AKİT MENÜ

Aktüel

İklim kanunu üzerine

Dünya, fizik, kimya ve diğer tüm bilimlerin geçerli olduğu hassas bir denge üzerine kuruludur. Bu denge; fırtına, yangın, deprem, göktaşı gibi felaketler karşısında belli toleranslara sahiptir. Nitekim bugüne kadar sayısız felaket yaşanmasına rağmen, Dünya hâlâ insanlar için yaşanabilir bir gezegen olmaya devam etmektedir.

Haber Merkezi

AYBÜ Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Prof. Dr. Hasan Okuyucu

Dünyanın fiziksel bir büyüklüğü, sınırlı bir oksijen ve besin kaynağı kapasitesi vardır. Bu kapasitenin mevcut hali ile korunması; doğal kaynakların verimli kullanılması, çevre dostu teknolojilerle üretim yapılması ve kaynakların adil bir şekilde dağıtılmasıyla doğrudan ilişkilidir. Sanayi Devrimi ile birlikte üretim kapasitesi ve verimliliği arttı. Bilimsel gelişmeler sayesinde tarım daha etkin hale geldi ve besin üretimi büyük ölçüde çoğaldı. Geçmişte, dünya nüfusunun çok daha az olduğu zamanlarda kıtlıklar yaşanırken, 1800 yılında 1 milyar, 1930 yılında 2 milyar, 1960 yılında 3 milyara ulaşan ve günümüzde 8 milyarı geçen Dünya nüfusuna rağmen geçmişe kıyasla daha az açlık yaşanmaktadır. Ancak günümüzde bazı ülkeler kaynaklara erişimde zorluk yaşarken, bazıları bu kaynakları stratejik gerekçelerle gelecek nesiller için saklamaktadır.

Sanayi Devrimi ile birlikte fosil yakıt (petrol, doğalgaz, kömür) tüketimi arttı ve atmosfere salınan karbon dioksit miktarı önemli ölçüde yükseldi. Dünya, doğal olarak karbondioksiti dönüştürebilecek bir kapasiteye sahiptir, ancak bu kapasitenin günümüzde aşıldığı anlaşılmaktadır. Atmosferdeki gazların oluşturduğu bileşim, yeryüzü sıcaklığını yaşanabilir seviyede tutmaktadır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında artan teknoloji üretimi, karbondioksit salınımını büyük ölçüde artırmış atmosferdeki oranını sanayi devrimi öncesine göre iki katına çıkarmıştır. Bu artış, dünya ortalama sıcaklığını yaklaşık 1°C’den fazla yükseltmiştir. Bunun sonucu olarak, buzulların erimesi hızlanmış, kar yağışı azalmış, sağanak yağışlar ve ani seller daha sık görülmeye başlamıştır. Atmosferdeki karbon dioksit, yalnızca kara yüzeyi tarafından değil, okyanuslar tarafından da emilmekte ve bir denge sağlanmaktadır. Artan karbon dioksit sebebiyle son yüzyılda denizlerin pH değeri 0,1 oranında azalmış, yani asidik hale gelmeye başlamıştır. Bu durum, deniz ekosistemini ve deniz ürünlerinin yaşam alanlarını olumsuz etkilemektedir.

Bilim insanlarının uyarıları doğrultusunda, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında, 1997 yılında Japonya’nın Kyoto kentinde, 2015 yılında ise Fransa’nın Paris kentinde iklim zirveleri düzenlenmiştir. Bu toplantılarda ülkeler, sera gazı salınımlarını sınırlandırmak yönünde ortak kararlar almıştır. Kyoto Protokolü ile 36 gelişmiş ülke, 1990 yılına göre sera gazı emisyonlarını % 4 oranında azaltmayı taahhüt etti. ABD protokolü onaylamadı, Kanada ise sonradan çekildi. Taahhütte bulunan ülkelerin tamamı hedeflerine ulaşırken, dokuz ülke hedeflerini tutturmak için esneklik mekanizmalarına başvurdu. 2008–2012 yılları arasında bu ülkelerin ortalama emisyonları, 1990 seviyesinin %24,2 altına düşmüştü. Ancak bu düşüşün büyük ölçüde Sovyetler Birliği’nin dağılması ve 2008 küresel finansal krizi gibi dış etkenlerden kaynaklandığı için anlaşmaya imza koyan ülkeler sera gazı emisyonu bakımından iyileştirmede başarılı olamadılar. ABD ve Kanada dâhil edildiğinde emisyonlardaki toplam azalma %11,8 olarak hesaplanmıştır.

Ancak Kyoto Protokolü’nü imzalayan bu 36 ülke, 2010 yılı itibarıyla küresel sera gazı emisyonlarının yalnızca % 24’ünden sorumluydu. Dünya geneline bakıldığında sera gazı salınımlarının 1990’dan 2010’a % 32 oranında artmış olduğu gözlenmiş yani Kyoto protokolü atmosferin korunması bakımından işlevsel olmamıştır.

Küresel çapta daha etkili ve kapsayıcı bir düzenleme hedefiyle, 2015 yılında Paris İklim Anlaşması 194 ülkenin katılımıyla imzalanmıştır. Paris Anlaşması’nın temel hedefleri şunlardır:

• Küresel ısınmayı 1,5°C’nin altında tutmak,
• Her ülkenin kendi belirleyeceği hedefler doğrultusunda sera gazı salınımını azaltması,
• Bu hedeflerin her beş yılda bir güncellenmesi,
• 2050 yılına kadar küresel sera gazı salınımının sıfıra indirilmesi,
• Gelişmiş ülkelerin her yıl 100 milyar dolar bütçe ayırarak gelişmekte olan ülkelere iklim değişikliğiyle mücadelede destek vermesi,
• Her ülkenin bu kapsamda yaptığı çalışmaları şeffaf bir biçimde raporlaması.

Sera gazı salınımında etkin bir çalışma yapan ve Avrupa Birliği ülkelerinin de koordinasyonunu sağlayan Almanya 2005 yılından itibaren sera gazı salınımını azaltmış ve ülkede sanayiden kişisel yaşama ve ulaşım alt yapısına kadar pek çok alanda yapmış olduğu çalışma ile sera gazı salınımında önemli düşüşler sağlamayı başarmıştır. Almanya, 2030 itibari ile sera gazı salınımını 1990 yılında yapmış olduğu sera gazı salınımının %65’i seviyesine indirmeyi hedeflemektedir. Almanya’nın sera gazı salınımı Avrupa Birliği ülkelerinin salgılamış olduğu sera gazı salınımının %23,7’sini oluşturmaktadır ve 2005 yılından 2023 yılına kadar sera gazı salınımında %30,5 oranında bir azaltmayı başarmıştır. Almanya, ülke ve endüstriyel kullanım olarak sera gazı salınımı alanında yeşil dönüşüm konusunda Dünya genelinde başarılı olan ülkelerden biri olmasına rağmen binaların ısıtılması ve ulaşım sektörü konularında bireylere dayalı sera gazı salınımı azaltılmasında Avrupa Birliği ülkelerinin gerisinde kalmıştır.

Almanya’da nükleer enerji santrallerinin azaltılması, güneş ve rüzgar enerjisinin yaygınlaştırılması, binalardaki yalıtım ve ısıtma sistemlerinin geliştirilmesi, ulaşım araçlarında elektrik gücüne geçilmesi ve hayvan besiciliği ile tarım alanlarında daha az metan ve azot oksit salınımı yapan yöntemlere geçilmesi hep bir bütünlük içerisinde yürütülmektedir. Almanya, Paris İklim Anlaşmasının ardından “İklim Eylem Planı 2050” düzenlemesini 2015 yılında parlamento onayından geçirerek yapacaklarını uluslararası platformda beyan etmiştir.

Eylem planına göre Almanya

2050 yılında sera gazı salınımını atmosferi etkilemeyecek seviyeye indirmeyi,

2050 yılında gerçekleşecek bu azaltmanın hangi alanlarda hangi metotlarla yapılacağının belirlenmesi ve kamuoyuyla paylaşılması, 2030 yılına kadar tüm sektörlerde sera gazı salınımın azaltılmasına yönelik hedeflerin ve kilometre taşlarının belirlenmesi,

Her sektör için stratejik önlemlerin belirlenmesi ve sera gazı salınımın azaltılması için tüm sektörlerde farkındalık ve süreç yönetimi konularının oluşturulması konularını esasa bağlamıştır.

Almanya, yeşil dönüşümün finansal maliyetini de hesaplamış ve 2045 yılında sıfır emisyon hedefine ulaşmak için yapılması gereken dönüşüm ve düzenlemeler için yaklaşık 5 trilyon Euro’luk bir bütçeye ihtiyaç duyulduğunu belirtmiştir. Bu bütçenin 500 milyar Euro’luk kısmının ise sektörün ve ilgili tarafların finansal olarak desteklenmesi için kullanılacağı öngörülmektedir.

Bu dönüşüm sürecinin; başta binalar ve fiziki yaşam alanlarının enerji verimli hâle getirilmesi, sanayinin karbon salımı yapmayan üretim süreçlerine dönüştürülmesi ve ulaşım sektörünün yenilenebilir enerjiyle çalışan elektrikli sistemlerle yeniden yapılandırılmasını kapsadığı ifade edilmektedir. Ülkemizde ise geçtiğimiz ay Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulan ancak şu an beklemeye alınmış olan İklim Kanunu taslağı;

• Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı,
• Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı,
• Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı,
• Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı,
• Tarım ve Orman Bakanlığı

ve yerel yönetimlerin sorumluluğunda çeşitli yasal düzenlemeleri içermektedir.

Söz konusu düzenlemelerde atık geri kazanımı ve fosil yakıt kullanımına ilişkin sayısal hedefler gibi önemli unsurlar yer alsa da, kanunun genelinde bütüncül bir stratejik yaklaşımın eksik olduğu görülmektedir. Özellikle enerji üretiminde önümüzdeki 5 ve 10 yıllık süreçte hangi dönüşümlerin gerçekleştirileceğine dair net bir yol haritası sunulmamıştır.

Buna ek olarak, Avrupa ülkelerinde atıkların bertarafı sanayicilere ve diğer atık üreticilerine ciddi maliyet ve sorumluluklar yüklerken, ülkemizde bu atıklar Avrupa’dan alınarak dönüştürülmek üzere bir gelir kapısı olarak değerlendirilmekte olup gereksiz bir karbon salınımı unsurunu üstlenmemize yol açmaktadır.
Almanya ve diğer gelişmiş ülkeler, yeşil dönüşüm için ayırdıkları bütçeyi kendi teknolojik altyapılarını güçlendirmek amacıyla, kaynakların ülke içinde kalacağı şekilde tasarlamaktadır. Böylece hem ekonomilerini canlı tutmakta hem de bu süreci teknolojik yetkinliklerini artırmak için bir fırsata dönüştürmektedirler.
Ülkemizde de bakanlıklar arası etkin koordinasyonun sağlandığı, ülkenin mevcut teknolojik altyapısının dikkate alındığı, stratejik ve bütüncül bir yaklaşıma ihtiyaç duyulmaktadır.

Yorumlara Git

Durduk yere 3 kişi öldü! Ehliyetsiz sürücü dehşeti

CHP'li baklava kutusu mahkemede!

Türk ekonomisinde işler tıkırında! CDS priminde sert düşüş

Otomobil ve hafif ticari araç pazarı yüzde 10 büyüdü! Elektrikli otomobil satışlarında büyük artış

Milli YTA yörüngede ateşlenecek dünyanın ilk hibrit motoruyla tarihe geçecek Fergani ile uzayda tarih yazıyoruz