AKİT MENÜ

Kültür - Sanat

Yunus ve Mevlana yol haritamız olmalı

“Kitaplarımı Yunus’un, Mevlânâ’nın, Abdülkâdir Geylâni’nin, Bediüzzaman’ın yazma seyirlerindeki niyetlerinin uzantısında bir çalışma olarak görüyorum” diyen Yazar Nuriye Çeleğen, Nesil Yayınları’ndan çıkan “Babam Muhammed” adlı çalışmasını değerlendirirken eserlerindeki bakış açısını da ortaya koydu.

Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

Kitap, kalem ve kelamın hayatın merkezine alınmış bir ailede hayatı algılayan birisi olarak kelamı kalemle kalbe değdirme seyrinde ben de kendimi okumaya ve hâlâ tanımaya çalışıyorum.

Kitaplarınızdan bahsedebilir misiniz?

Kitaplarım Yunus’un, Mevlânâ’nın Abdülkâdir Geylâni’nin, Bediüzzaman’ın yazma seyirlerindeki niyetlerinin uzantısında bir çalışma olarak görüyorum. Onların evrensel anlatımlarından istifademi günümüz anlatım biçimleri ile paylaşma. Bu paylaşımda esas noktam kalemi kalbe değdirerek sarf-ı kelam eylemektir. 



Sizce yazar olmak öncelikli olarak neyi gerektirir?

Her şeyden önce duyarlılık ve sorumluluğu gerektirir. Zaten yazar farklı bir duyarlılığa sahip olan kişidir. Bana göre yazar her şeyden önce her kelimesinin ciddi bir ekim olduğunu bilmesi gerekir. Her kelimenin hem bu dünyaya hem de o dünyaya bakan yönü olduğunu düşünüyorum. Her kelimenin kimlerin hangi duygusuna ulaştığını bilmiyoruz. Bu ulaşımda kelime ya onarım yapar ya tahrip. “Seni sığaya çeken bir Molla Kasım gelir” diyen Yunus gibi, yazar da her kelimesinden kendini sığaya çeken vicdan Kasım’ı ile  hareket etmeli. Zira o tarafta her kelimden sığaya çekiliş yalnız ağızdan çıkan kelamdan değil kalemden de olacaktır. Her kelime akla, kalbe ve bilumum duygulara ulaşır. Yazar her kelimenin sanıcısını duyması gerekir.

Roman, Deneme, İslam Tarihi ve Din-İlahiyat tarzı kitaplarınızla geniş bir türde eserler ortaya koyuyorsunuz. Kendinizi hangi türe yakın görüyorsunuz?

Benim için bu alanların hepsi dünyama yakın ve bu türler ilgi alanlarım. Bununla beraber aklın isteğinin dışında kabiliyetlerin de istemsiz bir akışı vardır. Kalemimin romandan yana olduğunu görüyorum.

Nesil Kitap’tan çıkan son kitabınız ‘Babam Muhammed (SAV)’ eserini ortaya koyarken hangi argümanları ön plana çıkarmak istediniz?

Babam Muhammed bir siyer çalışması. Farklı bir siyer çalışması. Bu bir seri. Bu serinin ilk kitabı Babam Muhammed, ama serinin birinci kitabı değil. Her kitap kendi içerisinde bütün olacak. Seri tamamlandığında ise Efendimizin hayatı bütüne yakın anlatılmış olacak. Parça bütüne ulaşacak.

Bu seride her kitapta Efendimizi bir yakınının anlatımı ile anlatmayı esas aldım. Bu kitapta Hz. Fatıma babasını anlatıyor. Babasını anlatırken Hz. Fatıma’nın da hayatı ortaya çıkmış oluyor. Serinin bir özelliği de anlatıcının yakınlığı ne ise Efendimizin o özelliğinin de ortaya çıkartılması hedefe alındı. Bu kitapta Efendimizin babalığı aşikar oluyor.
Serinin ismi Kenz-i Aşk. Kenz-i Aşk,  kenz-i mahfi hakikatinin varlık sırrı. Kez-i Aşk ismini buradan çıkarak buldum. Efendimize Rabbimizin muhabbeti gizli hazineyi aşikar etti. Efendimiz, bilumum esmanın mazharı. Esmada seyr ü sülûk de muhabbetin cezbiyle. Muhabbetin cezbi olmadan esmada seyr ü sülûk olmaz. Tüm esmanın mazharı olan Efendimiz, Rabbine nasıl bir muhabbetle dolmuş ki böyle bir seyr ü sülûku olmuş. Habibullah makamına çıkmış. Biz efendimizi düşünürken Allah onu sevmiş kâinatı yaratmış diye düşünürüz. Doğru, ama o Rabbini nasıl sevmişte bu sevgi tüm esmanın onda azam derecede yansımasını netice vermiş. Bu muhabbet nasıl bir yükselişle miraç hakikatiyle neticelenmiş. Allah katından bakınca sen olmasaydın alemleri yaratmazdım sırrı görülür. Gizli hazinenin bilinmek seyridir bu.

Efendimiz tarafından bakınca da o olmasaydı gizli hazine bilinmeyecekti. Gizili hazinenin tüm esmasını Efendimiz açtı. O bu sırda Rabbine öyle bir aşkla muhatap oldu ki açılmadık bir sır kalmadı. Sırrı açan aşktı.  Onun için Efendimiz  Kenz-i Aşk’tı, yani akşın hazinesiydi. Bu bakımdan serinin genel ismi Kenz-i Aşk oldu.

 Efendimizi ben dili ile onun dilinden anlatmayı çok düşündüm. Çünkü insanı kişiye ben dili yakın eder. O ana götürür. Bunun mümkün olmayacağını gördüm. Çünkü her ifade onun hadislerine dayanması gerekiyordu, yoksa büyük mesuliyet olurdu. Sonra ben dili ile onu en yakınlarının anlatımı ile anlatmayı düşündüm. Seri böyle başladı. Hem ben dili ile anlatım olmuş oldu, hem de mesuliyeti gerektiren bir durum söz konusu olmamış oldu.

Manevi şahsiyetleri anın  ötesinde geçmişte kalmayıp anda da hay olduklarını, özellikle Efendimizin manevi şahsiyetinin tasarruf içinde anda yansıdığını belirtmek ve o  yakınlığı hissettirmek için ben dilini özellikle tercih ettim.

Bu çalışmada önemli bir hususta klasik siyer anlatımındaki olay anlatımından öte olayı yaşayanların duygusuna yönelmekti. Duygu ve hissi vermekti. İnsanı insana duygular yakın eyler. Efendimize yakınlaşmak olayların ötesinde onun hisleriyle olur. Bu bakımdan bu seri Kenz-i Aşk varlığın aşkını aşkla anlatma seyrinde. Bu aynı zamanda Kur’anî kıssa anlatımının da metodudur. Biz Batı anlayışı roman tarzıyla olaya ve onun bağlı olduğu zaman ve mekana anlatımda yoğunluk veriyoruz. Bunlar maddesel anlatımdır. Bu kısım büyürse iç duygular gizlenir. Eğer bu anlatım manevi bir şahsiyet ise onun manevi yönü de gizli kalabilir. Bence bu mühim bir husustur. Dikkat ettiğim diğer bir hususta şahıs kadrosunu çoğaltmayarak vurgulanmak istenen kişinin üstündeki duygu yoğunluğunun bölünmesine fırsat vermemektir.

Ayrıca çalışmamda bu konuda geçmişteki mesnevilere ve yüzyıllarca Anadolu’da sevilerek okunmuş Ahmediye ve Muhammediye’lerdeki coşkulu üslup tarzlarını da nazar-ı dikkate aldım.

Bir yazar bakışıyla kitap okuru kitlesini ne şekilde görüyorsunuz?

Şu an okuyucu kitlesinde büyük bir artış gözlemliyorum. Öğretmen olarak da değerlendirdiğimde on yıl öncesi ile şimdiki öğrenciler arasında ciddi bir okuma artışı var. Gençler internetin olumsuz etkisine rağmen okuyor. Bunda ebeveynin  bilinçlenmesi ve üniversitenin okuyanı tercih eder, ya da öğrenciyi öyle motive etmemiz, gençlerin okumalarını artırdı.
Bununla beraber ne okuyorlar önemli bir sorudur bence. Özellikle gençler popüler kültürün etkisinde Batılı yazarları okuyor. Bunda da çevirisi düzgün olmayan, edebi zevk vermeyen kitapları okuyorlar.

Eskiye nispetle okuma seyrine düşen okurun kitap seçiminde de kaliteye ulaşması gerektiğini düşünüyorum. Görselliğe alışan günümüz insanın görsel tarzda kendisini düşündürmeden, zorlamadan, kelime dağarcığına katkısı olmadan, göz atar gibi okuyacağı çerez kitaplar seçilmekte. Bunlar okur kitlesi arasında sosyal medyada bilhassa reklam edilip tavsiye edilmekte.

Bu konuda önemli bir hususta yazarın kolay okunacak, çok satacak eser tarzında kendini yazmaya yönlendirmesi. Yazarın önemli bir görevi de okuyucuyu bir adım ileri götürmesi olmalıdır. Okuru zorlamadan okunan çok satmaya odaklanmış kitapların okur kitlesindeki gelişimi engellediğini düşünüyorum. Bilhassa bu tarz kitapları genç okur kitlesinin en büyük okuma handikabı görüyorum.

Yayın sektörünün orta veya uzun vadede geleceğini değerlendirebilir misiniz?

Bütün sıkıntılarına ve sorunlarına rağmen yayıncılık sektörünün geleceğinin olumlu yönde gelişeceğini tahmin ediyorum. Şehirleşme oranı, okuryazarlık ve gelir düzeyi arttıkça, yayıncılık sektörünün de bu verilere paralel bir şekilde gelişeceği muhakkaktır. Sektörde zaman zaman dalgalanmalar yaşanabilir, ama bu, olumlu yöndeki genel trendi değiştirmeyecektir.

Korsan kitaba bakışınız nasıl ve bunu önleme adına sizce neler yapılmalı?

Sektörün en önemli sorunlarından biri, yıllardır da konuşuluyor, ancak kalıcı bir çözüm bulunabilmiş değil. Kayıt dışı ekonomiyi bütünüyle ortadan kaldırmadan bu sorunun da halledilebileceğini sanmıyorum. Kaldırımlarda kaçak sigaranın satılmasına, filanca sınır bölgesinde kaçak mazotun pazarlanmasına müsaade ediliyorsa korsan kitap da satılacaktır, bunun engelleneceğini sanmıyorum.

Türk yazarlarının uluslararası alanda  markalaşması noktasında hangi sıkıntılar var?

Öncelikle ‘yazarlık’ ile ‘markalaşma’ kavramlarının yan yana kullanılmasını  yadırgadığımı belirtmeliyim. Yazarlık, bir pazarlama metaı değil; entelektüel, ulvi bir uğraş. Ama Türkiye’de üretilen fikirlerin dünyaya ulaştırılmasından bahsedeceksek, burada herkese görev düşüyor. Tabii, fikirlerin yayılma hızı, özellikle de günümüzde, o kadar yüksek ki, yaymak için özel bir çaba göstermenize gerek bile bırakmamaktadır. İnsanların aklına ve vicdanına dokunan fikirleriniz varsa, bütün dünya sizin peşinizden zaten gelecektir, eğer bu yoksa, o zaman biraz koşturmanız gerekir.

Okuyucu kitlesinin artırılması noktasında neler yapılmalı?

Bu konuda en büyük engel sanırım sosyal medya. Özellikle gençler şu an neredeyse günün 24 saati elindeki telefona, yoğun bir vecd hâlinde takılıp kalmış durumdalar. İşin en garip tarafı da kendilerini okur zannediyor olmaları. Maalesef bu alışkanlık, bugün için, okumanın önündeki en büyük engel olarak görünüyor. Sosyal medya gençleri dilden kopartıyor.  Okuyucu kitlesinin artırılması kadar nitelikli okumanın artırılmasını çok önemsiyorum. Bu konuda dili önemli bir etken görüyorum. Görsel medyanın tükettiği kelime dağarcığının çok acilen geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda gerekirse eğitimin her kademesinden başlayarak başlı başına kelime bilgisi dersleri olmalı.

Yorumlara Git

Mansur Yavaş-İmamoğlu kavgası CHP’de istifa getirdi!

Beşiktaş - Eyüpspor CANLI ANLATIM

CHP'de yeni kriz! Mansur Yavaş cephesinden İmamoğlu'na olay sözler: Siyasi kalpazan, proje çocuk

Fenerbahçe'den derbi açıklaması: İddialar gündemi altüst etti! Ali Koç soyunma odasına indi mi?

İtirafçının yeni sözleri bakanlığı harekete geçirdi! Narin Güran soruşturmasına özel ekip