Aktüel
Sultan Abdülhamid "Yerli ve Milli " Değil miydi?
Hukukçu Yazar Av. Ömer Faruk Uysal 'Sultan Abdülhamid "Yerli ve Milli " Değil miydi?' başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Hukukçu Yazar Av. Ömer Faruk Uysal'ın kaleme aldığı işte o yazı
Son yıllarda Sultan Abdülhamid Han üzerine yapılan tartışmalar, tarihî bir muhasebeden ziyade ideolojik bir hesaplaşmaya dönüşmüş durumda. Bu tartışmaların en dikkat çekici ve en sorunlu başlıklarından biri ise, Abdülhamid Han’ın “yerli ve milli olmadığı” iddiasıdır. Doğrusu, bu iddia tarihî olmaktan çok anakronik, ilmî olmaktan çok ideolojiktir.
“Yerli ve milli” kavramları, modern ulus-devlet çağının ürünüdür. Bu kavramları, çok dinli, çok milletli bir imparatorluk ve hilafet düzeninin başında bulunan bir Osmanlı Sultanı’na uygulamak, baştan metodolojik bir hatadır. Sultan Abdülhamid bir ulus-devlet lideri değil; İslam Halifesi ve cihan devleti olan Devlet-i Aliyye’nin hükümdarıdır. Onu bugünün milliyetçilik ölçütleriyle yargılamak, tarihe bugünün gözlüğünü zorla takmaktır.
Abdülhamid Han’ın Batılı danışmanlarla çalışması, gayrimüslim hekimler ve nazırlar görevlendirmesi, Batı müziğiyle ilgilenmesi ya da saray hayatının Avrupaî unsurlar taşıması, “yerli ve milli olmamak” için delil olarak sunulamaz. Bu tercihler, kimlik meselesi değil; devlet yönetiminde pragmatik aklın bir sonucudur. Aynı dönemde İngiltere, Fransa ve Almanya gibi monarşiler de yabancı uzmanlarla çalışmakta, kültürel etkileşimi yadırgamamaktadır. İmparatorluk yönetimi, ideolojik saflık değil, siyasi denge ister.
Asıl çelişki şuradadır: Abdülhamid’i “yerli ve milli değil” diye itham edenler, çoğu zaman Batı menşeli ideolojileri —pozitivizm, sekülerizm, jakoben laiklik ve ulusçuluğu— sorgusuz sualsiz meşru kabul etmektedir. Batı’dan ithal edilen ideolojiler yerli sayılırken, bu toprakların bin yıllık İslamî ve Osmanlı siyasal tecrübesi gayrımilli ilan edilmektedir. Bu, tarihî değil; ideolojik bir tercihtir.
Sultan Abdülhamid’in siyasetinin temel referansı, hilafet, İslam birliği ve devletin bekasıdır. Bu siyaset, modern milliyetçilikle (ulus devlet
ulusçuluğuyla) örtüşmeyebilir; fakat örtüşmemesi onu “gayrımilli” yapmaz. Bilakis, Abdülhamid Han, Osmanlı’nın tarihsel sürekliliğini ve İslam dünyasının siyasi onurunu korumaya çalışan son büyük direniş noktasıdır. Nitekim İngilizler, Fransızlar, Ruslar ve onların yerli işbirlikçileri en çok onunla uğraşmış, onu devirmek için yıllarca çalışmıştır. Eğer Abdülhamid “yerli ve milli değil” idiyse, emperyalistlerin bu düşmanlığı nasıl açıklanacaktır?
Bugün Abdülhamid’i “yerli ve milli değil” diye yaftalamak, aslında onu değil; modern Türkiye’nin kendi tarihine yabancılaşmasını ele vermektedir. Abdülhamid’i savunmak bir ideoloji değildir. Ne bir “Hamidizm” vardır ne de Abdülhamid’i kutsallaştırma zorunluluğu. Mesele, tarihî adalet ve hakkaniyettir.
1900'lü yılların başında, içten ve dıştan kuşatılmış ve emperyalizmin parçalamak istediği bir kriz konjoktüründe, bir Osmanlı vatanseveri iki şeyden birine odaklanacaktı. A - Emperyalist taaruzlara, operasyonlara, devletin yıkılma riskine karşı, Osmanlıya, merkezi idareye ve devletin reisi halifeye destek vermek. Parçalanma emareleri gösteren imparatorluğu ve Sultan'ını tahkim etmek ki, bu Abdülhamid Han'ın siyaseti idi. B - Dahili konulara odaklanıp, Halife Sultanın yönetimini, anayasa, meclis, militarist bürokrasi ile sınırlamak, merkezi idare ve reisin gücünü zayıflatmak. Ki bu da İTC'nin siyaseti idi.
İngiliz, Fransız ve Rus emperyalizmi elbette ikincisini tercih edip destekledi. İTC, Sultanı devirip iktidara gelene kadar, faaliyetlerini, Paris, Londra, Cenevre'de, o ülkelerin desteğiyle sürdürdü. İslamcı olan ve olmayan aydınların pek çoğu da, meşrutiyet ile herşey çok güzel olacak zannıyla İTC'yi desteklediler. Esasen Sultan'ın ve İttihatçıların siyasetinden başka güçlü bir alternatif de yoktu.
Ümmet-i Muhammedin ümidi ve emperyalizme karşı büyük direniş noktası Hilafet-i İslamiye ve onun kudretli riyaseti idi. Ancak dışarıdan emperyalist operasyonlar ve içeride geleneksel Osmanlı otoritesine karşı, oluşan asker + aydın muhalefeti, krizi azaltmadı büyüttü. Böylelikle emperyalizme karşı geleneksel, yerli, milli, kadim direniş hattı daha da zayıfladı. Meşrutiyetin ilanına rağmen, 9 ay sonra Sultan da darbe neticesi
hal'edilince Devlet-i Aliye, başı koparılmış bir tavuk, ( imamesi kopan bir tespih) gibi çırpınarak 8,5 yılda dağıldı. Emperyalizmin tercihi ve desteklediği İTC iktidarı gaspetti. Emperyalist beklenti ve planlar nihayet gerçekleşti. Buna ister istemez alet olan ulusçu, seküler, Batıcı, Frengi İTC yerli ve milli; kadim Devlet-i Aliye ve Sultan'ı ise yabancı ve gayrımillli ilan edildi. Devlet-i Aliye'yi yitirdik fakat devlet-i sağire bir ulus-devlet edindik. Ulus-devlet ve ulusçular elbette en çok yerli ve milli olanlardı!!! Yerli ve milli olanı da ancak onlar belirlerdi!
Sultan Abdülhamid Han’ı “yerli ve milli değil” diye mahkûm etmek, tarih yazmak değil; tarihle kavga etmektir. Bu kavga ise, Abdülhamid’i değil, bizi küçültür.