Aktüel
Hedeflenen Gençlik: Büyük Doğu Nesli
Hasan Karademir’in İslami Haber’de yayımlanan yazısında, Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu” ideali bir dergiden öte, nesillerin ruhunu yoğuran bir diriliş hareketi olarak anlatılıyor. Karademir, “O ve Ben” ve “Kafa Kâğıdı”ndan hareketle, Büyük Doğu’nun Türk sağı ve İslamcılık sosyolojisine kazandırdığı özgüven, aksiyon ruhu ve yeni insan tipini ele alıyor. İşte o yazı:
Hasan Karademir’in İslami Haber’de yayımlanan yazısında, Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu” ideali bir dergiden öte, nesillerin ruhunu yoğuran bir diriliş hareketi olarak anlatılıyor. Karademir, “O ve Ben” ve “Kafa Kâğıdı”ndan hareketle, Büyük Doğu’nun Türk sağı ve İslamcılık sosyolojisine kazandırdığı özgüven, aksiyon ruhu ve yeni insan tipini ele alıyor. İşte o yazı:
“Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim, / Minicik gövdeme yüklü Kafdağı, / Bir zerreciğim ki, Arş’a gebeyim, / Dev sancılarımın budur kaynağı!”
Üstad’ın bu dizeleri, onun fikri ve ruhi macerasının da bir özeti gibidir. Büyük Doğu, işte bu “dev sancılar”ın tezahürü, Arş’a gebe bir zerreciğin koca bir dağı sarsan heyulasıdır. Bu çalışmada, Üstad’ın otobiyografik eseri “O ve Ben” ile “Kafa Kâğıdı”ndan damıttığımız hakikatleri esas alarak, Büyük Doğu mirasının Türk Sağı ve İslamcılık sosyolojisine nasıl nakşedildiğini anlamaya çalışacağız. Maksadımız, yalnızca soğuk bir tarih okuması yapmak değil, bir neslin ruh kökünü nasıl bulduğunun hikâyesine ortak olmaktır.
Kırılma Anı: “O ve Ben”deki Milat ve Büyük Doğu’nun Doğuşu
Üstad Necip Fazıl’ın hayatı, 1934 senesinde Beyoğlu’ndaki Ağa Camii’nde bir cumartesi günü, Abdülhakîm Arvasî Hazretleri ile karşılaştığı o benzersiz “milat”la ikiye bölünmüştür. Kendi ifadesiyle, o ana kadar “Ben ve Ötesi” ile sınırlı olan dünyası, o anda “O ve Ben”e dönüşmüştür. Bu, sıradan bir tanışma değil, bir “emanet”in devralınışıdır. “Bana, yakanızı Allah’a satın! dediler; sattım.” sözü, bu emanete verdiği sözdür, deruni bir bağlılığın ahdidir. Bu andan itibaren, kendisini “fildişi kulesinden cemiyet meydanına atılmış” hisseden Üstad, sanatını ve zekasını artık sadece kendi için değil, bir “mana arayışı”nın ve bu arayışı tüm bir millete iletme vazifesinin hizmetine vakfedecektir.
İşte Büyük Doğu dergisi, tam da bu kutlu vazifenin somutlaşmış halidir. 1943’te, tek parti döneminin jakoben ve katı laiklik politikalarının toplumu İslami köklerinden kopardığı bir zamanda, bir bayrak gibi açılmıştır. Üstad, bu dergiyi “İslam’ın emir subaylığı”na talip olarak çıkarır sahneye. Bu, sadece bir yayın çıkarmak değil, bir mevzi açmaktır. Onun deyişiyle, “Allah’ın adını bayraklaştırmak” için çıkılan bu yolda, dergi sürekli kapatılacak, toplatılacak, sayıları sansürlenecek, kendisi mahkemelere sürüklenecek, hapishanelere düşecek ama asla “taviz” verilmeyecektir. Her kapatılış, yeni ve daha gür bir sesle yeniden doğuşun işareti olacaktır. Bu amansız mücadele, derginin her sayfasına, every satırına sinmiş “dava şuuru”nu da beraberinde getirmiş; onu okuyan genç dimağlara sadece fikir değil, aynı zamanda bir “aksiyon ruhu” aşılamıştır. Büyük Doğu, bu haliyle, bir fikir platformu olmanın ötesinde, bir “cemaatleşme ruhu”nun ve “diriliş” çığlığının nesillere aktarıldığı bir ocak vazifesi görmüştür.
Büyük Doğu, yayınlandığı dönem itibarıyla sadece bir fikir dergisi değil, adeta toplumsal bir şifahaneydi. Tek parti iktidarının resmi ideolojisinin dayattığı tarih, kültür ve kimlik tahribatına karşı, İslami kimliği bir “reddiye” olmaktan çıkarıp bir “inşa” projesine dönüştürmeyi hedefliyordu. Bu inşa, estetik bir proje olduğu kadar, köklü bir tarih okumasını da gerektiriyordu. Resmi tarih tezinin Türk kimliğini İslamiyet öncesine hapsedip Osmanlı’yı bir “gerileme ve çöküş” hikayesi” olarak sunduğu bir dönemde, Büyük Doğu, İslam’la şahlanan bir “Büyük Türk-İslam Tarihi”ni yeniden yorumlayarak popülerleştirdi. Bu, Üstad’ın deyimiyle, “yığınların rüyasını değiştirmek” için çıkılmış bir yoldu.
Bu noktada Büyük Doğu’nun tarih okuması, cesur bir karşı çıkışın ötesinde, adeta bir tarihî figürleri ihya ve inşa hareketiydi. Resmi söylemin “hain” ilan ettiği Sultan Vahdettin, onun kaleminde “vatanı için kader kurbanı olmuş ulu bir hakan”a dönüştü. “Vatan Haini Değil, Büyük Vatan Dostu Sultan Vahideddin” diye haykırarak, bir milletin hafızasındaki en ağır yüklerden birini sırtından attırmaya çalıştı. Yavuz Sultan Selim, mezhebi tartışmaların gölgesinden kurtarılarak, İslam birliği idealinin cihangir bir neferi olarak selamlandı. Ve nihayet Ulu Hakan Abdülhamid, “Kızıl Sultan” yaftasından sıyrılıp, Batı’ya ve Siyonizm’e karşı çöken bir imparatorluğu 33 yıl ayakta tutan bir strateji dehası, keskin ve şuurlu bir Müslüman olarak portrelendi. Bu figürlerin sayfalarında yeniden canlanışı, genç dimağlara sadece bir tarih bilgisi değil, aynı zamanda kökleriyle barışık, onurlu ve özgüvenli bir kimlik aşılıyordu. Bu, sadece siyasi bir duruş değil, köklü bir psiko-sosyal dönüşümün ta kendisiydi.
Büyük Doğu, bu misyonuyla, Türkiye’de İslami kimliğin siyasal ve kültürel bir dil ile ifade bulmasının önünü açtı. Onun sayfalarında yetişen gençler, Batıcı-laik elitlerin kendilerine biçtiği “taşralı”, “gerici”, “yobaz” gibi kimlikleri reddettiler ve kendi öz değerleriyle barışık, onurlu, “Asya’nın olduğu kadar Avrupa’nın da efendisi” olabilecek bir özgüveni kuşandılar. Büyük Doğu, bir dergiden öte, bir milletin kendi olma iradesinin manifestosuydu.
Hedeflenen Gençlik: Büyük Doğu Nesli
Üstad Necip Fazıl’ın bütün çilesi ve mücadelesi, nihai hedef itibarıyla, yalnızca bir fikir sistemi ortaya koymak değil, o sistemi yaşatacak, taşıyacak ve geleceğe taşıyacak yeni bir insan tipi inşa etmek içindi. Bu, onun ifadesiyle, “Kökü mazide olan âti” nesliydi. Geçmişinin şanlı mirasına sırtını dayamış, ancak gözü ve gönlü gelecekte, İslam’ın yeniden şahlanışında olan bir kuşak.
Bu gençlik, Üstad’ın çilesini çektiği her mahkeme salonundan, her hapishane köşesinden, her sansürlü sayfadan süzülüp gelen bir davetin muhatabıydı. Ona göre bu nesil, “Allah’ın emrinden başka emir tanımaz” bir iradeyle donanmış olmalıydı. Batı’nın tekniğini alacak kadar gözü açık, fakat ruhunu asla satmayacak kadar da şuurlu ve duruş sahibi olacaktı. Bu, sadece bilgiyle değil, iman, ahlak ve aksiyonun kemâl noktada buluştuğu bir profil demekti.
Üstad’ın tabiriyle bu genç; “Zaman bendedir ve mekân bana emanettir” şuuruna ermeli, dünyayı Allah’ın bir emaneti bilip onu ihya etmekle vazifeli olduğunun idrakinde olmalıydı. Annesine, babasına “anneciğim, babacığım” diyecek kadar ince ruhlu ve terbiyeli; fakat devrinin küfrüne, zulmüne ve çürümüşlüğüne “Hayır!” diyecek kadar da yiğit ve cesur olmalıydı.
Necip Fazıl, bu gençliğin sanatı da “Allah’ı aramak” olarak bilmesini, fikirlerinin mermi gibi sinelere işlemesini, dizelerinin bir tokat gibi yüzlerde şaklamasını istiyordu. Onun idealindeki Büyük Doğu genci, Batıcı-laik eğitimin kendisine dayattığı aşağılık komplezmini paramparça etmiş, “Asya’nın olduğu kadar Avrupa’nın da efendisi” olabileceğine iman etmiş bir özgüven abidesiydi. Bu, ne boş bir hamaset ne de kör bir taassuptu. Aksine, “akıl, mantık, muhakeme, şuur, idrak” gibi tüm vasıfları kuşanmış, ancak hepsini “ruhun emrinde” bir hizmetkâr olarak gören bir denge ve olgunluk haliydi.
İşte Büyük Doğu dergisi, bu neslin fikrî ve ruhî ocakbaşı oldu. Onun sayfaları, sadece yazıların değil, bu yüksek ideale adanmış fertlerin yetiştiği bir mektepti. Üstad, bütün ömrünü, “tek bir ferdini yetiştirsem” dediği bu davaya adamıştı. Büyük Doğu Nesli, onun en büyük eseri, Türk-İslam davasının ise ebedî ümidi olarak tarihe geçti..
Sonuç: Dev Sancılardan Doğan Diriliş
Necip Fazıl ve Büyük Doğu, “toz kanatlı bir kelebek”in “Kafdağı”nı sarsan iradesinin somut ispatıdır. Bu çaba, soğuk ve akademik bir sosyolojik olgu değil, yaşanmış, bedel ödenmiş ve nesillerin ruhuna nüfuz etmiş bir “diriliş”in hikâyesidir. Üstad’ın “dev sancılar”ı, sadece kendisine ait bir ıstırap değil, bir milletin kimlik bunalımının ve varoluş çırpınışının sancılarıydı. Büyük Doğu ise, bu sancılardan doğan, Arş’a gebe zerrecikten yayılan bir ışık huzmesi oldu. Bu miras, bugün Türkiye’deki muhafazakar ve İslami düşünce dünyasının temel taşlarını oluşturmaya, sosyolojimizi şekillendirmeye devam etmektedir. Anlamak, sadece geçmişi okumak değil, bugünün ruh köklerine nüfuz etmektir.
Hasan Karademir
İSLAMİ HABER