Aktüel
'Devletin Dini İslâm Olsaydı?'
Kadir Bekil Mirat Haber'de yazdı: İslâm'ın temel hedefi, bireyin ve toplumun dünya-ahiret saadetini temin etmektir. Bu çerçevede kumar, içki, faiz, zina, fuhuş, uyuşturucu, cinsî sapkınlıklar ve medya yoluyla işlenen ahlâkî yozlaşmalar İslâm hukuk sisteminde yasaktır.
Kadir Bekil Mirat Haber'de yazdı: İslâm'ın temel hedefi, bireyin ve toplumun dünya-ahiret saadetini temin etmektir. Bu çerçevede kumar, içki, faiz, zina, fuhuş, uyuşturucu, cinsî sapkınlıklar ve medya yoluyla işlenen ahlâkî yozlaşmalar İslâm hukuk sisteminde yasaktır.
Bir toplumun yasaları, o toplumun hangi değerlere inandığını gösterir. İslâm, yalnızca ibadetleri düzenleyen bir din değil; insanın kim olduğunu, nasıl yaşaması gerektiğini ve hangi değerlere yaslanarak var olacağını öğreten ilâhî bir nizamdır. İslâm Devleti’nin görevi, bireyin ve toplumun dünya ile âhiret arasında denge kurmasını sağlamaktır.
Bugün kumar, içki, faiz, zina, fuhuş, uyuşturucu, cinsî sapkınlıklar ve medya aracılığıyla yayılan ahlâkî yozlaşmalar, sadece dinî bir mesele değil; aynı zamanda insanın ruh sağlığı, toplumsal kimliği ve değer bilinciyle doğrudan ilgilidir. Çünkü insan, sadece davranışlarının toplamı değil; aynı zamanda değerlerinin mayaladığı bir kişilik ve karakterdir.
Bugün “özgürlük” diye savunduğumuz pek çok şey, aslında insanı özgürleştirmekten çok onu bağımlı hâle getirip köleleştiriyor. İnsan, kendi nefsine, ekranına, arzularına esir olmuş durumda. Oysa İslâm, insanın iç dünyasında bir uyanış, bir fark ediş başlatır.
Eğer bugün devletin dini İslâm olsaydı, hukuk ile ahlâk arasındaki kopukluk bu kadar derin olmazdı. Hukuk, sadece suç ve ceza belirleyen bir mekanizma değil; toplumu koruyan, insanı fıtratına yönlendiren bir değer inşası olurdu. Çünkü İslâm’da hukuk, düzeni korumakla birlikte insanların hidayete yönelmesini de amaçlar. Devlet, bireyin özgürlüğünü fıtratla uyumlu hâle getirmek için devreye girerdi.
Bugün yaşadığımız sorunların büyük bir kısmı, devletle toplum arasındaki değer uyuşmazlığından doğuyor. Devlet dünyevî bir hukuk uygular, toplum ise uhrevî bir değer arayışında yaşar. Bu kopukluk, insanı parçalar; bir yandan seküler bir hukuk düzeni, öte yandan manevî bir vicdan arasında sıkışmış bir zihin ortaya çıkarır. Oysa İslâmî bir hukuk düzeninde devlet, insanın dünyasını düzenlerken âhiretini yok saymaz; bireyin maddî güvenliğini sağlarken manevî istikametini de gözetir.
İslâm’ın hedefi, toplumu görünürde dindar kılmak değil; değer üretme kapasitesini güçlendirmektir. Çünkü toplum, değerleriyle ayakta durur. Kumarın, faizin, fuhşun, uyuşturucunun, cinsî sapkınlıkların ve medya eliyle yayılan yozlaşmanın yasaklanması; baskı değil, toplumu çürüten unsurlara karşı bir koruma refleksidir.
Devletin dini İslâm olsaydı; insan, yalnızca siyasetin oy deposu değil, Allah’ın devlete emanet ettiği bir kul olarak kabul edilir; bu emaneti korumak, gözetmek ve ona hıyanet etmemek devletin asli yükümlülüğü olurdu. Böyle bir devlette yasak; insanı günahın karanlığından, nefsin prangalarından kurtaran ilâhî bir rahmet; fıtratını ve izzetini muhafaza eden Rabbânî bir himaye; onu fücurun uçurumundan çekip kalbini selâmete çağıran bir ilâhî ikaz olurdu.
Kısacası; devletin dini İslâm olsaydı, siyasetin de, hukukun da, ekonominin de, eğitimin de merkezinde Kur’an yer alırdı. Devlet, yönünü güç dengelerinden değil; vahyin aydınlığından alırdı. Yasalar, toplum mühendislerinin hesaplarıyla değil; insanın fıtratını koruyan ilâhî ölçülerle şekillenirdi.
Bugün bizi kuşatan pek çok kriz—ahlâkî dağılmalar, aile kurumunun çözülmesi, gençliğin kimlik erozyonu, ekonominin helâl–haram hassasiyetinden koparak faiz ölçülerine göre şekillenmesi—aslında İslâm’dan kopuşun, vahyin hayattan çekilmesinin doğal sonucudur. İnsan, ilâhî yönünü kaybedince eşya da, toplum da, düzen de anlamını kaybeder.
İslâm ise bu kopuşu onarmak için insana yeniden ‘asıl merkezini’ gösterir: Allah’a kulluğu, adaleti, merhameti, iffeti, emaneti… Cahiliyye döneminde olduğu gibi kalbi ihyâ eder, toplumu yeniden inşa eder; fertten devlete, ahlâktan hukuka kadar hayatın bütün damarlarına ilâhî bir diriliş nefesi üfler.
Kur’ân-ı Kerîm insanı, yalnızca bir ibadet öznesi olarak değil; aynı zamanda bir medeniyet kurucusu, bir değer taşıyıcısı ve Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak görür. Bu sebeple Kur’an’ın insanı yetiştirme yöntemi, hem kalbi hem aklı hem de toplumu kuşatan bir bütünlük arz eder.
Bu bütünlük, insanın iç dünyasında başlayan fakat toplumun dokusuna kadar yayılan üç aşamalı bir dönüşüm ile açıklanabilir:
Şuur Denetimi (İstikamet Muhasebesi) – Fıtrata Dönüş Mücadelesi (Arınma) – İnâbe (Allah’a dönmek)
Bu üç kavram, Kur’an’ın bireyi nasıl terbiye ettiğini, toplumu nasıl dönüştürdüğünü ve ümmeti nasıl yeniden dirilttiğini anlamamız için anahtar niteliğindedir.
1. Şuur Denetimi (İstikamet Muhasebesi): İnsanın Kendi Yolculuğunu Sorgulaması
Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
﴿فَاَيْنَ تَذْهَبُونَ﴾
“Nereye gidiyorsunuz?” (et-Tekvîr, 81/26)
Bu ayet, insanın önünü aydınlatan bir projektör gibidir. Bu bir bilgi testi değil, bir uyanış çağrısıdır. Zira insan yönünü kaybettiğinde, kalbi de dağılır; kalbi dağıldığında toplumun değerleri de çözülmeye başlar.
İslâm’ın ıslahı kalpte başlar; kalpte başlayan ıslah topluma sirayet eder.
Kur’an’ın bu sorusu, yalnızca bireyin farkındalığını değil; toplumun ahlâkî istikametini de sorgular. Çünkü yönünü kaybeden birey, yönünü kaybetmiş bir toplumun tuğlası hâline gelir.
2. Fıtrata Dönüş Mücadelesi (Arınma)
İkinci ayet şöyle seslenir:
﴿فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ﴾
“Allah’a kaçın!” (ez-Zâriyât, 51/50)
Burada “firar”, bir korkaklık değil; bilakis bir cesaret eylemidir.
İnsanı tüketen nefsânî arzuların, çağın fitnelerinin, medya ve kültür endüstrisinin kuşattığı günümüzde “Allah’a kaçmak” aslında İslamî şahsiyeti ve izzeti koruma mücadelesidir.
“Allah’a kaçmak”, insanı esaretten özgürlüğe çıkaran bir dönüşümdür.
İnsanı iki tür esaret kuşatır:
a) Dışsal Esaret:
Tüketim kültürü, medya manipülasyonu, faiz sistemi, cinsellik endüstrisi ve seküler ideolojiler insanı görünmez zincirlere hapseder. Allah’a yönelmek, bu çağın putlarından kurtulmaktır.
b) İçsel Esaret:
Nefsânî arzular, hevâ, bağımlılıklar ve kontrolsüz istekler insanı içten esir alır. Allah’a kaçmak, kişinin bu iç baskılardan kurtulup iradesini güçlendirmesidir.
Gerçek özgürlük, Allah’a kul oldukça elde edilir. Çünkü kulluk, insanı hem dış baskılardan hem iç tutkuların esaretinden kurtarır; fıtrata dönüş ve kişiliğin yeniden inşasıdır.
Kısacası: Allah’a firar, insanın hem dış hem iç esaretleri aşarak hakiki özgürlüğe ulaşmasıdır.
Bu firar;
dalâletten hidayete,
haramlardan helallere,
zulmetten nura,
günahın azabından Allah’ın rahmetine
bir kaçıştır.
Bu arınma, insanın iç dünyasında olduğu gibi toplumda da bir arınmayı gerektirir. Zira toplumun çürümesi, tek tek fertlerin hem kalplerindeki hem davranışlarındaki çözülmenin sonucudur.
3. İnâbe: Kalbin Allah’a Dönüşü ve Ümmetin Diriliş Kapısı
Üçüncü çağrı şöyledir:
﴿وَأَنِيبُوا إِلَى رَبِّكُمْ﴾
“Rabbinize yönelin!” (ez-Zümer, 39/54)
İnâbe, yalnızca “tevbe etmek” değildir. İmanın yenilenmesi, kalbin tasfiyesi, iradenin sağlamlaşması ve İslâm’ın hayatın merkezine yeniden oturtulmasıdır.
Bu dönüşüm:
kişinin ibadetini düzeltir,
ahlâkını güzelleştirir,
toplumla olan ilişkisini sağlamlaştırır,
ümmet bilincini canlı tutar.
İnâbe, Allah’ın hükmünü hayatın kenarında tutmak değil, hayatın kalbine yerleştirmektir.
İnâbe, bireyin manevî olgunluğu ile toplumun değer temelli yeniden inşasını aynı çizgide buluşturan bir kavramdır. Bu yöneliş olmadan ne birey huzur bulur ne toplum adaletle ayakta durur.
Sonuç itibarıyla,
Kur’an-ın Şuur Denetimi (İstikamet Muhasebesi) – Fıtrata Dönüş Mücadelesi (Arınma) – İnâbe (Allah’a dönmek) çizgisi incelendiğinde, şu esas ortaya çıkar:
“Birey ıslah olmadan toplum; toplum ıslah olmadan ümmet kıyâma kalkamaz.”
Şuur Denetimi (İstikamet Muhasebesi), bireyin aklını uyandırır ve topluma yön kazandırır.
Fıtrata Dönüş Mücadelesi, kişinin nefsini arındırır ve toplumdaki çürümeyi durdurur.
İnâbe, kalbi Allah’a bağlar ve ümmetin değer merkezli bir medeniyet kurmasını sağlar.
Kur’an’ın bu üç aşamalı sistemi, çağımızın krizleri karşısında Müslüman birey ve toplum için en güçlü diriliş reçetesidir.
Çünkü kalbi Allah’a yönelen birey, toplumu ihya eder;
Allah’a yönelen toplum ise ümmeti yeniden ayağa kaldırır ve devletin dini yeniden İslâm olur.