Aktüel
“Üstad’ın hayatı ‘İman-Fikir ve Aksiyon’dan ibaret...”
“O’nun hayatı bütünüyle bir “iman ve amel-i Salih”ten ibarettir. Ve tefekkür dünyamızı da eylem dünyamızı da basit bir parmak kıpırdatışından en derin ruh burkuntularına kadar bu amel-i salihiyle ihya etmiştir”
KORAY TAŞDEMİR
Üstadın bağlılarından Gazeteci-Yazar Yahya Düzenli, Necip Fazıl Kısakürek için, “Onun hayatı iman, fikir ve aksiyondan ibarettir” diyor.
l Matematiksel bir açıdan tarihe baktığımızda, hem keyfiyet planında hem de kemiyet bütünlüğü içersinde üstadın ortaya koyduğu eserlerin yanında, bir devrin (üstadın yaşadığı devrin koşulları hepimizce malum) destanı olan o ‘Çile’ adamını bize tanıtır mısınız?
- Cevabı zor bir soru. “Kimdir?” sorusuna verilecek yegâne cevap onun hayatını bütünüyle okumak yani hissedip anlamaktan geçiyor. Bunun kelimelerle ifade zorluğu içerisinde bir cümleyle ifade edecek olursak O’nun kim olduğunun en pratik cevabını vasiyetinden almak mümkün. Diyor ki vasiyetinde: “Eğer bu kâmusluk bütünü (eserlerini-hayatını) tek ve minicik bir daire içinde toplamak gerekirse söylenecek söz ‘Allah ve Resulü, başka her şey hiç ve bâtıl..’ Devam ediyor: “Allah’ı, Allah dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! Hele düşmanlarını!... Olanca sevgi ve nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız! Beni de Allah ve Resul aşkının yanık bir örneği ve ardından birtakım sesler bırakmış divanesi olarak arada bir hatırlayınız!” İşte kendi kaleminden Necip Fazıl. Hayatını eser, eserini de hayatı haline getirmiş, veya yeni deyimlerle mesajını duruş, duruşunu da mesaj haline getirmiş bir büyük inanmış karşısındayız.
DOĞRU-İYİ-GÜZEL, YANLIŞ-KÖTÜ-ÇİRKİN
l Üstad Necip Fazıl’ın 79 yıllık ömrü hayatında asıl gayesi, meselesi, neydi, bunu bize Üstad’ın çok yakınında bulunmuş biri olarak anlatabilir misiniz?
- O diyordu ki: “Doğruyu mu arıyorsun? Allah ile Resulü’nün bildirdiği. İyiyi mi arıyorsun? Allah ile Resulü’nün öğrettiği. Güzeli mi arıyorsun? Allah ile Resulü’nün gösterdiği.” İşte Üstad’ı, insanın doğru-iyi-güzel ve yanlış-kötü-çirkin şeklinde iki kutuplu bu dünya ve ötesi macerasında hedef gösterdiği bu cümleleri O’nun “meselesi”ni anlatmaya yeter. “Lâfımın dostusunuz çilemin yabancısı. Yok mudur sizin köyde çeken fikir sancısı?” mısralarında da dile getirdiği “fikir sancısı”.. İşte bu sancının neticesidir ki ortaya kâmil bir medeniyet tasarımı halinde O’nun Büyük Doğu olarak isimlendirdiği mukaddes emanet davasını, bu yüzyılın şartlarında bütünleştirmiş ve insanlığa teklif edilmiş, sunulmuş bir mimarî proje olarak ortaya koymuştur.
“BİLGİ BİLENE, SEVGİ SEVENE VAR”
l Temel prensipleri ölçüsünde Üstad’ın ne demek istediğinden çok, yanında bulunanlara ne kazandırmak istediğini bize anlatabilir misiniz?
- Sorunuzda geçen “yanındakilere ne kazandırmak istediği”ne yine O’na ait ya ol, ya öl! Ve ya hep ya hiç! ihtarlarıyla cevap vermemiz mümkün.. “Zehirle pişmiş aşı yemeye kimler gelir? Dilsizce yalnız Allah, demeye kimler gelir?” mısraları Üstad Necip Fazıl’ın yanında bulunanlara ne kazandırmak istediğine işaret eder. Yani O; etrafındakilere “ince ve soylu idrak” sahibi olmaları için bir ömür uğraşmış, “ciğerinden kalemine kan çekerek” didinmiş ancak, yanında inat ederek soylu, cins at olmak yerine eşeklikte direnenler çoğunluğu teşkil etmiştir. Malumdur ki; Bilgi bilene, sevgi sevene var. Buna rağmen Üstad, etrafındakilere tahammül etmiştir. Çünkü o tahammülün de fevkindeydi. Yanından kimler gelip geçmemiştir ki? Hepsi onun yanında şahsiyet krizine tutulmuşlardır. Vefatından sonra da bazıları bu krizleri ifrazat şeklinde ortaya dökmüşlerdir. Analarından emdiklerini ifrazat halinde kusanlar işte… Bal arısı da eşek arısı da çiçeklerden aynı özü toplar ancak birinin akıttığı şifadır, diğerininki ise zehirdir. Onun için kime baktığınızdan çok, onda ne gördüğünüz önemlidir. Bakmakla görmek arasındaki fark gibi. Üstad’da müfrit (extrem) derecede olan aşk, muhabbet, öfke, tahammül… Yani cümle insanî hasletlerin Allah ve Resulü davasına bağlı olarak tüm yanındakilerin şahsiyetlerine giydirilmesini telkin etmişti Üstad…
l Necip Fazıl Kısakürek’in, düşünce sistemimizin en kaba çizgileri ile, tefekkür dünyamızı nelerle ihya ettiğini bize anlatabilir misiniz? Dünyanın yüzümüzde kazıdığı güya ‘görmek’ şakasına Üstad’ın verdiği ‘körlük’ cevabını nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Üstad’ın, insanlığın düşebildiği esfel-i safilin karşısında ifade ettiği “yetiş körlük yetiş takma gözde cam” teşbihine ulaşabilmiş şair varmıdır bilemiyorum. Evet üstad aynı zamanda bir ruh simyacısıdır, ruh mimarıdır. Bu kelimeleri pek sevmiyorum ama kullanmak gerekiyor.. Öyle bir ruh mimarı ki; karşısındakilere kendi halini “ilka” edecek kadar, söylediğini yaşayan ve yaşadığını söyleyen bir hâl adamı… Bu haldir ki O’na “bir kuş bir kuş öldürse sanki ben ölüyorum.” mısrasını yazdırmıştır. O’nun hayatı bütünüyle bir “iman ve amel-i Salih”ten ibarettir. Ve tefekkür dünyamızı da eylem dünyamızı da basit bir parmak kıpırdatışından en derin ruh burkuntularına kadar bu amel-i salihiyle ihya etmiştir.
ÜSTAD’IN HAYATI...
l Verdiği eserler yanında Necip Fazıl dendiğinde hemen akla gelen Aksiyon Adam ibaresinin anlaşılması için Üstad ile ilgilenen herkesin bilmesi gerekenler nelerdir?
- Üstad’ın hayatını üç kelime ile ifade eder misiniz? diye bir soruya muhatap olsam, şöyle cevap verirdim: O’nun hayatı kendi kavramlarıyla “İman-Fikir ve Aksiyon”dan ibarettir. Ve Aksiyon kavramının coğrafyamızda kendisiyle bütünleştiği yegâne fikir adamı Üstad’dır. O’nun; fikirsiz öfke ile öfkesiz fikir kavramları malûmunuzdur. Aksiyonu da “Üstün işe hakkedilmiş üstün fikir” olarak tanımlar. Sorunuzda geçen “Ben sizin yaptıklarınızı değil, yapabilecekken yapmadıklarını da istiyorum” sözlerinin manasını, ne anlama geldiğini, 1945 yılında gençliğe seslenirken ifade ediyor: “Senin mahşer günü bizden davacı olmaman için, biz bu dünyada senden davacı olacağız!.. Bil ki muradımız sensin!” Müthiş, müthiş.. Üstad’ın aksiyoncu dünyasında her şey yerini, her yanlış doğrusu bulmuştur.
l Hayatının her saniyesi aksiyon olan bu fikir adamı üstad Necip Fazıl’a reva görülen bazı olumsuz tavırlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Bunlar, bu anasından emdiklerini kusan veya üvey anne arayanlar kayda değmeyenler… Yukarıda bir nebze bahsettik. O’nu “alkol kokulu cenaze çelenklerinden daha adi pohpohlamalar”la veya O’nu anlatır görünürken onun artık aşıldığını, geçildiğini kusanlar, idrak iltihabına ya da kusma cinnetine yakalananlardır. Bunları anmaya değmez..
İnanır mısınız, O’nu suyun bu yakasından çok öte yakadan bakanlar daha iyi anlamışlardır, daha doğrusu rolünü tesbit etmişlerdir desem yanlış olmaz. Örneğin Şerif Mardin, E. Özdalga gibiler.. Ayrıca O’nun “Bir şey koptu benden şey, her şeyi tutan bir şey. Benim adım Bay Necip Babamınki Fazıl Bey!” mısrasındaki derin ayrılıkları, bizi nerden kopardıklarını, bugüne kadar kimse anlayamamıştır. Sadece geçtiğimiz yıl Türkçeye çevrilen “Trajik Başarı” isimli kitabın yazarı bir yabancı hariç..
Bakın, bir besteci Schuman için “Ben bu büyük sanatçının eserleri ile arınıyorum, tazeleniyorum, güçleniyorum” diyor. Bu anlamda Üstad önemlidir.
Şunları söyleyerek bitireyim istersiniz.
Kimliğini yarı yolda düşürenler, kaybedenler ve yeni kimlik arayanlar Üstad’ı anlayamazlar. Necip Fazıl “kim olduğumuz”u, “Ne olmamız gerektiği”ni bildirmiş, ihtar etmiş, ömrünü bu yolda tamamlamıştır. O’nun mücadelesi bu anlamda bir kimlik ve varoluş mücadelesidir. O’nun hayatı mücadelesi; mücadelesi de hayatıdır. Mücadelesi hayatının her zerresiyle bu derece bütünleşmiş, yapışmış olanlar, kendi deyimiyle kahramanlardır. Yani ölmeden ölenlerle, ölüp de ölmeyenlerdir. İşte o ölüp de ölmeyen kahramanlardandır. O; başını bir gayeye satmış kahramandır.
ÜSTAD’IN BEKLEDİĞİ GENÇ
Üstad’ın bütün bir muhtevasının muhatabı kimdir? diye sorduğumuzda karşımıza “genç” çıkar. Öyle refleksleriyle, biyolojisiyle genç değil. Bunlar da içinde olmak üzere “ruhuyla da genç” bir genç.. Meşhur hitabesinin adı: Gençliğe Hitabe’dir. Ve bu hitabe âdeta bütün eserlerinin, bütün mücadelesinin özetidir: “Bir gençlik… zaman bendedir ve mekân bana emanettir şuurunda” dediği, tüm dünyayı tasarrufu altına alacak bir varlık: Genç.. Bu genç için neler söylemiyor ki… “Genç Adam! Kalabalıkların modalaşmış yollarına düşme! Nefs murakabesi denilen o ulvî melekeye yapış ve düşün: Yol kalabalıkların yönü değil, hakikatin istikametidir. Sen O’na dön ve kalabalıkları döndür!” Ne müthiş bir ihtardır bu. Hitabesindeki bir paragraf da oldukça önemlidir: “Kim var?” diye seslenilirce, sağına ve soluna bakmadan fert fert “ben varım!” cevabını verici, her ferdi “benim olmadığım yerde kimse yoktur!” fikrini besleyici bir dâva ahlakına sahip bir gençlik…” Evet.. Bulunduğu yerde anlam ifade edecek kimlik sahibi eylem adamlarını tarif ediyor Üstad..
Üstad’ın Devlet İdeali: “Başyücelik Devleti”
Üstad Necip Fazıl, eserlerinin en önemlisi kabul ettiği “İdeolocya Örgüsü”nde, İslâm İnkılabı’nı bütün yönleriyle ele almış, tasvir ve teklif etmiştir. Bu inkılabın, çekirdeği, zübdesi ve özü ise, bilindiği gibi “Başyücelik Devleti” idealidir.
Üstad için İslâm İnkılabı, Müslümanların boyunlarının borcudur. Müslümanlar, Allah’ın hükmüyle hükmetmeyene itaat edemezler. İslam, kimsenin çıkar aracı veya şahsi avuntusu değildir. İslam ancak İslam inkılabı ile, İslam devletinde idrak edilebilir. O devletin adı da, yine İslami bir incelikle “İslam devleti” değil, “Başyücelik Devleti”dir.
Başyücelik Devleti, “Hakimiyet Hakkındır!” düsturuna dayanır ve bütün hakimiyetinin kaynağını ve temel ölçülerini İslamiyetten alır. Bu temel ölçülerden çıkan sonuç ise ne saltanata, ne cumhuriyete benzer. Üstad Necip Fazıl’ın tarif ve tasvirleri içinde –kısaca özet halinde verirsek- şudur:
İSLAM VE DEVLET
İslam, devlete, ruhun uzviyete yapışık olması gibi sımsıkı bağlıdır; asla ayrılmaz ve onsuz uzviyet düşünülemez.
TEŞKİLAT VE İDARE
İslam inkılabı, başlı başına ve müstakil ideal kıymetinde, bütün bir teşkilat ve devlet şekli gayesine sahiptir. Bu gayenin ismi “Başyücelik devleti” ve teşkilatıdır. Başyücelik devleti, eski Yunan’dan bugüne kadar gelen örnekler arasında misilsiz bir ilerilik ve yenilik temsil ettiği gibi, tarih boyunca gelmiş, ya ferdî, ya içtimaî, yahut da zümrevî irade hakimiyetlerine bağlı şekillerden teker teker herbirinin faziletlerini toplayıcı son ve üstün buluştur. Öyle bir buluş ki, İslam’ın “şûrâ” ölçüsüne de sımsıkı bağlı...
Teşkilat cephesi Büyük Doğu ideolocyasında gergef gibi nakışlandırılmış olan bu davanın fikir ve özü, bir topluluğu, o topluluk içindeki en üstün ruh ve idrak kahramanlarının emir ve iradesine teslim etmekten ibarettir. Açıkçası, her sahadaki idrak soylularının, bir hastahanede ilmi doktorluk hakimiyeti gibi mutlak hegemonyasını kurmak..
DEVLET
Bütün zıtlarından ve sahte benzerlerinden ayırarak, şeriat, tasavvuf ve onlara tabi aklı anlayışı ile derin ve gerçek mümine bağladığımız İslam inkılabı içinde devlet ve hükümet şekli, serbest ve ileri akıla bırakılmış, bütün bir icat ve ibda mevzuudur. Bu davada serbest ve ileri akıl, ana ölçüye daima bağlı kalarak, insan cemiyetlerinin ve idare nizamlarının tarih boyunca macerasını takip ederek, en doğru, en iyi ve en güzel şekli seçmekte veya bulmakta yüzdeyüz hürdür.
YÜCELER KURULTAYI
“Büyük Doğu” mefkuresinde, cemiyet iradesini temsil adına, dünyanın her yerinde örnekleri bilinen millet meclisleri yerine, bir “Yüceler Kurultayı” vardır. (...) “Yüceler Kurultayı”nın manası, milleti, en ileri düşünenlerin ve en iyi yapanların kadrosunda özleştirmektir.