Sağlık
Belirti vermeden yıllarca sürebiliyor! Göğüs yanması masum olmayabilir
Sessizce ilerleyen mide fıtığı, çoğu zaman fark edilmeden ciddi sorunlara yol açabiliyor. Uzmanlar, özellikle reflü şikayeti yaşayanların bu riski göz ardı etmemesi gerektiğini belirtiyor.
Göğüs arkasında yanma, ağza acı su gelmesi ya da geçmeyen reflü şikayetleri… Pek çok kişi bu yakınmaları günlük hayatın olağan sorunları olarak görüp önemsemiyor. Oysa bu belirtilerin arkasında, uzun süre sessiz kalan mide fıtığı yatabiliyor. VM Medical Park Pendik Hastanesi Gastroenteroloji Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Orhan Uzun, mide fıtığının çoğu zaman belirti vermeden ilerleyebildiğini belirterek, reflü şikâyeti olan hastaların ihmal etmemesi gerektiğini söyledi.
Mide fıtığının ne olduğundan bahseden Doç. Dr. Uzun, “Mide fıtığı, tıbbi adıyla “hiatal herni”; başta mide olmak üzere karın içi organların, göğüs boşluğu ile karın boşluğunu ayıran diyaframdaki açıklıktan göğüs boşluğuna doğru yer değiştirmesi olarak tanımlanır. Diyafram, solunumda önemli rol oynayan kas yapısında bir organdır. Yemek borusu bu yapı üzerindeki doğal bir açıklıktan geçerek mideye ulaşır. Bu açıklığın zamanla zayıflayıp genişlemesi sonucu mide ve bazı karın içi organlar yukarı doğru kayarak mide fıtığını oluşturur” diye konuştu.
Kimler risk altında?
Mide fıtığının gelişmiş toplumlarda daha sık görüldüğüne dikkat çeken Doç. Dr. Uzun, “Çoğu zaman net bir nedeni saptanamasa da karın içi basıncının artması önemli bir risk faktörü olarak öne çıkıyor. Obezite ve yaşa bağlı kas kaybı en sık bilinen riskler arasında yer alırken; kadın cinsiyet, çok sayıda gebelik, daha önce yemek borusu ameliyatı geçirilmesi, kronik kabızlık, KOAH, travmalar ve genetik faktörler de mide fıtığı riskini artırabiliyor” ifadelerini kullandı.
Belirtileri neler?
Mide fıtığının çoğu zaman belirti vermeden seyredebileceğine değinen Doç. Dr. Uzun, “Sıklıkla reflü hastalığı şikâyetleri ile birlikte fark edilir. En sık görülen yakınmalar göğüs kemiğinin arkasında yanma hissi ve ağza acı su gelmesidir. Daha nadir olarak yutma güçlüğü, kusma, göğüste takılma hissi ve ağrı görülebilir. Bazı hastalarda ise kronik öksürük ve astımı taklit eden atipik belirtiler ortaya çıkabilir” dedi.
Mide fıtığının tipleri neler?
Mide fıtığı anatomik olarak dört grupta incelendiğini sözlerine ekleyen Doç. Dr. Uzun, “En sık görülen Tip 1 mide fıtığında, midenin üst bölümü göğüs boşluğuna kayar ve genellikle reflü ile birlikte görülür. Tip 2’de midenin üst kısmı yerinde kalırken, başka bir bölümü göğüs boşluğuna çıkar. Tip 3’te bu iki durum birlikte görülür. Tip 4’te ise mideye ek olarak diğer karın içi organlar da göğüs boşluğuna geçer” diye konuştu.
‘Muayene sonrası yapılan tetkiklerle tanı konulur’
Teşhis konma sürecine anlatan Doç. Dr. Uzun, “Tanı, hastanın şikâyetlerinin ayrıntılı dinlenmesi ve muayene sonrası yapılan tetkiklerle konur. Reflü belirtileri ön planda olduğu için ilk tercih edilen inceleme endoskopidir. Gerekli durumlarda ilaçlı yemek borusu filmi, yemek borusu basınç ölçümü ve 24 saatlik pH ölçümü yapılabilir. Bilgisayarlı tomografi ise rutin bir yöntem olmayıp, bazı durumlarda hastalığın tesadüfen saptanmasında veya komplikasyonların değerlendirilmesinde kullanılır” dedi.
Tedavi nasıl planlanıyor?
Tedavi seçeneklerinden bahseden Doç. Dr. Uzun, “Tedavi, mide fıtığının tipine ve hastanın şikâyetlerine göre değişiklik gösterir. Tip 1 mide fıtığında öncelik ilaç tedavisi ve yaşam tarzı değişiklikleridir. Şikâyeti olmayan hastalarda tedavi gerekmeyebilir. Şikâyeti olan hastalarda kilo kontrolü, yatmadan önce yemek yememek, yatış pozisyonunun baş kısmını yükseltmek ve reflüyü tetikleyen gıdalardan uzak durmak önemlidir. Gerekli durumlarda mide asidini azaltan ilaçlar kullanılır” ifadelerini kullandı.
‘Ameliyat gerektiren durumlar’
Doç. Dr. Uzun değerlendirmelerini şöyle sonlandırdı:
“İlaç tedavisine rağmen şikâyetleri geçmeyen, mide ve yemek borusunda hasar gelişen hastalarda cerrahi tedavi gündeme gelebilir. Ayrıca mide fıtığının ileri tiplerinde, mide dönmesi, tıkanıklık, kanama ve delinme riski nedeniyle cerrahi tedavi önerilir. Günümüzde en sık tercih edilen yöntem kapalı (laparoskopik) ameliyatlardır. Bu yöntemle hastalar daha kısa sürede günlük yaşama dönebilmektedir.”