• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Abdullah Yıldız
Abdullah Yıldız
TÜM YAZILARI

Bağımsız Politikanın Bedelleri

04 Eylül 2018
A


Abdullah Yıldız İletişim: [email protected]

Geçen hafta, rahmetli Menderes’in ABD’ye karşı “bağımsız” bir politika izlemeye başlaması üzerine başına gelenleri, belgeleriyle görmüştük. Sonunda Amerikancı generaller 27 Mayıs 1960 darbesini yapacak ve Menderes soluğu ipte alacaktı. Ardından dizginler İnönü’nün eline geçecekti… 

1963 sonlarında Kıbrıs’ta tırmanan Rum vahşeti karşısında Türkiye Kıbrıs’a çıkarma yapmayı kararlaştırdı. Ancak 1964’teABD Başkanı Johnson, Başbakan İnönü’ye gönderdiği mektupta, “ABD’nin izni olmadan böyle bir müdahalede bulunulamayacağını” ifade ederek Türkiye’yi tehdit etti. 

‘Kıbrıs anlaşmazlığının buhranlı günlerinde, yüksek dereceli bir memur, Bakanlar Kurulu ile ortak yapılan bir toplantıda, Başbakan İnönü’den ‘daha bağımsız ve şahsiyetli bir politika izlemesini’ istemişti. İnönü, söz isteyen bakanlara söz vermemiş ve kendisi şu konuşmayı yapmıştı:

“Daha bağımsız ve şahsiyetli dış politika izlenmesini istiyorsunuz. Herkes aynı şeyden bahsediyor. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar vereceğim ve işi teknisyenlerime havale edeceğim. Onlar etraflı çatışmalar yapacaklar, teklifler hazırlayacaklar. Yapabilirler mi bunu? Hepsinin etrafında uzman denilen yabancılar dolu, iğfal etmeye çalışıyorlar. Muvaffak olamazlarsa işi sürüncemede bıraktırmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum; neticesi bana gelmeden Washington’ın haberi oluyor. Sonucu memurumdan önce sefirimden öğreniyorum. Böyle mi teslim ettik biz devleti? Bana şimdiye kadar bunlar tarafından hazırlanmış, derdimize deva bir rapor göstermediler. Hepsi yasak savma kabilinden şeyler. Ne yapıyorsak gene biz kendi elemanlarımız ile yapıyoruz. Peki, bu binlerce adam «avara kasnak» gibi dolaşmıyor. Elbette kendileri için önemli marifetleri var. İstiklâl harbinden sonra sulh anlaşmasında esas mücadele uzmanlar konusunda oldu. Yoksa hudutlar meselesi fiili bir durum idi. Tazminat işini iki devlet biz aramızda hallederdik. Bütün mücadele idaremize tasallut yüzünden çıktı. Bir tek uzman vermek için büyük tavizler vermeye hazırdılar. Dayattık. Biz onların niçin ısrar ettiklerini biliyorduk. Onlar bizim niçin inatla reddettiğimizi biliyorlardı. Böyledir bu işler. Peygamber edası ile size dünyaları vaat ederler. İmzayı attınız mı, ertesi gün gelmişlerdir. Personeli gelmiştir. Teçhizatı gelmiştir. Üsleri gelmiştir. Ondan sonra sökebilirsen sök. Gitmezler. Ancak bu meselenin üzerine vakit geçirmeden eğilmek lâzım. Yoksa ne bağımsız dış politika, ne bağımsız iç politika güdemeyiz. Fakat zannetmeyiniz ki kolay bir iştir. Savuşturulan iki iç badire bunun yanında çok kolay kalır. Teşebbüs ettiğimiz zaman başımıza neler geleceğini kestiremem.” (Süleyman Genç, “CIA MİT Kontr-Gerilla / Bıçağın Sırtındaki Türkiye”, Vatan Gazetesi, 10.11.1977.)

Bu sözler ve satır aralarındaki gerçekler üzerinde çok iyi düşünülmeli ve Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca, ABD ve ‘galip devletler’ ile ilişkilerimiz işbu acı itiraflar açısından değerlendirilmelidir. 

Devlet dairelerindeki Amerikan uzmanları hakkında “teşebbüs”tensöz eden İnönü, ayrıca, blöf mesabesinde kalsa da, Johnson’a, “Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de orada yerini alır”demiş, OECD çerçevesinde bir moratorium (borç ertelemesi) ilanı düşünmüş, seçim yatırımı olsa da ‘Amerikan aleyhtarı’ bir tavır takınmıştı ki bunlar ABD’nin hoşuna gitmedi (S.Genç, a.g.y., Vatan, 9.12.1977).

Hâsılı, MenderesAmerika’nın arzularına boyun eğmediği için ipe çekilmiş; İnönü deAmerika’nın hoşuna gitmeyen işlere kalkışınca gözden düşmüştü. Nihayet ABD, İnönü’nün yerine Demirel’eoynayacak, fakat onda da umduğunu bulamayacaktı.

1965 seçimlerinde, kendisini Johnson ile birlikte çekilen fotoğraflarıyla “Amerikan dostu” olarak tanıtan (“Morrison”) Süleyman Demirel iktidara gelecek; ama Demirel hükümeti de Kıbrıs’ta tavize yanaşmayacak, U-2 uçaklarının uçuşuna izin verilmesi ve haşhaş ekiminin yasaklanması gibi konulardaki ABD dayatmasına boyun eğmeyecek ve 12 Mart 1971 darbesiyle alaşağı edilecekti…

Bugün, Türkiye-ABD arasındaki “dostluk” eksenli ‘stratejik’ ilişkinin “düşmanlık” eksenine kaydığı bir dönüm noktasına geldiğimiz gün gibi aşikâr. 

Türkiye “gerçekten bağımsız” ve “oyun kurucu” bir ‘büyük devlet’ mi olacak, yoksa “dışa bağımlı” ve-İnönü’nün ifadesiyle- “idaresine tasallut edilen” bir devlet konumunda mı kalacak? 

İşte son günlerde olup bitenler, birincisini tercih etmemizin bedelleridir. Di-re-ne-ce-ğiz!

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23