Dünya
Birleşen hilaller
Yazarımız Mustafa Özcan, bir dizi ziyaretlerde bulunmak üzere gittiği Pakistan’da edindiği izlenimlerini Akit’e anlattı. Yazısında Pakistan’ın tarihinden de bahseden Özcan, ülkenin bilinmeyen yönlerini ele aldı. Sizleri Yazarımız Mustafa Özcan’ın yazı dizisiyle baş başa bırakıyoruz.
Güncelleme Tarihi:
Tevafuklar zinciriyle birlikte Pakistan’a gittik. Pakistan’a gidişimiz tam bir tevafuk eseri olarak 11 Eylül’e rastladı. Dönüşümüz ise 14-15 Eylül’ü buldu. 11 Eylül rejimi dünyada en fazla bu bölgeyi kasıp kavurmuştur. Bu dönemde Pakistan hinterlandını kaybettiği gibi iç istikrarını da kaybetti. Afganistan’da Taliban’ı kaybetme ile birlikte içeride Taliban’la savaş bu dönemin ürünlerinden biridir. En azından Pakistan bu dönemde tanımadığı iç olaylarla ve gerginliklerle tanıştı. 11 Eylül siyasi depreminin merkez üssü Af-Pak (Afganistan-Pakistan) bölgesi idi. Adeta burasını enkaza çevirdi.
atom bombası üreten
ilk İslam ülkesi
Pakistan’da olaylar bu ülkenin nükleer güç elde etme isteğiyle birlikte tırmandı. Ziya ul Hak’ın siyasi varisi olarak görülen veya anılan Nevaz Şerif, 1998 yılında ilk nükleer denemeyi yaptı ve böylece atom bombası üreten ilk İslam ülkesi ünvanını kazandı. Ziya ul Hak’ın da kendi döneminde ansızın Hindistan’a giderek dönemin Hint Başbakanı Rajiv Gandi’yi savaşla tehdit ettiği söylenir.
Pakistan ve Hindistan 1947 sonrası tezat ülkeler olarak doğmuş ve öyle de kalmışlardı. Her adımları birbirlerini ifnaya yönelikti. Daha doğrusu, Hindistan Pakistan’ın ayrılmasını hiç hazmedememiştir. Her adımda onu pişman etmek ve cezalandırmak istiyordu. Dolayısıyla onun varlığını her fırsatta gölgelemeye çalışıyordu. Pakistan’a yönelik olarak yaptığı ilk kötülük, ayrışma anlaşmasına aykırı olarak çoğunluğu Müslüman olan Keşmir’i kendi işbirlikçileri ve oldu bitti ile kendisine katmak oldu. Bundan dolayı iki ülke arasındaki ilişkiler hiçbir zaman tabii seyrinde ilerlemedi.
Ardından Doğu Pakistan-Batı Pakistan birliğini hedef aldılar. Bengal milliyetçiliğini kaşıyarak Bangladeş’in Pakistan’dan ayrılmasını zemin hazırladı. Benzeri bir durum Mısır’da da yaşandı. Nasır döneminde Mısır ile Suriye arasında Birleşik Arap Cumhuriyeti adı altında bir birleşme gerçekleşti. Elbette Nasır’ın da hataları olmakla birlikte Suriye’deki subaylar ve azınlıklar Mısır’la birlikteliği hazmedemediler. Bengal milliyetçileri gibi davrandılar. Kendi kariyerlerini ülkelerinin geleceğinden fazla düşündüler. Reşit idarenin yokluğu ve ayrılıkçı eğilimler netice itibarıyla ayrılığı besledi. Doğu ve Batı Pakistan ayrışması süreci de böyle oldu. Bununla birlikte, Mısır-Suriye ayrılığı kanlı gerçekleşmedi.
Pakistan ile Bangladeş ayrılığı ise maalesef kanlı bir şekilde neticelendi. Ayrılıktan sonra hem Pakistan hem de Bangladeş yalnızlaşmış oldu. Bangladeş bir şekilde Pakistan’ın ağabeyliğini istemezken Hindistan’ın nüfuz alanına girmiş ve himayegerdesi (Pretege) olmuştur. Mürsi’nin cumhurbaşkanlığını hazmedemeyenlerin Sisi’nin postalını yalamaları gibi.
SSCB Lideri Brejnev’in hamakati sonrası SSCB Afgan bataklığına saplanmış ve Gorbaçov mücahitlerin darbeleri altında 11 yıllık işgalin ardından (1978-1989) Afganistan’dan çekilme kararı almıştı. Afgan cihadı Ziya ul Hak’ın uzak görüşlülüğü sayesinde Pakistan için bölgede yalnızlığını kırma fırsatına dönüşmüştür.
Pakistan’ın başında Ziya ul Hak’ın varlığı ve Afgan cihadı Pakistan’ın bölgesel yalnızlığını kırma açısından bir şans olmuştur. 11 Eylül ise bu şansı tekrar yalnızlığa dönüştürmüştür. Bunda iç ve dış dinamikler ve amiller rol oynamıştır. Doğu-Batı Pakistan çekişmesinde olduğu gibi Ziya ul Hak’ın himayesinde gelişen Afganistan-Pakistan ilişkileri yine iç ve dış denge ve engellerin ağına takılmıştır. Doğu Pakistan’da Bengal milliyetçiliğinin beraberliğin önünü kesmesi gibi Afganistan’da da özellikle Hikmetyar-Şah Mesut itişmesinin bölgesel refleksleri ve yansımaları da bulunuyordu.
Afganistan’da mücahitler arasında iç tezat, dış tercihlerden de bağımsız değildi. Hikmetyar’ın yerini Peştunlar arasında Taliban aldıktan sonra da durum aynen devam etmiştir. 1998 yılında Taliban karşıtları Kuzey İttifakı adı altında Ahmet Şah Mesut’un liderliğinde bir araya gelmişlerdi. Bunlar Pakistan’la özel ilişkileri olmayan bir Afganistan düşlüyorlardı. Bundan dolayı da bölgede Pakistan aleyhtarı siyasi yapılarla flört ediyorlardı. Rusların çekilmesinden sonra Kuzey İttifakı Rusya’ya açılma politikası izlemeye başladı. Hikmetyar ile Ahmet Şah Mesut arasında en önemli zıtlaşma nedenlerinden birisi muhafazakar Peştun kültürü ile bu kültürle çatışan Hind kültürel öğelerinin ithali meselesi idi. Hikmetyar Kabil’de Hint filmlerinin gösterilmesine sıcak bakmıyordu. Şah Mesut ise bunda bir beis görmüyordu. Esasında Ahmet Şah Mesut Afganistan’da bir Muciburrahmanlaşma fenomenini temsil ediyordu. Mesut’un ulusalcı çizgiyi öne çıkarması da esasında sadece bir asker olarak değil siyasetçi olarak da Napolyon’un gölgesinde kaldığını göstermektedir. 11 Eylül 2001’den bir iki gün önce 9 Eylül tarihinde bir suikasta kurban gitmiştir. Kendisine Hindikuş Napolyon’u yakıştırması yapılması boşuna değil. İslam dünyasına ise uluslaştırma hareketini ilk başlatan kişi bizzat Napolyon’un kendisi idi. Mısır’a bu propaganda ile gelmiş ve Mısırlıları Kölemenlerden kurtarmayı müjdelemişti. Ahmet Urabi Paşa da Napolyon’un peşinden giderek doğru gerekçeler adına bile olsa yanlış bir politika izlemiş ve sonuçta maksadının aksine bir biçimde Mısır’ı İngilizlerin pençesine düşürmüştür.
Yarın: Af-Pak bölgesi de
siyasi suikastlar üzerinden
şekillendiriliyor