• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0

Ramazan ayında okunması gereken kitaplar -11-

Yeniakit Publisher
2020-05-19 00:17:00 - 2020-05-19 00:38:02
Ramazan ayında okunması gereken kitaplar -11-

Yeniakit.com.tr yazarı Hüseyin Acarlar’dan evde kaldığımız bu mübarek Ramazan ayında kitap severler için yeni bir kitap tavsiyesi var.

 Hüseyin Acarlar    yeniakit.com.tr 

Bilge Kadından İnsanımıza; “Nasihatname”

“Nasihatname' dediğim kalıp, bu yolda bir temrin aslında. Elim henüz kalem tutarken, tecrübemi tecrübenize, bildiklerimi bildiklerinize, hadi lafı dolandırmayayım, ömrümü ömrünüze katarak, 21. yüzyıldaki yolculuğunuzda size belirli bir avans sağlama gayreti. İsterim ki, elinizden geleni değil, yapılması gerekeni yapın, dünyaya bir de benim pencerelerimden bakın. İstemediklerinizi kapatın, yenilerini açın.

İstihkâmlarınızı güçlendirin, zor zamanları fırsata çevirin. Benim yaşıma geldiğinizde, benim hiç olamadığım kadar hâkim, fehim, müstakim, emin, mekin ve metin olun. (Sözlük kullanmayı da adet edinin.)”


ÖNE ÇIKAN VİDEO

Kitabı için bu satırları yazmış “Türkiye’nin sarışın bilge kadını” olarak bilinen Alev Alatlı Hoca.

“FESÜPHANELLAH” ve HAFAZANALLAH İki kitap terkibiyle NASİHATNAME olarak adlandırmış yazar.

“Fesüphanellah” özgür düşünce biçimi üzerinde tahlillerle beş bölümden oluşuyor.

“Hafazanallah” yedi, bölümden oluşuyor. Girişte uyarısını şöyle yapıyor: “Dünyaya dair gerçekleri yeni yeni keşfettiğimiz bir süreçtir yaşadığımız. Yeniden öğrenmeye üşenmeyin, ezber bozmaktan yüksünmeyin. Gözleriniz fal taşı gibi açık, zihniniz kılıç gibi keskin olsun. Küsmeyin, siz de kendi ev ödevinizi yapın. Düşünün ki internet mucizesi olmasaydı, bu metinler toparlanamazdı. Siz siz olun, ne vazgeçin ne de teslim olun internete.”

Dünü anlatarak başlıyor geleceği tasvire “Nasihatname”. Kitap, okuyucusunu resmen bilgi bombardımanına tutuyor. Masonlar, tapınakçılar vs. Tarihsel süzgeçle gelen bilgi bombardımanı bu.

Bazı kitaplar vardır yazardan daha çok bilinir. Don Kişot gibi mesela. Yazarı Miguel de Cervantes Saavedra’dan daha fazla bilinir. Bazı yazarlar vardır ki kimlikleri buna direnç gösterir. Nedeni yazarın her yazdığının değerli olmasındandır. Bilge Kadın Alev Hoca tamda böyle. Bir kitabını tanıtmaktan ziyade onu tanıtmak gerekir. Her ne kadar “Nasihatname”yi öne çıkarsam da bu en son yazdığı eserlerinden olduğu içindir. 2019 yılında okurlarla buluştu “Nasihatname”. Ve bence Alev Alatlı Hoca’nın bütün eserleri altı çizile çizile okunmalı. Türkiye’nin son dönemlerde yetişmiş kimilerine göre abartıyor olabilirim bana göre yüzyılın bilge kadını. Allah sağlıklı ömürler versin.

Biyografisi

944 İzmir doğumlu olan Alev Alatlı, liseyi Tokyo, Japonya’da okudu. Ekonomi & İstatistik lisansını ODTÜ, Ekonomi & Ekonometri Yüksek Lisansını Fulbright bursu ile gittiği ABD, Vanderbilt Üniversitesinden (Nashville,Tennessee) aldı.

Bilâhare, felsefe öğrenimine başlayan Alatlı doktora çalışmalarını New Hampshire, Dartmouth College’de sürdürdü. İlâhiyat, Düşünce ve Medeniyet Tarihi üzerinde yoğunlaştı. 1974’de Türkiye’ye döndü, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde öğretim görevlisi, Ankara Devlet Planlama Teşkilatında kıdemli ekonomist olarak çalıştı. California Üniversitesi (Berkeley) ile ortak psiko-dilbilim çalışmaları yürüttü.

Cumhuriyet Gazetesi ile birlikte “Bizim English” adında bir dergi çıkaran Alatlı, daha sonra Türk Yazarlar Kooperatifinde (YAZKO) başkan yardımcısı olarak görev aldı.

1985 ve 1986 yıllarında Edward Said’in “Haberlerin Ağında Islam” (Covering Islam) and “Filistin’in Sorunu” (The Question of Palestine) yayınlandı. Filistin davasını duyurmak üzere yaptığı çalışmalar, 1986’da Tunus’ta sürgünde olan Yaser Arafat tarafından “Özgürlük Madalyası” ile onurlandırıldı.

2006 yılında Rusya’da Mihail Aleksandroviç Şolohov 100. Yıl Edebiyat Ödülü’nü aldı.

2014 yılında edebiyat alanında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülünün sahibi oldu.

2012 yılında Bülent Ecevit Üniversitesi; 2017 yılında Süleyman Demirel Üniversitesi tarafından fahri doktora payesi ile onurlandırıldı.

2005-2017 yılları arasında Kapadokya Meslek Yüksekokulu mütevelli heyet başkanı olarak görev yapmıştır. 2017 yılı itibariyle de Kapadokya Üniversitesi mütevelli heyet başkanı olarak görevini sürdürmektedir.

Yayınlanmış ilk telif eseri, “Aydın Despotizmi”dir. Bunu, 1985’de “Yaseminler Tüter mi Hala?” izledi. Yazarlar Birliğinin “Yılın En İyi Romanı” ödülünü alan “İşkenceci” 1987’de geldi.

“Viva La Muerte” “İşkenceci” izleyen “Or’da kimse var mı?” dörtlüsünün öncüsüydü. 1992’de yayınlanan “Viva la Muerte” yi, 1993’de “Nuke Türkiye!”, “Valla Kurda Yedirdin Beni” ve “OK Musti, Türkiye Tamamdır!” izledi. “Kadere Karşı Koy A.Ş.” 1995’de yayınlandı. 1999’da “Eylül 1998” isimli küçük bir nesir-nazım denemesini, 2000 yılında “Schrödingerin Kedisi, Kabûs,” 2001 yılında “Schrödingerin Kedisi, Rüya” izledi. “Gogol’un İzinde” üst başlıklı nehir romanının ilki “Aydınlanma değil, Merhamet” 2004 sonbaharında çıktı. Bunu “Dünya Nöbeti” ve “Ey uhniyem! Ey uhyniyem!” izledi.

“Hollywood’u Kapattığım Gün” 2009 yılında, “Funda’nın Mutfak Rehberi” 2011 yılında, “Beyaz Türkler Küstüler” 2013 yılında yayınlanmıştır. Kapadokya Meslek Yüksekokulu Yayınları arasında çıkan dört ciltlik “Batıya Yön Veren Metinler” ve iki ciltlik “Bize Yön Veren Metinler” isimli eserlerde derleyen olarak önemli rol üstlenmiştir. Türkiye’de ilk defa yapılan bu çalışma hem Batı’da hem de İslam dünyasında yaklaşık üç bin yıllık bir düşün serüvenine ışık tutmuştur.2018 yılında yayınlanan “Ben Böyle Düşünüyorum Demekle Olmuyor!” akıl yürütmenin, muhakemenin kurallarına dikkat çekmektedir.

Alatlı’nın ayrıca röportajlarından oluşan “Alev Alatlı ile Türkiye ve Dünya”, gazete makalelerinin derlendiği “Şimdi Değilse, Ne Zaman?” 2002, “Hayır Diyebilmeli İnsan!” 2003, “Hatırla! Geçmişin Geleceğindir” 2004, “Yorumsuz” 2008 ve “Aklın Yolu da Bir Değildir” 2009, kitapları da bulunmaktadır.

Kendi dilinden Alev Alatlı kimdir?

1944’de, Menemen, İzmir’de doğdum. Babam, Ertuğrul Alatlı, ailesinin izini ikinci Viyana kuşatmasında, kuşatmanın zamanının yanlış olduğunu söyleyerek muhalefet ettiği için zamanın sadrazamı Kara Mustafa Paşa tarafından boynu vurulan Rumeli Beylerbeyi "İhtiyar" ya da "Uzun" ya da "Arnavut" İbrahim Paşaya kadar sürer. Dedem, İstiklal Savaşı gazisiydi: Prizenli Ahmet Seyfettin Bey. Anne tarafım da Rumellidir. Annemim babası Selanik kadılarından, Halil İbrahim Uygur. Cumhuriyetten sonra ülkenin muhtelif yerlerinde ağır cezareisi olarak hizmet vermiş. Anne tarafımdan Üsküdarlıyız. Üçüncü Selim’in sermüezzini Sadullah Ağa’ya uzanan bir geçmişimiz var. Tiyatro yazarı Musaipzade Celal bey, annemin büyük amcasıydı. Ailenin her iki tarafından birinci kuşak, Balkan Harbinin o dehşet verici göç hadisesini yaşamış olan acılı insanlardır. Benim oluşumumdaki etkileri büyüktür. Boynunun vurulmasına bir kaç saat kala, Padişah’a yazdığı mektupla Kara Mustafa’nın bu eyleminden ötürü "cezalandırılmamasını" isteyen, "cezalandırılmasının devletin aleyhine olduğunu" yazan İhtiyar İbrahim Paşa’nın cesareti ve etiği hiç aklımdan çıkmaz. Babam askerdir, annem Fürüzan Alatlı, Cumhuriyet’in özenle yetiştirdiği at binen, Fransızca şiirler okuyan kız çocuklarındandı, üstün bir elişleri sanatçısıydı.

Okuma alışkanlığını ve zevkini babamdan aldım. Mesleği gereği ülkenin en yoksul yörelerinde yaşadığımız -kendimizin de en parasız olduğumuz - zamanlarda bile, ne yapıp yapıp bana ve kız kardeşim Işıl Alatlı’ya "Doğan Kardeş"imizi, "Nedir, Niçin, Nasıl?" serilerimizi temin etmiştir. "Polyanna"yı ellili yılların başında okumuştum, "Robinson Crusoe"yu, "İki Senelik Mektep Tatili"ni da ellili yılların Erzurum’unda. Erzurum’un hayatımda özel bir yeri vardır. Ankara’da - Mimar Kemal İlkokul’unda- başladığım eğitimimi, bir sömestirlik Karaköse arasından sonra, Erzurum Kültür Kurumu İlkokulu’nda tamamladım. Müthiş bir öğretmenim vardı, Emine Akkoyunlu. Kişiliğimin oluşmasında büyük emeği vardır.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ne girdim. Ekonomi-İstatistik Bölümü ve Hocaların Hocası, rahmetli Fuat Çobanoğlu. Medeniyet Tarihi, ekonomi, ilahiyat ve kimya - bu ilgisiz sandığım disiplinleri bütünleştiren, "holistic" düşünme biçimini öğreten adam.

Doğru düşünmem gerektiğini, daha doğrusu nasıl düşünmem gerektiğini öğrenmek için felsefeye geçmeye karar verdim: "Dartmouth College" New Hampshire. Burada da positivistlere - August Compte ekibine- çattım. Yapmam gerekenleri yaptım, akademik ünvanları topladım ama yetmediğini daha doğrusu içime sinmediğini biliyordum. Önce, "düşünce tarihi" sonra da "ilahyat" öğrenmem bu yüzden.

Nasihatnameden;

“… Berlin Duvarı yıkıldığında, kapitalizmin doğasında içkin krizlerden, eşitsizliklerden bunalmış “Batı”nın SSCB’nin çöküşünü fırsata dönüştüreceğini, toplumsal refahı ihmal etmeyen yeni bir piyasa ekonomisi modeli geliştireceğini düşünmüştüm. Beklediğim barışın tekâmülüydü, ırkçılığın hortlaması değil. Yaşam biçimlerine saygılı demokrasilerdi, yeni Gertrude Bell’ler değil. Oburluğun itibarsızlaştırılmasıydı, Gezegen’i kurutması değil. Nükleer silâhlanmadan artan bilimin iyiliğin hizmetine tahsisiydi, kimyasal silâhların mükemmelleştirilmesi değil. Merhametti, CIA’nın “geliştirilmiş sorgulama teknikleri” değil. Bilge siyasetçilerdi, bitirim başkanlar değil. Öyle olmadı. İyilik ve umut, 21. Yüzyılın hedefleri arasında yer almıyor.

İş değil, yavrum. Özde sakat ekonomik sistemleri idame ettirmenin yolu şiddet değil. “Gerçek” inkâr edilemiyor. İster “Demokrasi” libası giyindirsinler, ister “Özgürlük”, ister “Hak”, kamusal vicdanla barışık olmayan sistemler dağılmaktan kurtulamıyor. Dağılmaktan kurtulamıyor ama “gerçek”in zaferi, hemen her zaman Basra harap olduktan sonra. O noktada Galile Etkisi(i)devreye giriyor. Korkak, “gerçek”le yüzleşmeyi reddediyor, hırçınlaşıyor. Cahil, “gerçek”i idrak edemiyor, küçümsüyor. Hain, kendi çıkarının peşinde, “gerçek”i tahrif ediyor, saptırıyor. “İyi” bir atanmışın vezir edebildiği bir halkı “kötü” bir seçilmişin rezil edebildiği de sır değil. Kadim tarih, monarşi, oligarşi, teokrasi veya demokrasinin bir avuç “iyi” insanın yüzsuyu hürmetine ayakta kaldığını teyid ediyor. “Gerçek” dirliğin doğru zamanda, doğru yerde konuşlanmış cömert ve adil insanlarla kaim olduğunu bildiriyor.

Gençliği altmışlı yıllara denk gelmiş bencileyn birisi için sosyalizm, kapitalizmden daha “adil” bir sistemdir. Gel gör, ne Sovyetler ahde vefa gösterdi, ne Amerikalılar tövbe etti. Her iki sistemin hakikatlarını bir üst sentezde birleştirebilecek modeller mümkündü, rağbet bulmadı. Sosyalist sistemi çökertenin kapitalizmin üstünlüğü değil, Partili oligarkların hantal ve acımasız uygulamaları olduğu görmezden gelindi. Gün oldu, devran döndü, bu defa da Avro-Amerikan seçkinleri gemi azıya aldılar. Komünizme karşı “kesin” zafer kazandıklarına iman etmişlerdi, Rus ortaklarını yedeklediler. Toplumcu duyarlılığın son izlerini de temizlemeye giriştiler, el birliği ile. Şimdi artık biri bırakırken diğeri alıyor. Mekke Hilton’un üst katları panoramik, oyunun son perdesi en iyi oralardan seyrediliyor.

Lâkin ne “modern” sosyoloji, ne siyaset bilimi, ne ilm-i iktisat, ne de tarih müfredatında onur, görev, sorumluluk, cömertlik, zarafet, merhamet, inayet, cesaret, erdem gibi sistemleri yaşatan bireysel hasletlere yer veriyor. Olsun. “Gerçek”in ne olup ne olmadığına dair küresel resmi söylemin vesayetinden kurtulmanın başka yolları da var. Görünüşte bağımsız unsurları birbirlerinin üstünden açıp inceleyebilir, “tüm” hakkında doğruya yakın fikir elde edebiliriz. Biricik gezegenimizi 21. Yüzyılın arsız baronlarına teslim edip, en başa dönmeye, bozkıra iltisaklı dilsiz ve mütehamil otlararücu etmeye razı değilsek, “bu dünya”ya dair gerçekleri organ nakleder gibi rikkat ve özenle birbirimize nakletmek, geleneksel masumiyetimizin ölümcül dezavantaja dönüşmesini önlemek zorundayız. İşleyebileceğimiz en büyük günah, birbirimize kayıtsız kalmamızdır.

Bireysel idrak bugünden yarına oluşmuyor. Sistemleştirilmiş malûmatı kılçıklarından ayırmak sabır, “gerçek”e ulaşmak cesaret ve zaman istiyor. Öğrenme alışkanlıklarımızı değiştirmek de kolay değil. Ne var ki, zaman rahat ve huzurlu olma zamanı değil. Biriktirip biriktirip de mezara götürmek iş değil. Tek bir ömrün yetiremediğini tamamlamaya çalışmak, yaşanmışı istifadeye açmak, oyuna yeni girenlerin tecrübe noksanını iyileştirmek gerekiyor. Buradaki külliye, bu yolda bir temrin aslında. Elim henüz kalem tutarken, tecrübemi tecrübenize, bildiklerimi bildiklerinize, hadi, lâfı dolandırmayayım, ömrümü ömrünüze katarak, 21. Yüzyıldaki yolculuğunuzda size belirli bir avans sağlama gayreti. İsterim ki, Kadir-i mutlak Allah’a duyduğu güvenle nefs’ini emniyete alan, O’ndan başka kimseyle meşgul olmayı nafile sayıp, bu dünyanın da bir “ayet” olduğunu unutan müminlerden olmayın.

Bu dünyaya bir de benim pencerelerimden bakın. İstemediklerinizi kapatın, yenilerini açın. Önümüzdeki yılları bir elimiz yağda, bir elimiz balda geçiştiremeyecekmişiz gibi duruyormuş. Olsun. Güneş her gün daha mütekâmil bir dünyaya doğmaz. Tarih ezelden ebede dümdüz uzanan doğrusal bir hat değil, devirli bir oluşumdur. Gün olur, en gerideki en öndekinden ilerde olur. Aristarkus, Kopernik’e “zıpçıktı astrolog” diyen devrimci Martin Luter’den daha ilericidir. Ahmet Yesevi, Kadızade Mehmet’in çok ötesinde. Siz istihkâmlarınızı güçlendirin, zor zamanları fırsata çevirin. Benim yaşıma geldiğinizde, benim hiç olamadığım kadar hakîm, fehîm, müstakîm, emîn, mekîn ve metîn olun. (Sözlük kullanmayı da adet edinin.)

Aziz ülkemize gelince, ille de bir şeye benzetecekseniz, her budağından sürgün atan salkım saçak bir böğürtlen çalısına benzeteceksiniz Türkiye’yi. Bir sürgünü çiçeğe dururken, diğerinin kurumakta, ötekinin meyve vermekte olduğunu görün. Tek bir sürgüne takılıp kalmayın, bütüne bakmayı adet edinin. Unutmayın ki, düz akılla anlaşılmaz, pergele, cetvele gelmez, kendisine has bir kimliği vardır, Türkiye’nin. Batmaz. Batarsa, Okyanuslar taşar. Mademki, son temsilcileriyiz Gezegen’in iyiliği için yaşatılması elzem bir medeniyetin, bizi durduracak tek “gerçek”, soğuyan Güneş’in dünyamızı yarı yolda bırakması ihtimali olmalı…”*
*"Nasihatname”den. Mayıs, 2019. 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

Adem ayna

Eski zaman gazetesi yazarı.

Murat

Yine farklı bir bakış açısı, yine güzel bir dokunuş... Teşekkürler Hüseyin Acarlar...
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23