AKİT MENÜ

Gündem

‘Bu bir ulusal güvenlik ve beka sorunu’ diyen Alper Tan’dan çarpıcı analiz: Kitleler zehirleniyor

Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE) Başkan Yardımcısı Alper Tan, “BU BİR ULUSAL GÜVENLİK VE BEKA SORUNU: TV’lerdeki Yayınlar, Kitleleri Zehirliyor” başlıklı yazısında, dikkat çeken ifadeler kullandı.

Haber Merkezi

Alper Tan, sde.org.tr’te yayınlanan yazısında, “Korku tiyatrosu her evin içinde” ifadelerini kullandı. “TV’ler toplumsal paranoya oluşturuyor” diyen Tan, “Şiddet ve korku haberleri insanları hem duyarsızlaştırıyor hem de saldırganlaştırıyor” tespitinde bulundu.

Alper Tan’ın yazısı şöyle:

Bu yazıda Dünyanın birçok ülkesinde yapılmış bilimsel çalışmalar, resmi raporlar ve istatistiklerle saha çalışmalarından yararlanarak TV yayınlarının fertleri ve toplumları nasıl etkilediğini ortaya koymaya çalışacağız.

 

Bu, farklı bir savaş çeşidi!

Sabah kalkıp kahvaltıya otururken televizyonu açtığınızda, karşınıza çıkan manzara malum: Dünyanın her tarafından özenle(!) derlenmiş trafik kazası haberleri, ardından kadın cinayetleri, sokak kavgaları, afetler, yangın felaketleri, istismar, kediye şiddet, köpeğe eziyet, anasını kesti, babasını doğradı, kızını öldürdü, kaynanasını yaktı, anasını balkondan attı vakaları... Cinayetlerin bütün ayrıntılarıyla ve cinayet yöntemlerini herkese öğretecek(!) şekilde tasviri… Gün boyu bunlar defalarca yayınlandığı gibi akşam yatmadan önce de ana haber bültenlerinde daha geniş tekrarları…

Korku tiyatrosu her evin içinde

Haber bültenleri, adeta bir korku tiyatrosuna dönüşmüş durumda. Tam bir kabus! Bu ekranlar, sadece haber aktarmakla kalmıyor; zihinlerimizi, duygularımızı ve hatta toplumsal algımızı değiştiriyor, dönüştürüyor ve yeniden şekillendiriyor. Peki, bu sürekli şiddet ve felaket bombardımanı, bireylerde ve toplumda ne gibi izler bırakıyor?

 

TV şiddeti konusunda sarsıcı tespitler

Bilimsel çalışmalar, saha araştırmaları ve resmi raporlar, bu soruya net cevaplar veriyor: Faydaları sınırlı, zararları ise çok çok derin ve kalıcı. Amerikan Psikoloji Derneği (APA) raporlarından George Gerbner'in kültürel yetiştirme teorisine, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) uyarılarından istatistiklere kadar uzanan bir yelpazede, konuyu ele aldık. Zira medya sadece haber vermiyor; bir toplumun ruh halini de tasarlıyor.

Öncelikle, bu tür haberlerin psikolojik etkilerini anlamak için, George Gerbner'in 1970'lerde geliştirdiği "Kültürel Yetiştirme Teorisi"ne (Cultivation Theory) bakalım. Gerbner, uzun süreli televizyon izlemenin, izleyicilerin gerçeklik algısını nasıl çarpıttığını ortaya koyan öncü bir araştırmacıydı. Teoriye göre, “yoğun izleyiciler,” Yani günde dört saatten fazla televizyon karşısında kalanlar, medyanın sunduğu dünyayı, kendi gerçeklikleri olarak içselleştiriyor. Özellikle şiddet dolu haberler, "Ortalama Dünya Sendromu"nu tetikliyor: İzleyiciler, dünyayı olduğundan daha tehlikeli, daha zalim ve daha öngörülemez bir yer olarak algılamaya başlıyor. Gerbner'in 1968'deki anket çalışmasında, yoğun izleyicilerin haftalık mağduriyet ihtimali 1/10 olarak tahmin ettiği, hafif izleyicilerin ise 1/100 dediği görülmüştü. Gerçek istatistiklere göre ise bu oran 1/10.000'di. Yani, medya, korkuyu inanılmaz şekilde şişiriyor.

Bu teori, sadece soyut bir kavram değil; somut verilerle destekleniyor. Pennsylvania Üniversitesi’nden, Gross Gerbner ve S. Aday'ın 2003'teki araştırması, yerel haberlerdeki sansasyonel suç haberlerinin, izleyicilerin mahalle güvenlik algısını düşürdüğünü gösteriyor. Yoğun izleyiciler, gerçek suç oranlarından bağımsız olarak, suç oranlarını %20-30 daha yüksek tahmin ediyor.

Benzer şekilde, medya psikolojisi ve iletişim bilimleri alanında önde gelen Amerikalı akademisyen Roger W. Busselle'nin 2003 çalışması, suç-şiddet programlarını izleyen ebeveynlerin çocuklarına suç konusunda aşırı uyarılar yaptığını ortaya koydu; bu da korkunun nesiller arası aktarımını sağlıyor.

 

TV’ler toplumsal paranoya oluşturuyor

Türkiye'de de durum farklı değil: RTÜK'ün 2022 raporuna göre, prime time haberlerinde şiddet içeren içerik oranı %65'i aşarken, izleyici anketleri (örneğin, Kadir Has Üniversitesi'nin 2023 medya raporu), katılımcıların %42'sinin "dünyayı daha güvensiz hissettiğini" belirtiyor. Bu, sadece bireysel bir algı değil; toplumsal bir paranoya oluşturuyor.

Peki, bu etkiler bireylerde nasıl tezahür ediyor? Saha araştırmaları, net bir tablo çiziyor.

Şiddet ve korku haberleri insanları hem duyarsızlaştırıyor hem de saldırganlaştırıyor

L. Rowell Huesmann, Michigan Üniversitesi Psikoloji Bölümü emekli profesörü. 300’den fazla makalesi olan ve en çok alıntılanan 5 medya-psikoloji araştırmacısından biri. 2018’de APA’dan "Medya Psikolojisine Seçkin Bilimsel Katkı" ödülü aldı. Leonard D. Eron ise 20. yüzyılın en önemli agresyon (saldırganlık) araştırmacılarından. Illinois Institute of Technology ve sonra Michigan Üniversitesi’nde profesör. 1960’larda ABD Kongresi’ne “TV şiddeti” konusunda rapor sunan ilk bilim insanı. 1982’de Amerikan Psikoloji Derneği başkanlığı yaptı. L. Rowell Huesmann ve Eron'un 1980'lerden beri süren uzunlamasına çalışması çarpıcı bulgular ortaya koyuyor:

Amerikan Psikoloji Derneği'nin (APA) 2013 tarihli "Medya Şiddeti Görev Gücü Raporu", televizyon ve video oyunlarındaki şiddet içeriklerinin, izleyicilerde duyarsızlaşma, agresif davranış artışı ve empati kaybı oluşturduğunu vurguluyor. Rapora göre, 8 yaşındaki çocukların yüksek şiddetli TV izleme seviyesi, ergenlikte agresif davranış riskini %22 artırıyor; yetişkinlikte ise suç işleme ihtimalini %11'e çıkarıyor.

 

Agresif düşünceyi %27, fiziksel saldırganlığı % 38 artırıyor

Benzer şekilde, Anderson ve Bushman'ın 217 çalışmayı kapsayan 2010 meta-analizi, şiddetli medya maruziyetinin agresif düşünceyi %27, fiziksel agresyonu (saldırganlık) %38 oranında tetiklediğini hesaplıyor. Yetişkinlerde ise etkiler daha çok anksiyete ve stres odaklı.

Betty Pfefferbaum, ABD'li psikiyatrist, çocuk ve ergen psikiyatrisi uzmanı. University of Oklahoma Health Sciences Center'da Psikiyatri ve Davranış Bilimleri Bölümü'nde bir grupla, terör, afet ve medya maruziyetinin çocuklar üzerindeki etkilerini araştırdı. Terrorism and Disaster Center'ın direktörlüğünü üstlendi, yüzlerce makale yayınladı.

Carol S. North ise ABD'li ünlü psikiyatrist. University of Texas Southwestern Medical Center'da Psikiyatri Profesörü. Afet ruh sağlığı epidemiyolojisinin uluslararası liderlerinden; Oklahoma City bombalaması, 11 Eylül saldırıları, Hurricane Katrina gibi olaylarda kurtulan binlerce insanı inceledi. Travma ve afet psikiyatrisi üzerine 300’den fazla yayın yaptı.

 

Felaket haberleri stres bozukluğunu %61-%100 artırıyor

Bu iki ilim insanı Pfefferbaum ve North'un 2014'te derlediği 36 çalışmada (çoğunlukla 11 Eylül saldırıları üzerine), felaket haberlerini izleyenlerin, travma sonrası stres bozukluğu (PTSD) semptomlarında %61 artış yaşadığı görülüyor. Televizyon izleme süresi arttıkça, depresyon %100, stres reaksiyonları %100 oranında yükseliyor. Uzak izleyiciler –yani olay yerinde olmayanlar– bile, canlı görüntülerin tekrarından etkileniyor; örneğin, Japonya'nın 2011 depreminde, ulusal TV izleyenlerin %19'u PTS semptomları gösterdi (Silver et al., 2013).

Dünya Sağlık Örgütü uyarıyor

Dünya Sağlık Örgütü WHO'nun 2020 "Medya ve Kamu Sağlığı" raporunda da, sürekli felaket haberlerinin, küresel anksiyete (kaygı bozukluğu, aşırı ve kontrol edilemeyen korku, endişe ve huzursuzluk hissi) seviyelerini %15-20 artırdığı belirtiliyor; pandemi döneminde bu oran %30'a fırladı.

 

Deprem haberleri psikolojik destek taleplerini %40 arttırdı

Türkiye Sağlık Bakanlığı verilerine göre Türkiye'de, 2023 Kahramanmaraş depremi sonrası haber maratonu, psikolojik destek hatlarına gelen çağrıları %40 artırdı.

Medya korkuyu %25 arttırıyor

Bu zararlar, sadece bireysel değil; toplumsal boyutta da derin yaralar açıyor. Medya, "korku kültürü"nü besleyerek, suç korkusunu (fear of crime) şişiriyor. Gerbner'in teorisiyle uyumlu olarak, 2024'te yayınlanan bir meta-analizde (Romer et al.), suç haberleri maruziyetinin, gerçek suç oranlarından bağımsız olarak korkuyu %25 artırdığı hesaplandı.

 

Suç oranları %11 düştü ama medyanın olumsuz haberleri sonucu korku %40 yükseldi

ABD'de, 1980'lerden beri suç oranları %11 düşmesine rağmen (Uniform Crime Reports), medya etkisiyle korku seviyesi %40 yükseldi (Weitzer ve Kubrin, 2004).

Benzer bir pattern, Avrupa'da da görülüyor: Eurobarometer 2022 anketine göre, İngiltere gibi yüksek medya izlenirliği olan ülkelerde (örneğin, İngiltere), suç korkusu %35; düşüklerde %15. Bu durum politikaları da etkiliyor: Korku, sert cezaları ve güvenlik harcamalarını meşrulaştırıyor, ama gerçek çözümleri gölgeliyor.

Bazı olumsuz haberlerin faydaları var mı?

Elbette, bu tür haberlerin faydalarını da göz ardı edemeyiz. Sensasyonel raporlama, farkındalık oluşturma konusunda etkili.

Örneğin, kadın cinayetleri haberleri, toplumsal hareketleri tetikliyor. Felaket haberleri yardım seferberliği sağlıyor; BM raporlarına göre, 2011 Japonya depreminde, TV çağrıları ile 1 milyar dolar bağış toplandı. Saha araştırmaları, Pfefferbaum'ın 2014 derlemesinde, medya maruziyetinin bilgi edinmede %80 fayda sağladığı, ama psikolojik riskleri %61 artırdığı belirtiliyor. Yani, fayda var, ama ayarı kaçınca zehir oluyor.

Stuart Soroka, Kanadalı-Amerikalı siyaset bilimci ve iletişim uzmanı. Şu anda University of California, Los Angeles (UCLA)'da İletişim ve Siyaset Bilimi Bölümü'nde profesör. Araştırmaları siyasi iletişim, kamuoyu, medya etkisi ve özellikle haberlerdeki "negativite yanlılığı" (negativity bias) üzerine yoğunlaşıyor. Negatif haberlerin izleyicilerde daha güçlü psikofizyolojik tepkiler oluşturduğunu gösteren çalışmalarıyla tanınıyor. Akademik olarak Google Scholar'da binlerce atıf alan üretken bir akademisyen; kitapları ve makaleleri siyasi psikoloji alanında referans kaynak. Stephen McAdams ise Kanadalı psikolog ve müzik bilişi uzmanı. Montreal McGill University'de profesör. Araştırmaları ses algısı, müzik psikolojisi ve psikofizyoloji üzerine; negatif bilgiye karşı insan tepkilerinin evrimsel ve bilişsel temellerini inceliyor.

 

Bilim insanları uyarıyor

Prof. Stuart Soroka ile Prof. Stephen McAdams’ın 2015’teki ortak çalışması, haber içeriklerinin negatifliğinin izleyicilerde anksiyete ve dikkat mekanizmalarını nasıl etkilediğini deneysel olarak gösteriyor – dengeli (pozitif karışık) haber akışının kaygıyı azalttığı bulgusu bu işbirliğinden geliyor. Araştırmalar, olumlu hikayelerle karışık dengeli haber akışının anksiyeteyi %20 azalttığını gösteriyor (Soroka ve McAdams, 2015).

Peki, bu tablo karşısında ne yapacağız?

Medya patronları, reyting uğruna korku satarken, izleyiciler olarak bizler de pasif tüketici olmaktan vazgeçmeliyiz. Televizyon, bir ayna değil; bir kalıp. APA'nın 2005 raporunda vurgulandığı gibi, şiddet içeriklerinin azaltılması, agresyonu (saldırganlığı) %27 düşürebilir. Türkiye'de, RTÜK'ün sansasyonel içerik denetimini sıkılaştırması şart; yoksa, bu ekranlar, toplumun ruhunu zehirlemeye devam edecek. Kumandayı elimize aldığımızda, sadece seyretmemeliyiz; sorgulamalıyız. Zira, milleti korku toplumuna dönüştürmek, en büyük felaketimiz olur. Çok büyük bir tehdit ve tehlike ile karşı karşıyayız.

Yayıncıların reyting ve tiraj hesaplarını düşündükleri kadar milletin bekasını da düşünmesi gerekir. Bu hususlarda Cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere, TBMM, İçişleri Bakanlığı, Aile Bakanlığı, İletişim Başkanlığı, RTÜK ve sivil toplum kuruluşlarının ifa etmeleri gereken sorumlulukları var.

Yeterince geç kaldık. Daha fazla gecikirsek nesilleri kaybederiz.

Allah korusun…

Yorumlara Git

Böyle olur CHP’li belediyenin çocuk etkinliği! LGBT kıyafetli sapkından şok eden hayasızlık!

Dünya Bankası’ndan KOBİ finansmanına onay

Enerji devinden kritik hamle: İflas eden şirket 170 milyon dolara alındı

PFDK'dan bahis kararı: Skandal dosyada ceza yağdı

Yeniden Refah Partisi'nden asgari ücret açıklaması