• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0

Kutsal topraklar bağrımızdan böyle koparıldı!

Yeniakit Publisher
2019-06-10 15:11:00 - 2019-06-10 15:38:03
Kutsal topraklar bağrımızdan böyle koparıldı!

Tarihte bugün; Resulullah Efendimiz Aleyhisselam’ın dünyaya teşrif ettiği ve Kabe-i Muazzama’nın da bulunduğu Mekke-i Mükerreme’nin içimizde yetişen sonra da isyan ederek ihanet eden Şerif Hüseyin tarafından bağrımızdan koparılışının yıl dönümüdür.

Şerif Hüseyin, Devlet i Âliye i Osmaniye’nin payitahtı olan İstanbul’da 1853 yılında doğdu. O, Mekke’yi muhafaza etmekle görevli eski bir aileye mensuptu. 1856 ile 1858 yılları arasında dedesinin son emirliği döneminde Mekke’de kalmış, ardından tekrar İstanbul’a dönmüştü. Üç yıl sonra babasının vefatıyla amcası Emir Abdullah’ın yanına Mekke’ye giderek tüm eğitimini burada tamamlayan Şerif Hüseyin’in hayatı, 1908’de Mekke Emiri Şerif Ali’nin görevinden alınarak yerine amcası Abdullah Paşa b. Muhammed’in tayin edilmesi ile bir anda değişti.

O devrin padişahı Sultan II.Abdülhamid Han, Şerif Hüseyin’in İstanbul’da olduğu yıllarda kendisini yakından tanımak istemiş, kullanılmaya müsait bir şahsiyet olduğunu anlayarak onu kontrolü altında tutmak istemişti.

Bu maksatla Şerif Hüseyin ve ailesine bir yalı bahşederek İstanbul’da kalmasını sağlamış, dış güçlerin oyuncağı olmasını engellemeye çalışmıştı. Bununla da kalmamış çocuklarını da en güzel okullarda okutmuştu. Şerif Hüseyin böylece görünüşte büyük imkânlara sahip olduğunu sansa da Sultan II. Abdülhamit’in iktidarı boyunca hep denetim altında tutulmuştu.

İngilizler Şerif Hüseyin'i destekledi

II. Meşrutiyetin ilanı ile birlikte İttihat ve Terakki yönetimi Şerif Hüseyin üzerindeki denetimli kontrolü kaldırdı ve memleketine gitmesine göz yumdu. Bu yanlış politika ve ardından Şerif Hüseyin’in Mekke Emiri tayin edilmesi, Osmanlı’nın Arap topraklarında gelecekte yaşayacağı sıkıntıların da nüvesini oluşturmuştu. Osmanlı Devleti’nin Almanya yanında savaşa girmesi İngilizlerin Şerif Hüseyin’i kararlı bir şekilde desteklemesine neden oldu.

Mekke Emiri olan amcası Abdullah, Hicaz’a hareket etmeden evvel vefat edince uzun süredir vezir rütbesiyle Şura-yı Devlet üyeliği yapan Şerif Hüseyin, Kasım 1908’de Mekke Emiri olarak tayin edildi.
ÖNE ÇIKAN VİDEO

İttihatçı Cemal Paşa’nın Ağustos 1915 ve Mayıs 1916’da Beyrut ve Şam’da devlete ihanetle suçladığı bazı Arapları idam ettirmesiyle oluşan gergin ortamı da değerlendiren Şerif Hüseyin, Haziran 1916’da Mekke’de isyanı başlattı.

Şerif Hüseyin, Mondros Mütarekesinden sonra Medine müdafii Fahrettin Paşa’nın İstanbul’dan gelen talimatla Medine’den çekilmesi üzerine fiilen Hicaz’da son bulan Osmanlı hakimiyeti ile vaadedilen büyük Arap Krallığı yerine egemenliği altındaki bölgede Hicaz Krallığını kurdu. Daha sonraları Hicaz’ı da zapteden Şerif Hüseyin’in, ikinci oğlu Ürdün’e, üçüncü oğlu da kısa bir Suriye deneyiminden sonra Irak’a kral oldu.

Ortadoğu’da son bulan Osmanlı hakimiyeti, Şerif Hüseyin’in önünü açtığı gibi, yıllarca Osmanlı ve Osmanlı'dan yana tavır alan Reşidilerin, baskısı altında ezilen Necd emiri İbni Suud’un da önünü açtı. İngilizler, Aralık 1915’te İbn Suud ile de bir anlaşma yaparak daha önce Şerif Hüseyin’in egemenliğine bırakılan Basra körfezinin güney kıyılarında Suudi ailesinin hakimiyetini kabul etti.

Bunun üzerine Şerif Hüseyin, Suudilerin büyümesini engellemek için Yemen imamı İbn Reşd ile anlaşıp Abdülaziz İbni Suud‘a karşı savaş açtı. İbni Suud, koalisyonu bozguna uğrattı; daha sonra da Reşidileri yenip topraklarını aldı. Bu arada Şerif Hüseyin, Türkiye’de Halifeliğin kaldırılması sonucu kendisini Halife ilan etti. Bu adım Suudileri Hicaz’a yürümeye teşvik etti. Suudiler savaşı kazanıp Taif’e girince Şerif Hüseyin, hakimiyeti ilk oğlu Ali’ye bırakıp Kıbrıs’a gitmiş ve daha sonra da ikinci oğlu Abdullah’ın yanına Ürdün’e geçmiştir.

İbni Suud, saldırılarını devam ettirip, önce Mekke’yi, bir süre sonra da Medine’yi ele geçirmesi üzerine Cidde’ye çekilen oğlu Ali, krallıktan vazgeçerek önce bir ingiliz gemisiyle Aden’e, oradan da kardeşi Şerif’in üçüncü oğlu Irak Kralı Faysal’ın yanına kaçtı.

Necd Emiri olan Abdulaziz İbn Suud, Hicaz’ı da alarak önce kendini Hicaz Kralı ilan etti ve ilerleyen yıllarda da yarımada’da Suudi Arabistan Krallığını kurdu.

Osmanlıya karşı kendisinin otoritesinden faydalanan İngilizler, artık tek alternatif olmayan Şerif Hüseyini pek fazla desteklemediler. Ancak Araplar arasında ünlü olan Haşimi soyunu da tam olarak bitirmeyip Ürdün ve Irak’ta bir süre daha hakimiyet sürmelerine izin verdiler. Irak, 1958’deki darbeye kadar ellerinde kaldı.

Şerif Hüseyin'in, isyan ederken birlikte hareket ettiği isim ise İngilizlerin ünlü casusu Lawrence idi. İkisinin birlikte hareket edip Osmanlı'ya savaş açması ise toplumun hafızasında derin izler bıraktı.

İsyan etmesi sonrası ailenin üzerinden de felaketler ise hiç eksik olmadı.

1937 yılında Türkiye’yi ziyaret eden Kral I.Abbullah, Şerif Hüseyin'in oğlu olup ve ilk Ürdün Kralı oldu. Kral I.Abdullah bir suikaste kurban gitti. Yerine geçen oğlu Tallal, akıl hastalığına tutuldu ve ömrü İstanbul'da Şifa Yurdu'nda geçti. Şerif Hüseyin'in diğer çocukları ise Irak Kralı ve veliahtı oldu fakat onlar da askeri darbede feci şekilde can verdiler.

Vehhabi ayaklanması sırasından Hicaz'dan kaçan ve İngilizler tarafından Kıbrıs'ta alıkonulan Şerif Hüseyin tam tutsak bir hayatı yaşadı. Şerif Hüseyin kendinin ve evlatlarının başına gelenleri veciz sözlerle özetliyor. Hayal kırıklığı, aşağılanma ve acılar içinde söylediği sözler ise tam bir ibretlik:

“...Başımıza gelenler, Osmanlı'ya ihanetimizin ilahi cezasıdır!...”

Hatta KKTC’nin ilk Cumhurbaşkanı olan merhum Rauf Denktaş, aile dostu Şerif Hüseyin’in Kıbrıs’taki vicdan azabı günlerine tanık olmuş ve o günleri şu
sözlerle anlatmıştı:

“...Babam onun elini öper, Şerif Hazretleri de anlatmaya başlardı: ‘Ahhh, ben ne yaptım. Niye Osmanlı’ya ihanet ettik ? Yaptığımızın cezasını çekiyoruz şimdi! Raif anlat şu İstanbul havalarını dinleyeyim’ derdi babama. Bana da ‘Rauf yanıma gel’ deyip el öptürür, avucuma bir altın bırakırdı...”

Velhasıl; İstanbul’da doğ, orada büyü ve Osmanlı’nın ekmeğini ye, sonra da en kutsal yer olan Mekke Emirliğine atan. Nihayetinde de sinsi ingilizlerin vaatlerine kanıp büyük bir ihanet içine girerek sana hayat veren damarları kes. Sonuç mu ailenin başına gelenlere bakılırsa daha ne denebilir ki ?

Bilgiler Av. Mustafa TAŞBAŞI tarafından derlenmiştir...

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23