AKİT MENÜ

Gündem

Üç Aylar ve Regâib Kandili!

Yarın nasip olursa Receb ayı ile birlikte üç aylar diye bilinen ve Ramazan Bayramı ile noktalanacak yeni bir iklim kuşağına ulaşmış bulunacağız.

2013-05-09 22:27:14

Önümüzdeki perşembeyi cumaya bağlayan gece de Osmanlı Devrinde Sultan II. Selim döneminden itibaren değerlendirilmesine büyük özen gösterilen ve âdeta devlet şöleni haline dönüştürülerek “Kandil” adını alan gecelerin ilki olan Regaib kandilini idrak edeceğiz. Öncelikle bu kelimenin manasını ve bu gecenin ne anlam ifade ettiğini bir kez daha hatırlayalım. Regâib kelimesi, rağbet olunan şeyler manasına gelir. Bu sözcük; farz namazlarla kılınan sünnetlerin dışındaki tüm nafile namazların ortak ismi olduğu gibi Recep ayının ilk Cuma gecesinin de adıdır.(1)
Gerek üç ayların ve gerekse kandil gecelerinin; biz müminlerin normal yaşantılarına nispetle, ne anlama geldiği ve hayata bakışımızda bizlere, ne tür bir derinlik kazandırması gerektiği hususunda Zünnun-ı Mısrî’nin (rh.a.) çok güzel bir temsîl ve teşbîhi vardır. Hazretin güzel tesbit ve veciz sözlerinden önce bir yazarımızın yıllar önce yaptığı ve maalesef bugün de devam eden kandil gecelerine bakışımız ve anlayışımızla ilgili önemli bir uyarıyı sizlerle paylaşmakta fayda var. Bu düşünce insanımız şöyle diyordu:
“Şimdi Regaib Kandili geliyor, Müslümanlar simit alacak evine gidecek, el öpme işleri tamamlandıktan sonra, ‘Kandil ziyafeti’ne konacaklar. Sonra televizyondan mevlit dinleyecekler, arkasından çarpıcı bir film varsa, hele hele bir dizi’nin devamı ise, onu da seyrederler. Sonra namaz kılar, Kur’an okurlar, belki de sabaha kadar uyumazlar, böylece kandili ihya etmiş olurlar.
Gece uyumadıkları için öğleye doğru kalkarlar, işlerine geç giderler. Bir de bakarlar ki kandil gelmiş, geçmiş, Türkiye’de hiçbir değişiklik yok.
Evet, işin püf noktası bu: Kandil Gecesi Müslümanda veya İslâm dünyasında bir değişiklik olmamışsa oralara kandil uğramamış demektir.” (2)
İslâm’ın genel öğretileri ve ölçüleriyle tıpa tıp örtüşen ve yerli yerine oturan veciz tanımında bu Allah Dostu bu aylar için şöyle der: “Sene bir ağaca benzetilse Receb, o ağacın yapraklanma, Şaban, çiçeklenip meyvalanma, Ramazan ise olgunlaşan mahsûlün devşirilip toplanma zamanıdır.”
Demek oluyor ki, dokuz ay boyunca beş vakit namazlarımızla, Allah’ın emir ve yasaklarına uygun yaşantımızla, İslâm’ın öngördüğü erdemli davranışlarımızla, sulayıp geliştirip kurumasını engellediğimiz Kulluk ağacımız; Recep ayında yapraklanacak, sonra da Şaban ayında çiçeklenecek, ayların sultanı Ramazanda ise meyvelerini verecektir. İşte üç aylar denilen bu mübarek günler, dokuz ay boyunca kulluğunun bilincinde ömür sürenler için; bol rahmet, engin mağfiret, derin feyizler ve sınırsız nimetler içermekte ve sunmaktadır.
Geçirdikleri dokuz ay boyunca, gönüllerini, ruhlarını ve davranışlarını, isyan bataklığında çürütüp kurutanların; onları İslâmsız, Kur’ansız ve Peygambersiz bırakanların; onları ibadet, taat, dua ve hayırlarla beslemeyenlerin; sadece bu aylarda ve bu gecelerde Rablerini ve kul olduklarını hatırlamaları; kendilerini kesinlikle İslâmî ve Rabbanî çizgiye ulaştıramayacaktır. Böyle olanların, bu ay ve gecelerde, devşirebilecekleri semerelerin rekoltesi, çok mu çok düşük olacaktır. Tabii ki dokuz aylık isyan içindeki yaşantı, onların kulluk ağaçlarını, iman köklerine kadar inip kurutmadıysa ve onları küfre düşürmediyse.
Şu tarihi hakikati hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmayalım. Allah’a kulluk adına sadece belli gün ve gecelere hürmet etmek; insanları kurtarmış olsaydı, başta Ebu Cehil olmak üzere tüm Mekkeli müşriklerin de Mevlâ’nın rızasını kazanmış olmaları gerekirdi. Çünkü onlar, Recep ayına gerçekten çok değer verirlerdi. Öyle ki, onlar bu ay geldiğinde, oklarını torbalarına, kılıçlarını da kınlarına sokarlar ve her biri âdeta birer dürüstlük ve şefkat âbidesi kesilirlerdi. Hatta müşrikler, kardeşlerinin, babalarının ve evlatlarının katilleri ile karşılaşsalar bile bu aya olan saygılarından dolayı, başlarını kaldırıp onlara bakmazlardı. Bu ayda hayat; bütünüyle huzur ve güven ortamına dönüşürdü. Sanki Allah, onlara, kan dökmeyi, zulmü, soygunculuğu, haksızlığı sadece bu aylar ve günler için haram kılmışçasına bir tavır sergilerlerdi.
İşte bu tarihi gerçekler ışığında, her birimizin, bu günleri ve geceleri değerlendirme adına yapacağımız en önemli ve ilk iş, herhalde şu sorgulama olmalıdır: Üç aylara ve kandil gecelerine hürmeten, Yüce Rabbimizin, yaşantımızın her anı için yasak kılmış olduğu yalancılık, hilekârlık, acımasızlık, menfaatçilik, açık-saçıklık, içki, fuhuş, kumar gibi yasakları, sadece bu günlere has olmak üzere hayatımızdan uzaklaştırmamız nasıl bir anlayış ve nasıl bir uygulamadır? Yine nefes alıp verdiğimiz müddetçe her birimizin boynunun borcu olan, namaz, niyaz, dürüstlük, hayır, hasenat gibi güzel hasletleri, yalnız bu günlerde hatırlamamız nasıl bir bakıştır? Ve bu bakış, bizleri, hangi çizgiye taşımaktadır? Bizler, bu tavrımızla, kimlere benzemekteyiz? Ve bizler, kaplıca ve sahil evlerindeki devre mülk uygulamasına benzer bu devre kulluk yaşantımızla, nereye doğru koşmaktayız? Yapacağımız bu sorgulamalar; bizim bu gecelerin mana ve maksadına ulaşmamıza, rahmet ve mağfiretine nail olmamıza vesile olacaktır. Unutmayalım ki, bizler, ancak verilen son nefesle yani ölümle sona eren ve o ana kadar kesintisiz süren bir kulluk görevinin sorumlularıyız.
Hutbemizi Efendimizin bu günler için yapmış oldukları şu dualarıyla noktalayalım:
“Allah’ım! Recep ve Şabanı hakkımızda hayırlı ve mübârek kıl ve bizi Ramazana ulaştır.”
1-Bk. D.Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, 11. Baskı, 1996, s. 925.
2- Hekimoğlu İsmail, Zaman Gaz., 1991, Tefekkür.
 

Yorumlara Git

Sağanak İstanbul’u vurdu! AFAD uyarmıştı

21 Eylül 2024: Günün Âyet ve Hadisi

21 Eylül 2021: Ahmet Esad Aslanlar'ın vefatı (Reisü-l Kurra)

Ünlü oyuncudan estetik isyanı!

Resmi tarihi açıkladılar! ABD Irak’tan çekiliyor