Kültür - Sanat
İngiliz papazdan tarihi ‘Osmanlı’ itirafı! “Görmesem inanmazdım”
1669’da İngiliz elçisinin papazı olarak gelen ve 1770’lerde Osmanlı topraklarında 7 yıl kalan Dr. John Covel, yazdığı bir mektupta, “Tüm şehir [İstanbul] boyunca (bir veya iki kere tamamen kendi başıma) büyük Türk kalabalıkları arasında gidip geldim; yine de seni temin ederim ki dünyanın en ufacık bir hakaretiyle karşılaşmadım; tam aksine olağanüstü bir nezaket gördüm… Görmeseydim muhtemelen inanamazdım buna” ifadelerini kullanmıştı.
yeniakit.com.tr Ömer E. Keçeci
İngiliz tarihçilerin kendi tarihi hadiselerinden hareketle 1660’tan 1830’a götürdükleri ve “uzun 18.yüzyıl” dedikleri dönemde, Osmanlı topraklarına gelen İngiliz bazı papazların anlatımları oldukça dikkat çekicidir. Bir yanda papazların ağzından Osmanlı’da düşmanları için bile sağlanabilen ciddi ölçüdeki emniyet, diğer yanda ise aynı dönemde Londra’ya gelenlerin konuyla alakalı anlatımlarını beraber okumak, pek fikir vericidir.
“EN UFACIK HAKARETLE KARŞILAŞMADIM, GÖRMESEM İNANAMAZDIM”
1669’da İngiliz elçisinin papazı olarak gelen ve 1770’lerde Osmanlı topraklarında 7 yıl kalan Dr. John Covel, arkadaşına yazdıkları içinde şu satırlara yer vermektedir:
“Tüm şehir [İstanbul] boyunca (bir veya iki kere tamamen kendi başıma) büyük Türk kalabalıkları arasında gidip geldim; yine de seni temin ederim ki dünyanın en ufacık bir hakaretiyle karşılaşmadım; tam aksine olağanüstü bir nezaket gördüm… Ve tüm bu büyük kalabalıklar arasında herkes bizim vaaz sırasında olduğumuz kadar sessiz ve düzenlidirler. Eğer öyle olduğunu görmeseydim muhtemelen inanamazdım buna, benden öğrendiğinle sen de bu harika [şeye] inanabilirsin.”
“OLABİLECEK EN EMNİYET İÇİNDE YAŞIYORUZ, BUNUNLA KIYASLANABİLİR TOPLUM YOK”
İngiliz Levant Kumpanyasının Halep ticarethanesinin papazı olup 1697-1701 tarihlerinde o bölgede bulunan ve Kudüs’e yaptığı ziyareti de günlük olarak kaydeden diğer İngiliz papaz ise Henry Maundrell’dir. Maundrell, günlüğü yayınlandıktan sonra başka din adamlarınca mektuplarla bazı sualler almıştır. Bunlardan birisine 10 Mart 1698’i 1699’a bağlayan gecede yazdığı mektupta şu satırlar geçmektedir:
“Onlar [Türkler] arasındaki yaşamımıza gelince; olabilecek en sakinlik ve emniyet iledir; ve bizim tüm istediğimiz de bu… Yaşam şeklimiz, belli ölçüde akademik bir yolu temsil etmektedir… Güne sizin gibi dualarla başlıyoruz ve zamanımızı işe, yemeğe, istirahate ayırıyoruz. Kışın en nefis bir doğada haftada iki kere avlanıyoruz ve yazın sıklıkla kendimizi çadırlarımızda bowling yahut diğer egzersizlerle eğlendiriyoruz… Kısacası, hakiki görüşüm şudur ki, İngiltere toplumu haricinde, TÜM İYİLİK VE ARZU EDİLİR NİTELİKLERİYLE BUNUNLA KIYASLANABİLİR BİR TOPLUM YOKTUR.”
[Büyük harf vurgusu bize ait. Maundrell’in bir İngiliz papazı olarak kendi toplumunu daha alta koyması ve düşmanı olduğu, yer yer tahkir eden ifadeler kullandığı Türklerle hakiki manada objektif bir kıyaslama yapması zaten pek beklenebilir bir şey değildir. Buna rağmen İngilizler hariç herkesin ötesine geçirmekten kendisini alamaması son derece kayda şayan bir durumdur.]
“AVRUPALI DİNGİNLİKLERİNE, DÜKKÂNLARI AÇIK BIRAKMALARINA ŞAŞACAKTIR”
1797’de eserini yayınlayan ve 18.yüzyılın en sonları gibi geç sayılır bir tarihte İstanbul’da elçilik papazlığı vazifesinde bulunmuş kimse ise James Dallaway’dir. Dallaway de pek şayan-ı dikkat cümleler sarf etmektedir:
“Avrupa başkentlerini ziyaret eden herhangi bir kimse, başkentin [İstanbul] kalabalık caddelerinde hâkim olan böylesine dinginliği, şaşkınlıkla gözlemleyecektir; binek arabalarının gürültüsü yoktur ve hatta erkeklerin gittiği yoğun yerler bile sessizliğin ikametinden az biraz ayrılır”
“Hakikaten dikkate şayandır ki, bu kadar büyük bir nüfusta, suçlu davaları çok sıklıkla meydana gelmez. Cinayetler nadiren duyulur, o da kesinlikle başkentte silah taşımaktan men edilmiş diğer insan sınıflarından ziyade askerler arasında olur… Hırsızlık sık değildir… Bireysel düello modern Avrupa’da çok evrenseldir, Türkler arasında uygulanmaz. Pek çok millet için utanç olan suikast da, Türkler arasında yoktur… Kronik tartışmaların büyük nedeni kadınlarla ilişkiler, birbirleriyle müdahale konusunda nedeyse imkânsız kılınacak derecede düzenlenir. Evlilik öncesi âşıkları tarafından görülmezler, sonra da sadece kocaları ve yakın akrabaları görebilir. Erkekler arasında haremleriyle alakalı olarak bunun gibi ihlal edilemez bir şeref noktası vardır ve aşikâr olmuş bir ahlaksız toplumdan sürgün edilir.”
Kapalıçarşı, Mısır Çarşısı gibi yerleri de gezen Dallaway, şu ifadeyi eserine kaydetmiştir: “Bir yabancı, birçok dükkânın bir usta yahut muhafız olmadan açık bırakıldığını görmekle hayretlere gark olacaktır, fakat çalmak bir Türk kötülüğü değildir.”
18.yüzyıl başında gelen diğer bir İngiliz papaz Edmund Chishull ise, Edirne’ye seyahatlerinde kendisine eşlik eden Mustafa adlı Türk’ün, kalacak yerleri olmayınca bu papaz ile yanındakileri bir camide yatırmıştır. Papaz, imamın sert bakışları olduğunu söylese de, camide konaklamalarına rağmen herhangi bir saldırı ya da sözlü taciz anlatmamaktadır. Aşağıda Londra için ise pek değişik nakiller vardır.
“LONDRALILAR YABANCI DÜŞMANIDIR, ŞOK EDİCİ TACİZ VE HASTALIKLI DİLLERİ VARDIR”
Osmanlı şehirlerine gelen İngiliz papazlar böyle kayıtlar düşebilmişken, aynı yüzyılda İngiliz başkenti Londra’daki topluluk için daha farklı ifadeler kullanıldığı görülmektedir.
Pierre-Jean Grosley adlı Fransız seyyahın eserinde şu satırlar görülmektedir: “Onlara [halka] bir caddeye gidiş yolunu sor: Eğer sağda ise, seni sola yönlendirecekler, yahut seni bir kaba yoldaşlarından bir diğerine yollayacaklardır. En şok edici taciz ve hastalıklı dili, bu vesilelerle eğlencelerinin bir parçası yapacaklardır. Böyle bir saldırıya uğramak için, onlarla konuşmaya kesinlikle hacet yoktur, yanlarından geçmek kâfidir. Benim Fransız havam, elbisemin sıradanlığına rağmen, her cadde köşesinde üzerime mütecaviz teraneler yağmurunu çekti, bunun ortasından tanrıya İngilizce anlamıyorum diye şükrederek geçtim.”
Grosley bundan sonra, “Fransız köpeği” gibi hakaretler edildiğini öğrendiğini kaydetmektedir. Ayrıca bir İngiliz hamal ile bir Fransız’ın kavgasına da şahit olduğunu, Fransız hiçbir şey demediği halde İngiliz’in devamlı surette onu sözleriyle taciz ettiğini, İngilizce anlamayan Fransız’ın da neticede ona tükürdüğünü ve aralarında kavga çıktığını anlatmaktadır. Ayrıca Chelsea’den bir İngiliz centilmeni ile geçerken, birkaç İngiliz sucunun da kendisinden dolayı İngiliz centilmene saldırdığını belirtmektedir.
Yakın zamanda ölen kıdemli bir İngiliz tarihçisi olan Lord Asa Briggs de devrin İngiliz toplumunu anlattığı eserinde Londralılar için, “Londralı kalabalıklar kaba ve yabancı düşmanıydı” demektedir.
Briggs ayrıca 1808 tarihinden nakil yaptığı bir eserde, koyun hırsızlığının en gaddarca bir genişlikte yürütüldüğünü iktibas etmiştir. Londra haydutlarından hususen korkulduğunu,caddelerdeki alışveriş yerleri, hanlar ve tiyatrolarda düzenli olarak yankesiciler görüldüğünü ve birçok yankesicinin 12-14 yaş arasında olduğunu da ifade etmektedir.
Kral 2.George da 1751’de parlamento konuşmasında, bilhassa başkent civarında şiddet ve hırsızlık suçlarının gözü pekliğini gündeme getirmişti. 1806’da Londralı bir hakim ise eşkıya ve hırsızlık yapan insan sayısı hakkında 80.000 tahmininde bulunmuştur.
SONUÇ YERİNE
1792-1799 Sivas Şer’iyye Sicillerinde ceza davaları üzerine Nilgün Temel imzasıyla yapılan bir yüksek lisans tezinde, Osmanlı topraklarına gelen İngiliz papazların ifadeleriyle paralel düşen veriler elde edilmektedir. Buna göre bu 7 yılda sadece 1 adam öldürme vakası kaydedilmektedir. Bu 7 yılda ceza hukukuna müteallik 8 kayıt bulunmuştur.
21 Aralık 1759 - 26 Ocak 1760 arası İstanbul Galata kadılığı şeriyye siciline dair yapılan bir tezde ise hiçbir böyle vaka olmadığı görülmektedir. Kısacası bizim arşiv kayıtlarımızla Türk-İslam düşmanı seyyahların kayıtları birbirine paralel ve tamamlayıcı bir nitelikte görünmektedir.
Diğer tarafta Avrupa’nın en önde gelen yerlerinden birinde, devrin en güçlü devleti konumuna yükselmekte olan İngiltere’nin başkenti Londra’da ise bambaşka şeyler anlatılmaktadır. Devir, Osmanlı’nın ise bozulmaların gittikçe ortaya çıkıp arttığı, rakiplerinin arkasına düşmekte olduğu bir devirdir. Ama yine de, bir taraf kendi zirvesine, bir taraf ise kendi en beter devrine giderken bile bu kadar asil ve nezih farklılıklar gösterebilmekteydiler.
Elbette tarihteki kusur ve noksanlarımızı da en dikkatli bir surette inceleyip anlamak ve sıhhatli çıkarımlar yapmak lazım gelir. Bununla birlikte, şöyle bir tarihi geçmiş ve mirasa malik kimselerin buna sahip çıkması, bu kıymetlerini iyice anlayıp koruyarak kuvvetlendirmeye ehemmiyet vermesi en mühim ve temel meselelerden biri addedilmelidir.