİ” MAĞDURU

Kayseri'nin RP'li Belediye Başkanı Şükrü Karatepe, 10 Kasım 1996 tarihli RP İl Divan Toplantısı'ndaki konuşmasında, Türkiye'de henüz gerçek demokrasinin olmadığını, hakim güçlerin herkesi kendi görüşleri doğrultusunda hareket etmeye zorladığını öne sürdü. Bu konuşması nedeniyle 1 yıl hapis ve 420 bin lira ağır para cezasına mahkûm edildi.

KUDÜS GECESİ VE CUNTANIN "BALANS AYARI"

Daha önce defalarca düzenlenen Sincan'daki Kudüs Gecesi, o sene ilk defa düzenleniyormuş gibi bir hava ile kamuoyuna sunuldu. 30 Ocak 1997 tarihinde, RP'li Sincan Belediyesi'nin düzenlediği gecede Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız ile İran Büyükelçisi Muhammed Rıza Begheri'nin yaptığı konuşmalar ve yapılan tiyatro gösterileri, Türkiye ile ilgili hiçbir mesaj içermemesine rağmen, "İrticanın hortladığını gösteren en güzel deliller" olarak sunuldu. Konu günlerce manşetlerde kaldı. Hedef gösterilen Belediye Başkanı Bekir Yıldız düşüncelerini açıkladığı sıradan bir konuşma nedeni ile tutuklandı. Sincan’da Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanlığı'na bağlı 20 kadar tank, 15 kariyer, cip ve Reo'lardan oluşan araçlar Sincan'ın merkezinden geçerek, Akıncı Üssü'ne gitti. Açıklamalarda tankların geçişi "tatbikat" olarak tanıtıldı. Ancak, bu "askeri gecit", dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir'in ABD'de yaptığı konuşmadaki ifadesiyle "demokrasiye balans ayarı" idi.

KOMAN TBMM'YE İFADE VERMEDİ

28 Şubat sürecinde yaşanan bir diğer gerginlik ise Susurluk Davası'nda yaşananlardı.
Susurluk'ta meydana gelen trafik kazasında mafya, siyasetçi, polis ilişkileri açığa çıktı. Başbakan Erbakan 'fasa fiso' dedi, Adalet Bakanı Şevket Kazan ise, aydınlık için bir dakika karanlık toplumsal eylemi için 'mumsöndü oynuyorlar' dedi.

Asker, Susurluk'a bulaşan bazı komutanlara yönelik iddialardan oldukça rahatsızdı. RP'li Mehmet Elkatmış'ın başkanlığını yürüttüğü Susurluk Komisyonu, Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman'ı, iddialarla ilgili açıklama yapmak üzere ifadeye çağırdı. 26 Ocak 1997'de Milliyet'te Susurluk'un asker bağlantısının örtülmesi için Susurluk komisyonunu suçlayan bir haber yapıldı. Koman, komisyona ifade vermedi.

Ardından, Yüksek rütbeli subaylar 22 Ocak 1997 tarihinde Gölcük'te toplanarak “irticanın iktidarda” olduğunu tartıştılar.

BEŞLİ ÇETE İŞBAŞINDA

28 Şubat’ta “Beşli çete” diye anılan İşveren ve işçi örgütleri; TİSK, Türk-İş, DİSK, TOBB ve TESK iktidara karşı eleştiriye başladılar. Kadın örgütleri, "şeriata karşı laiklik yürüyüşü" yaptı. Refik Baydur, "en büyük tehlike siyasal İslam" dedi.

VE ÇÖKÜŞÜN BAŞLANGICI

Günlerce, hatta haftalarca hükümet aleyhine sürdürülen kampanya, 28 Şubat'a geldi dayandı.28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısı, suni olarak çıkarılmış gergin havada gerçekleşti. Yaklaşık dokuz saat süren bu toplantıda hayali iç düşman icat edildi. Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya'nın "irtica, PKK'dan daha tehlikeli" açıklamasıyla, 35 bin insanımızı katleden PKK artık birinci tehlike olmaktan çıkıyordu. Söz konusu toplantı sonrasında başlayan 28 Şubat postmodern darbe sürecinde, kişilerden kurumlara kadar muhafazakâr kesim büyük bir gözetim ve tahakküm altında tutulmak istendi.

Erbakan bu toplantıdan çıkan kararları ilk başta imzalamadı. Liderler turuna çıktı ve "ülkenin kaos ortamına sürüklendiğini" anlattı, demokrasiye sahip çıkılmasını istedi. Ancak demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan siyasi partiler, kendi menfaatleri uğruna demokrasiye destek vermediler.

O tarihte muhalefette olan ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit, hatta TBMM'de temsil edilmediği halde ziyaretine gidilen MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, meşru hükümete destek vermeyerek antidemokratik bir tavır sergilediler.

Erbakan, siyasilerin bile demokrasiye sahip çıkmamalarına rağmen askerlerin dayattığı metinde bazı değişiklikler yaptırdıktan sonra, alınan kararların hükümete gönderilmesi anlamında olmak üzere MGK bildirisini imzaladı.

Son sahne: Brifingler

Genelkurmay Başkanlığı; Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay üyeler, Üniversite Rektörlerini ve gazetecileri Karargâha çağırarak "irtica brifingleri" verdi.

Refah Partisi hakkında açılan davaların üzerinden birkaç gün geçtikten sonra da “Brifingler” darbe günlüğünü süslemeye başladı. Brifingler, darbe senaryoları, hatta verilen tarihler...

Askerler tarafından yargı mensupları başta olmak üzere birçok meslek grubuna “irticanın içinde bulunduğu durumu ayrıntılarıyla gösteren” brifingler verildi. 11 Haziran 1997’de, Genelkurmay Başkanlığı basına verdiği brifingde “Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya çalışan irticaya karşı mücadelede gerekirse silah kullanılacağını” açıkladı. Komutanların irticaya karşı “Batı Çalışma Grubu”nu kurduğu da kamuoyuna yansıtıldı. 28 Şubat sürecinin kanaatimizce en önemli ayağı, verilen bu brifinglerdi. Çünkü 28 Şubat “postmodern bir darbe” olduğu için, müdahale de yargı ve medya aracılığıyla yapılmıştı. Nitekim Sincan’daki Kudüs Gecesi’nden bu yana önce medya yazdı, ardından savcılar dava açtı ve son darbe ise hakimler tarafından vuruldu.

Brifingde, muhtıralara zemin hazırlayan İç Hizmet Kanunu 35. maddesine de atıfta bulunuluyordu: Silahlı Kuvvetlerin vazifesi, Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan TC’yi kollamak ve korumaktır. TSK için durumdan vazife çıkarmak bir görevdir.

Brifinglerle birlikte Refahyol hükümeti üzerindeki baskılar yoğunlaştı. Kamuoyuna, Refahyol’un yıkılarak yerine yeni bir hükümet kurulduğu takdirde sorunların kendiliğinden hallolacağı pompalanıyordu.

Genelkurmay’ın ışıklarının takip edildiği, ışıkların sabahlara kadar yandığı yönündeki haberler, daha da ötesi önce fısıltı gazetesiyle el altından, ardından basın yoluyla kamuoyuna duyurulan darbe tarihleri, işçi ve işveren kurumlarının bir araya gelerek “Beşli Çete” oluşturup “deklarasyon” yayınlamaları, DYP’deki istifalar ve yoğun istifa tehditleri ve son olarak brifinglerin oluşturduğu hava ile ülkenin içine itildiği gerilim Refahyol’un yıkılması için her türlü ortamın hazırlanmasını sağladı. Erbakan ve Çiller, çözümü koalisyon protokolünde buldu. Protokolde de yer aldığı şekliyle, Başbakanlık Çiller’e devredilerek, Refah Partisi ile yeniden koalisyon hükümeti kurulmalıydı. 8 Temmuz 1996’da güvenoyu alan 54. Hükümet Refahyol, 18 Haziran 1997’de sona erdi.

ÇİLLER’İN BAŞBAKANLIĞI KÖŞK’E TAKILDI

Erbakan, Çiller ve Yazıcıoğlu, ortak basın toplantısı düzenlediler ve 54. Hükümet’in sona erdiğini açıkladılar. Erbakan, Demirel’e istifasıyla birlikte üçlü deklarasyonu da sundu. Ancak Demirel, hükümet ortaklarının arasındaki protokolü dikkate almadı ve hükümeti kurma görevini TBMM'de çoğunluğu olmayan muhalefete, ANAP genel başkanı Mesut Yılmaz'a verdi.
Daha sonraki Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, birçok DYP milletvekilini bizzat arayarak partilerinden istifa etmeleri gerektiğini, etmezler ve Mesut Yılmaz hükümeti güvenoyu alamazsa askeri darbe olacağını tehdit olarak öne sürerek, DYP grubunun parçalanmasını sağladı. 12 Temmuz'da Mesut Yılmaz başkanlığında ANAP - DSP - Demokrat Türkiye Partisi arasında kurulan 55. hükümet TBMM'den güvenoyu aldı.

MGK'nın 28 Şubat kararlarının ardından özellikle 18 Nisan 1999 seçimlerine kadar süren zaman diliminde 14 Ağustos 1997'de 8 yıllık kesintisiz eğitim kanunu TBMM’de kabul edildi. Bu kanunla İmam Hatip Liseleri dâhil Meslek Liselerinin ortaokul bölümleri kapatıldı. Ayrıca Meslek Liselerinden mezun olanların ÖSS Üniversite'ye Giriş Sınavından aldıkları puanla kendi bölümleri dışında tercih yapmaları halinde ortaöğretim başarı puanlarının daha düşük katsayı ile hesaplanması kararı alındı. Bu uygulama resmen "İmam Hatip Liselerinin önünün kesilmesi" demekti. 21 Mayıs 1997'de Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş'ın, Anayasa Mahkemesi'nde Refah Partisi için açtığı kapatma davası 1 yıl sonra sonuçlandı. 17 Ocak 1998'de Anayasa Mahkemesi, Refah Partisi'nin, "laik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemleri saptandığından" içerikli gerekçeyle kapatılmasına karar verdi. RP'nin mallarının Hazine'ye devredilmesi kararlaştırıldı. Necmettin Erbakan ve 6 partilinin milletvekillikleri 22 Şubat 1998 tarihinde sona ermiş ve beş yıl süreyle parti üyeliği yapmaları yasaklanmıştır.

İRTİCA(!)’YA GÖZALTI

İrticai faaliyette bulunduğu iddiasıyla Aczimendi grubunun lideri Müslüm Gündüz 1997'de IBDA-C lideri mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu'da 1998'in son günlerinde İstanbul'da yakalandı. Daha sonra Başbakanlık Takip Kurulu ve Emniyet Genel Müdürlüğü kayıtlarından hazırlanan rapora göre, güvenlik ve istihbarat birimleri, 1997'de 2 bin 956 kişiyi, 1998'de ise 4 bin 420 kişiyi "irticai faaliyetlere katıldıkları" gerekçesiyle gözaltına aldı.

28 ŞUBAT’IN BİLANÇOSU

28 Şubat’ın ekonomiye darbesi tam olarak 60 milyar dolar!..
¥ Refahyol yıkıldıktan sonra dört yıl içerisinde tam 19 bankanın içi boşaltıldı. Sadece bu 19 bankanın devlete verdiği zarar 20 milyar dolar.
¥ Kamu bankalarının “görev zararı” adı altında Hazine’ye külfeti ise 40 milyar doları aştı.
Yani, sadece banka hortumlamalarının ve görev zararlarının devlete verdiği toplam zarar 60 milyar dolar.
Böylece Türkiye, 28 Şubat MGK toplantısıyla “irtica”dan kurtulup, IMF’nin boyunduruğuna giriyordu.

MANEVİ VE SİYASİ YIKIMLAR

28 Şubat 1997’den sonra;
¥ İHL’ler kapatıldı.
¥ 28 Şubat sürecindeki 'irtica' gerekçesiyle 1043 subay YAŞ kararı ile ordudan atıldı.
¥ Bale ve piyano öğrenmesi serbest olan 12 yaşından küçük çocukların Kur’an kurslarına gitmesi yasaklandı.
¥ Hafızlık müessesesi büyük oranda darbe yedi.
¥ Başörtüsü yasağı İlahiyat fakülteleri ve İmam-Hatip liseleri de dahil olmak üzere hemen her yere sıçradı.
¥ Refah Partisi ve Fazilet Partisi kapatıldı.
¥ Erbakan ve arkadaşlarına siyaset yasağı getirildi.
¥ Tayyip Erdoğan ve Hasan Celal Güzel hapse atıldı, siyasi özgürlükleri elinden alındı.
¥ Camilerin yapımına kısıtlama getirildi
¥ Birçok vakıf ve derneğin kapısına kilit vuruldu.
¥ Siyasetçiler ve gazeteciler düşüncelerinden dolayı hapse atıldı.

EKONOMİK YIKIMLAR

¥ 19 banka “içi boşaltılarak” hortumlandı.
¥ İç borç 6.6 katrilyon liradan 117.3 katrilyon liraya çıktı.
¥ Dış borç 84.9 milyar dolardan 119 milyar dolara çıktı.
¥ Doların TL karşısındaki değeri 122 bin 420 liradan 1 milyon 350 bin liraya çıktı.
¥ Yoksulluk sınırı 62 milyon liradan 1 milyar 2 milyon liraya fırladı.
¥ Kişi başına düşen milli gelir 3 bin 105 dolardan 2 bin 261 dolara geriledi.
¥ Enflasyon yüzde 78.6’dan yüzde 92’ye çıktı.
¥ Mutfak tüpü 813 bin liradan 14 milyon 820 bin liraya fırladı.
¥ Bir litre benzin 28 Şubat 1997’de 84 bin 430 lirayken, 2001’de 1 milyon 302 liraya yükseldi.
¥ Gayri Safi Milli Hasıla 192.3 milyar dolardan 169 milyar dolara geriledi.
¥ Borçların GSMH’ye oranı yüzde 60’dan yüzde 110’a çıktı.
¥ Asgari ücret 143 dolardan 120 dolara düştü.
¥ İşsiz insan sayısı 11.5 milyon civarına çıktı.
Ekonomik ve siyasal anlamda Türkiye’yi 10 yıl, belki de 20 yıl geriye götüren 28 Şubat postmodern darbeye neden gerek duyulmuştu? Bir başka deyişle ülke darbe ortamına nasıl sürüklenmişti?.. Bugün darbeyi hazırlayanlar haricinde herkesin merak ettiği bu sorunun cevabı ise hâlâ belirsizliğini koruyor...

REFAHYOL ÖNEMLİ ADIMLAR ATTI

28 Şubat 1997’de iktidarda olan Refahyol hükümeti döneminde Türkiye ekonomisi için çok önemli adımlar atılmıştı...
Bunları şöyle sıralayabiliriz;

¥ Kara paranın aklanması: 19 Kasım 1996’da kara paranın aklanmasıyla ilgili kanun çıkarıldı. Bu kanun, 1988 yılında imza attığımız uluslararası anlaşmalar gereği Türkiye’de uygulanması gerekiyordu. Bugün kara parayla ilgili bazı operasyonlar, Refahyol hükümeti döneminde çıkarılan bu kanun sayesinde yapılabilmektedir.
¥ Havuz sistemi: Kârda olan bazı KİT’ler bankalara yüzde 5 faizle para yatırırken, zararda olan KİT’ler aynı bankalardan yüzde 135’le borçlanıyordu. Bunun önlemek için kamuoyunda havuz sistemi olarak bilinen sistem işlerlik kazandı. Bu uygulamadan sonra kârda olan KİT’ler zararda olan KİT’lere yüzde 50 kredi verir hale geldi.
¥ Denk Bütçe: Bütçe denk değilse istikrarlı para politikası olmaz, istikrarlı para politikası olmayınca da istikrarlı bir siyaset ve ekonomi de işlerlik kazanamaz. Hükümetin hem DYP hem de RP kanadı denk bütçe üzerinde özellikle durarak, Türkiye’de ilk kez denk bütçeden bahseden bir hükümet oldu.
¥ Kamu bankalarının Özelleştirme yoluyla elden çıkarılması da Refahyol hükümeti döneminde başladı.
¥ İşçi yüzde 120, memur yüzde 130, Asgari ücretli yüzde 101,
Bağkur’lu yüzde 221 reel zam aldı.

28 ŞUBATTA İÇİ BOŞALTILAN BANKALAR

BANKA MİKTAR TARİH SAHİBİ
Esbank 1.5 milyar dolar 12 Aralık 1999 Yavuz Zeytinoğlu
Egebank 1.3 milyar dolar 12 Aralık 1999 Murat Demirel
Demirbank 1.2 milyar dolar 6 Aralık 2000 Halit Cıngıllıoğlu
Yaşarbank 1.1 milyar dolar 12 Aralık 1999 Selçuk Yaşar
İnterbank 1 milyar dolar 7 Ocak 1999 Cavit Çağlar
Toprakbank 1 milyar dolar 1 Aralık 2001 Halis Toprak
Türkbank 700 milyon dolar 6 Kasım 1997 Korkmaz Yiğit
Yurtbank 650 milyon dolar 12 Aralık 1999 Ali Avni Balkaner
İktisat Bankası 500 milyon dolar 15 Mart 2001 Erol Aksoy
Sümerbank 450 milyon dolar 12 Aralık 1999 HayyamGaripoğlu
Etibank 438 milyon dolar 27 Aralık 2000 Dinç Bilgin
Bankekspres 350 milyon dolar 12 Aralık 1998 Korkmaz Yiğit
Bank Kapital 167 milyon dolar 27 Ekim 2000 Mahmut Ceylan
Ulusalbank Belirsiz 28 Şubat 2001 Halit Cıngıllıoğlu
Kentbank Belirsiz 10 Temmuz 2001
Bayındırbank Belirsiz 10 Temmuz 2001 Kamuran Çörtürk
Sitebank Belirsiz 10 Temmuz 2001 Meral Sürmeli
Tarişbank Belirsiz 10 Temmuz 2001 Tariş
EGS Bank Belirsiz 10 Temmuz 2001 EGS Holding

KUTU KUTU.. TAHLİYELERDE GÜLEN’İN PARMAĞI VAR

28 Şubat davası kapsamında tutuklu yargılanan dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir, Genel Sekreteri emekli Tümgeneral Erol Özkasnak, emekli Orgeneral Çetin Doğan, emekli Tümgeneral Kenan Deniz ve emekli Tuğgeneral İdris Koralp, adli kontrol şartıyla tahliye edilmişti. Darbeci Generallerin tahliyelerinde Fethullah Gülen ile ilgili şok bir ayrıntı ortaya çıkmıştı.

FETÖ/PDY İhanet Şebekesi Lideri Fethullah Gülen, Balyoz, Ergenekon ve 28 Şubat davalarından yargılanan generaller için "Bana dokunan bir yanı vardı, yaşlı başlı adamlar böyle orada hesap verince ciğerim yanıyor benim. Elimde bir imkân olsa, ben onların hepsine serbestsiniz derim" dedikten sonra, 28 Şubat davası kapsamında tutuklanan ne kadar general varsa hepsi serbest bırakılmıştı.

Yorumlara Git

Adıyaman'daki deprem konutlarında Türk bayrağını yere attılar: Evlerini geri alın, yazıklar olsun

Türkiye yeni güne dev operasyonla uyandı! Tam 23 ilde yapıldı

Siber güvenlik için Türkiye harekete geçti! Konu Ekim ayında mecliste

Türkiye'ye gündeme oturacak savunma sanayi teklifi

Robot Sophia CHP’ye pahalıya patladı