Aktüel
'Dindarlık Nasıl Batı Projesine Dönüştü?'
İslam BAŞARAN Mirat Haber'de yazdı: Türkiye’de dindarlık “görünür” biçimde arttı: daha çok dini yayın, daha çok sembol, daha çok slogan, daha çok kalabalık. Fakat görünürlükle hakikat aynı şey değildir. Bir toplumda dindarlık artarken adalet duygusu zayıflıyorsa, merhamet kamusal alandan çekiliyorsa, yoksul daha yalnız, güçlü daha dokunulmaz hale geliyorsa; ortada sadece şu soru kalır:
İslam BAŞARAN Mirat Haber'de yazdı: Türkiye’de dindarlık “görünür” biçimde arttı: daha çok dini yayın, daha çok sembol, daha çok slogan, daha çok kalabalık. Fakat görünürlükle hakikat aynı şey değildir. Bir toplumda dindarlık artarken adalet duygusu zayıflıyorsa, merhamet kamusal alandan çekiliyorsa, yoksul daha yalnız, güçlü daha dokunulmaz hale geliyorsa; ortada sadece şu soru kalır:
Bu dindarlık ne üretiyor?
Çünkü İslam, tarihte hiçbir zaman yalnızca “bireysel iyi niyet” ve “ritüel sadakati” olarak var olmadı. İslam, doğduğu ilk günden itibaren bir şeyi hedef aldı: insanı, toplumu ve iktidarı yeniden kurmayı. Bugün ise dindarlık, çoğu zaman “topluma ve iktidara karışmayan” bir forma çekilmiş durumda. Ve bu çekilme, basit bir kültürel değişim değil; uzun süreli bir zihniyet mühendisliğinin sonucu.
1) Batı’nın İslam’la Derdi: İbadet Değil, İktidar Tasavvuru
Batı dünyası, Müslümanların namazıyla, orucuyla, kişisel ahlakıyla esaslı biçimde ilgilenmez. Asıl mesele şudur: İslam’ın adalet, iktidar ve toplum tasavvuru. Çünkü İslam, yalnız “inan” demez; “zulmü reddet, adaleti ikame et” der. Sadece “ahlaklı ol” demez; “malın dolaşımını bozma, hakkı yeme, ölçüyü eksiltme” der. Sadece “kötülük yapma” demez; “kötülüğe düzen kurma, kötülüğe düzen kuranı da meşrulaştırma” der.
Bu yüzden Batı’nın, özellikle modern dönemde İslam’a dair temel stratejisi şudur:
İslam’ı “din” olarak bırak, ama “düzen kuran hakikat” olmaktan çıkar.
Bunu başardığınız an, Müslüman artık küresel sistem için risk olmaktan çıkar. Şu yeni tip ortaya çıkar:
Ritüel sahibi ama politik bilinçsiz, ahlak iddiası olan ama ekonomi düzenini sorgulamayan, dua eden ama hesap sormayan bir dindar.
İşte “ılımlı” diye pazarlanan din, çoğu zaman budur: zararsızlaştırılmış din.
2) Türkiye’de Dindarlığın Dönüşümü: “Tehdit”ten “Enstrüman”a
Türkiye’nin modern hikâyesinde dinin konumu sürekli dalgalandı: bazen baskılandı, bazen denetlendi, bazen “kültür”e indirildi, bazen de politik bir araca dönüştürüldü. Fakat bu dalgalanmalarda değişmeyen sabit şuydu: dinin bağımsız bir hakikat olarak toplumu inşa etmesine izin verilmedi.
Din ya “devletin kontrol ettiği bir alan” olarak tutuldu, ya da devletle çatışmayan, hatta çoğu zaman devlete hizmet eden bir “sosyal yapıştırıcı” gibi konumlandırıldı. Dindarlık, bir dönem “sakıncalı” görülürken; başka bir dönemde “toplumu disipline eden, itaat üreten, ahlakla kontrol eden” bir araç haline geldi.
Bu, sadece “devletin işi” de değil. Küresel dengeler açısından da dinin şu şekilde işlev görmesi istenir:
Toplumsal öfkeyi “sabır”la soğutmak
Adalet talebini “kader”le ertelemek
Eşitsizliği “imtihan” söylemiyle normalleştirmek
Zulmü “fitne çıkarmama” gerekçesiyle görünmez kılmak
Bu noktada dindarlık, hakikatin dili olmaktan çıkar; sistemin sigortası haline gelir.
3) İslam’ın Bireyselleştirilmesi: En Büyük Operasyon
Türkiye’de dindarlığın dönüşümünün en temel yöntemi, İslam’ı kamusal boyutundan koparıp “birey”e hapsetmek oldu. “Din kalpte yaşanır”, “iman bireyseldir”, “siyaset kirli iştir”, “kalbini temiz tut yeter” gibi cümleler; doğru bağlamda doğru anlamlar taşıyabilir. Ama bir ideolojiye dönüştüğünde sonuç şudur:
Müslüman, toplumsal kötülüğe karşı sorumluluk duymayan bireye dönüştürülür.
Kur’an’ın ilk muhataplarını düşünelim: Mekke’de iman; yeni bir “hobi” değildi. İman; düzenle çatışmaktı. Çünkü tevhid “Allah birdir” demekle kalmaz; aynı zamanda “mutlak otorite Allah’ındır” der. Bu da şunu doğurur: putlar yıkılacak. Put dediğimiz şey sadece taş heykeller değil; iktidar putu, servet putu, soy putu, kabile putu, çıkar putu…
Bugün ise biz, tevhidi “zihinsel bir cümleye” indirgedik; tağutu “tarihte kalmış bir kelime” sandık; adaleti “kıyamet günü”ne havale ettik. Sonuçta dindarlık, tevhid iddiası taşısa da tağutla kavga etmeyen bir forma büründü.
4) Piyasa Dindarlığı: Helal Etiketiyle Satın Alınan Masumiyet
Modern çağın en güçlü ideolojisi tüketimdir. Tüketim, sadece ekonomi değil; aynı zamanda kimlik üretimidir. İnsan, ne satın alıyorsa ona dönüşür. Burada dindarlığın modern sürümü devreye girer: piyasa dindarlığı.
Piyasa dindarlığı şunu yapar:
Faizli finansı sorgulamaz ama “islami” paketler sunar.
Emek sömürüsünü tartışmaz ama “hayırsever patron” hikâyeleri üretir.
Gösterişi eleştirmez ama “dini sembol”le gösterişi meşrulaştırır.
Sade hayatı değil, “dindarca zenginlik” anlatısını büyütür.
Böylece vicdan satın alınır:
Helal etiketleriyle günahın ağırlığı hafifler, adalet sorusu ertelenir.
Bu, İslam’ın “infak” ruhuyla taban tabana zıttır. Çünkü infak, sadece bağış yapmak değil; servetin birikim mantığına itirazdır. “Veren el” olmak güzeldir ama asıl soru şudur: Niçin bu kadar çok insan almaya muhtaç bırakıldı? Bu soruyu sormayan bir dindarlık, yardımın bile içini boşaltır
5) Cemaatleşme: Hakikat mi, Aidiyet mi?
Türkiye’de dini yapılar, bir yandan korunma ve dayanışma alanları üretti; öte yandan ciddi bir problem doğurdu: dinin, hakikat yerine aidiyetle yaşanması.
Aidiyet merkezli dindarlıkta:
Doğru, “kitabın” doğrusu değil; “grubun” doğrusudur.
Ahlak, evrensel ilke değil; “iç disiplin”dir.
Eleştiri, “ıslah” değil; “ihanet” sayılır.
İtaat, Allah’a kulluk değil; kişilere bağlılık olur.
İşte bu, Batı’nın da hoşuna giden modeldir. Çünkü aidiyetçi din, toplumu dönüştürmez; sadece kendi çevresini büyütür. Aidiyetçi din, zulme karşı evrensel bir adalet dili kurmaz; “bizimkiler”in çıkarını kollayan bir dile dönüşür.
Kur’an’ın hedeflediği ümmet bilinci, kabileciliği yıkarken; cemaatçi kabilecilik yeni duvarlar örer. Böylece Müslümanlar, birbirine karşı bile adaletli olmayı kaybedebilir. İşte en büyük kırılma buradadır:
Din, adalet üretmeyince; sadece güç üretir.
6) “Fitne” Söylemi ve Suskunluk Ahlakı: Zulmün Dini Kalkanı
Bu ülkede en çok suistimal edilen kelimelerden biri “fitne”dir. Fitne, Kur’an’da çok ağır bir anlam taşır. Ama biz fitneyi, çoğu zaman “iktidarı eleştirmek” veya “haksızlığa itiraz etmek” anlamına çevirerek kullandık.
Böylece dindarlık, şu cümleye mahkûm edildi:
“Konuşma, düzen bozulur.”
Oysa Kur’an’ın ilk nesli konuştuğu için işkence gördü. Peygamberler sustuğu için değil, hakikati söylediği için sürüldü. Suskunluk ahlakı, zalimin işine yarar. Çünkü zalim, en çok “dindar suskunluğu” sever. Zalim, en çok “dua edip itiraz etmeyen” kitleye güvenir. Böyle bir dindarlık, iyiliği yaymaz; kötülüğün alanını genişletir.
7) En Acı Soru: Dindarlık Neyi Rahatsız Etmiyor?
Bugün bir dindarlık modeli düşünün:
Kamuda görünür, ama adaletsizliği durduramıyor.
Aile içinde güçlü, ama toplumda merhamet üretmiyor.
Sembolleri yaygın, ama hakkı savunma refleksi zayıf.
Dili dini, ama ekonomisi acımasız.
Bu dindarlık neyi rahatsız etmez?
Faiz düzenini
Tüketim kültürünü
Sınıf uçurumlarını
Küresel hegemonyayı
Yerli iktidarların dokunulmazlığını
İşte “Batı projesi” dediğimiz şey burada görünür olur:
İslam’ın “düzen kurucu” iddiası törpülenir; geriye kültürel bir kimlik, törensel bir dindarlık kalır.
Sonuç: Biz Dinimizi Nerede Kaybettik?
Bu yazının amacı kimseyi hedef almak değil. Ama bir hakikati açık etmek:
Dindarlık, eğer adaletin, özgürlüğün ve tevhidin toplumsal iddiasını taşımıyorsa; sistemin içinde eriyen bir alışkanlığa dönüşür.
Batı’nın istediği de budur:
– İbadet et ama itiraz etme.
– Dua et ama hesap sorma.
– Ahlaklı ol ama düzen sorgulama.
– Sadaka ver ama sömürüye dokunma.
Oysa İslam’ın çağrısı farklıdır:
Tevhid, sadece “inanmak” değil; “kimseyi Allah’ın yerine koymamak”tır.
Bu ise kaçınılmaz olarak şu soruyu doğurur:
Bugün kimi ilahlaştırıyoruz? Parayı mı, iktidarı mı, konforu mu, grubu mu, kariyeri mi?
Eğer bu soruları sormayan bir dindarlık yaşıyorsak, dindarlığımız artmış olabilir; ama dinimiz büyümemiştir.
Ve belki de en büyük felaket şudur:
İslam’ı savunduğunu söyleyenlerin, farkında olmadan İslam’ı etkisizleştiren bir dindarlığı çoğaltması.
İslam BAŞARAN