Dünya
Çin, Uygur halkını başsız bırakıyor
Uygur aydını Prof. Dr. İlham Tohti’yi uzun süredir cezaevinde tutan Çin yönetimi, yıllardır dünya kamuoyunun gözleri önünde Uygur halkına yaptığı insan hakları ihlalinin bir parçası. Uygur halkının önde gelen isimlerini cezaevlerine atan Çin’in hedefi, Uygur halkını başsız bırakmak.
Sebahattin Ayan İstanbul
“İlham Tohti yıllardır Nobel Barış Ödülü’ne aday gösteriliyor ve birkaç kez son adaylar arasında yer aldığı da biliniyor. Siz ilerleyen yıllarda Tohti’nin Nobel’e layık görülme ihtimalini nasıl değerlendiriyorsunuz?”
İlham Tohti, 2018 yılından bu yana her yıl mütemadiyen Nobel Barış Ödülü’ne (NBÖ) aday gösterilmektedir. Bizler de onu bu ödüle aday gösterenlerin sayısını artırmak için çalışmalarımızı sürdürmekteyiz.
Örnek vermek gerekirse, 2024 yılında Türkiye dâhil olmak üzere dünya çapında 30’dan fazla ülkeden hükümet yetkilileri, parlamenterler ve akademisyenler olmak üzere 300’ü aşkın kişi Tohti’yi Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermiştir. Bu kampanya kapsamında, talebimiz üzerine Belçikalı Milletvekili Sayın Samuel Cogolati’nin öncülüğünde Aralık 2024’te Belçika Parlamento binasında birlikte düzenlediğimiz bir basın toplantısında, Belçika Parlamentosu’ndaki tüm meslektaşlarını ve IPAC (Uluslararası Parlamenterler Koalisyonu) üyesi arkadaşlarını Tohti’yi Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermeye davet etmiştir.
2025 yılında ise İlham Tohti’yi Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterme kampanyamız daha çok Türkiye odaklı yürütülmüştür. Sayın Prof. Dr. Ömer Kul hocamızın öncülüğünde, yalnızca Türkiye’den Tohti’yi aday gösteren akademisyenlerimizin sayısı 200’e ulaşmıştır. Bu yıl, yani 2026’da bu sayının katbekat artmasını bekliyoruz.
Evet, ne demişler: “Hareket bizden, takdir Allah’tan.” Bizler, Türkiye’de mümkün olduğunca çok sayıda akademisyenimize ulaşmaya ve onları bilgilendirmeye çalışacağız. Elbette bir gün Tohti, hakları ve özgürlüğü uğruna kendini feda ettiği Uygur halkı adına bu ödülü alacaktır. Nitekim Tibet halkının ruhani lideri Dalai Lama da mütemadiyen 15 yıl aday gösterildikten sonra Nobel Barış Ödülü’nü kazanmıştır. Bizler de hiç yılmadan, azimle yolumuza devam edeceğiz.
İlham Tohti’nin bu ödülü kazanmasında Türk akademisyenlerimizin etkisinin büyük olacağına inanıyorum. Çünkü ne kadar çok akademisyenimiz Tohti’yi aday gösterirse, Nobel Komitesi üzerinde o denli güçlü bir manevi baskı oluşacağı kanaatindeyim. Nitekim Nobel Barış Ödülü sahibi Çinli aktivist Liu Xiaobo, yeterli tedavi görmediği veya ihmale uğradığı için 2017 yılında hapishanede hayatını kaybetmiştir. Bir Nobel Barış Ödülü sahibinin hapishanede ölmesi, uluslararası alanda Çin yönetiminin imajını ciddi şekilde zedelemiştir. Ayrıca Çin Komünist Partisi’nin son 7–8 yıldır Uygurlara yönelik yürüttüğü soykırım politikaları da İlham Tohti’nin Nobel Barış Ödülü’nü kazanma şansını daha da artırmaktadır.
“İlham Tohti barışçıl söylemlerinden ve diyalog temelli çalışmalarından başka bir şey yapmamışken, sizce Çin yönetimi onu neden bu kadar ağır bir şekilde cezalandırma yoluna gitti? Bu tepkinin arkasında yatan asıl neden nedir?”
Mesele aslında şudur: Bana göre İlham Tohti’nin ileri görüşlülüğü, davasını tamamen hukuk ve barış zemininde yürütmesi ve bu nedenle hem Çin’de hem de dünya çapında destek görmesi, Çin yönetimini ciddi biçimde endişelendirmiştir. Böylesine akıllı, cesur ve fedakâr bir Uygur aydınının ileride “başlarına iş açacağını” öngören Çin yönetimi, onu hapiste çürütmeyi ve sesini tamamen kısmayı hedeflemiştir. Yani Tohti’nin Çin Anayasası’na uygun, hukuka dayalı ve barışçıl bir yol izlemesinin, ileride Çin’i uluslararası alanda —özellikle Birleşmiş Milletler’de ve Avrupa Birliği gibi hukuk devleti ve insan haklarına önem veren kurumlar nezdinde— zor durumda bırakacağı baştan belliydi. Nitekim Çin’in Tohti’yi demir parmaklıklar ardında unutturma ve etkisizleştirme planı geri tepmiştir.
Çin yönetimi bizleri uluslararası kamuoyunda bölücülükle, dini aşırılıkla ve hatta terörizmle suçlamaya çalışırken; tamamen barışçıl, hukuka dayanan bir mücadele yürüten İlham Tohti’yi müebbet hapse mahkûm etmesi, kendi iddialarını bizzat çürütmüştür. Aynı zamanda bu ağır ve adaletsiz ceza, Tohti’yi dünya çapında hak, özgürlük ve adalet için mücadele eden bir sembol ve ahlaki bir kahraman mertebesine yükseltmiştir.
“İlham Tohti Nobel kazanması ne tür etkilere yol açabilir?
İlham Tohti’nin Nobel Barış Ödülü’nü kazanması, her şeyden önce Uygur halkının hak ve özgürlük mücadelesinde haklı olduğunun uluslararası alanda bir kez daha güçlü biçimde tescillenmesi anlamına gelecektir. Büyük ihtimalle bu durum, Tohti’nin serbest bırakılmasının da önünü açacaktır. Zira Nobel Barış Ödülü’nün yanı sıra Sakharov Ödülü, Vaclav Havel Ödülü başta olmak üzere uluslararası alanda ondan fazla prestijli ödüle layık görülen İlham Tohti’yi daha fazla hapiste tutmanın, Çin açısından siyasi ve diplomatik olarak ciddi zararlar doğuracağı muhakkaktır.
“Çin’in, İlham Beyi 2014’te hapse atmasının ve ardından 2016’da Doğu Türkistan’da başlattığı Çok Boyutlu Soykırım politikalarının öncesinde; bu süreci dünyaya duyurma potansiyeli olan cesur isimleri susturmayı amaçladığı yönünde bir değerlendirme yapmak mümkün müdür?”
Bilindiği üzere bir toplumu ve milleti ayakta tutan, ona yön veren ve ileriye taşıyan en temel güç, o toplumun aydınlarıdır. Çin yönetimi ise izlediği bu politikalarla Uygur halkını başsız bırakmayı, yani toplumu yönlendirecek ve bilinçlendirecek aydınlarını sistematik biçimde yok etmeyi hedeflemiştir. İlham Tohti’nin ve onun gibi yüzlerce Uygur aydınının uydurma ve mesnetsiz gerekçelerle hapse atılması, bir kısmının şüpheli biçimde kaybolması, yüzlercesinin ise sözde “eğitim” adı altında kamplara kapatılması, uluslararası literatürde “Intellectual Cleansing”, yani “Aydınların Temizliği” olarak tarihe geçmiştir.
Başka bir ifadeyle, daha sade ve açık bir dille söylemek gerekirse; Çin bu soykırım politikasıyla biz Uygurları başsız, çobansız bir koyun sürüsüne dönüştürmeyi ve böylece tarih sahnesinden silmeyi hedeflemektedir.
Çin’in Uygurlara yönelik uygulamalarını nasıl tanımlıyorsunuz?
Çin’in Uygur halkına yönelik olarak kimliğini, kültürünü ve varlığını ortadan kaldırmayı hedefleyen sistematik bir politika izlediği artık açık bir gerçektir. Çin yönetiminin Uygurlara karşı yürüttüğü bu uygulamalar, niteliği itibarıyla açıkça bir soykırım politikasıdır. Nitekim bu politika, aralarında çok sayıda demokratik ülkenin de bulunduğu 10’dan fazla devlet tarafından “soykırım” olarak tanımlanmış, Birleşmiş Milletler raporlarında ise “insanlığa karşı suç” kapsamında değerlendirilmiştir. Ancak tüm bu tespitler ne yazık ki büyük ölçüde söylem düzeyinde kalmış; somut ve caydırıcı uluslararası yaptırımlara dönüşmemiştir.
Uluslararası toplumun bu suskunluğu birkaç temel nedene dayanmaktadır. Öncelikle Uygur meselesi küresel ölçekte yeterince güçlü ve etkili biçimde gündeme taşınamamış, dünya kamuoyu tam anlamıyla bilgilendirilememiştir. Bunun yanı sıra bazı ülkeler, ekonomik, ticari ve siyasi alanlarda Çin’e yüksek düzeyde bağımlı hâle gelmiş; Çin yönetimi de yoğun diplomatik, mali ve politik baskılar yoluyla birçok hükümeti kendi politik çizgisine çekmeyi başarmıştır. Öte yandan, Birleşmiş Milletler’in İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni uygulamada yetersiz kalması ve insan hakları konusunda süregelen çifte standartlı tutumu da bu sessizliğin en önemli nedenlerinden biri olarak öne çıkmaktadır.