• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Abdullah Yıldız
Abdullah Yıldız
TÜM YAZILARI

Cami, Kitap ve “Din Dilimiz”

04 Ekim 2016
A


Abdullah Yıldız İletişim: [email protected]

İslâm Medeniyeti, bir anlamda “Kitap Medeniyeti”dir; zira İslâm Medeniyetinde hayatın bütün alanları Kitabullah’a ve O’nun ‘ete-kemiğe bürünmüş şekli’ olan Sünnet-i Rasûlüllah’a göre düzenlenir.

Ve biz Müslümanlar açısından, “bütün kitaplar, tek bir Kitab’ı anlamak ve yaşamak için okunur”.

Bu sebepledir ki; Müslümanlar olarak, bütün söylemlerimizi ve eylemlerimizi, bütün düşünce ve uygulama alanlarımızı Kitabullah’a ve “Yaşayan Kur’ân” olan Rasûlüllah’ın sünnetine göre düzenleriz.

Câmi ise, Kitap ve Sünnet’le ilişkimizi, söylemlerimizi ve eylemlerimizi çatısı altında yoğuracağımız, şekillendireceğimiz ve birleştireceğimiz mekânın adıdır. Bu anlamda câmi bir mekteptir; müfredatını Kitabullah’ın belirlediği, uygulamasını Rasûlüllah’ın örneklediği, talebeleri müminler olan bir mektep

“Şehrullah” olan Muharrem ayındayız; Hicrî yeni yılımızın (1438) başlangıcındayız; yine Camiler Haftası’ndayız ve bu seneki Camiler Haftası’nın konusu “Cami ve Kitap Medeniyeti”.

Evet, Müslüman; söylem ve eylemleri, iş ve ilişkileri, tutum ve davranışları ile bütün hayat tarzını Kitab’a uygun kılan insandır; İslâm Toplumu da “Cami merkezli” olarak şekillenen bir toplumdur. 

İmdi, acaba bizim Cami ve Kitabullah’la ilişkilerimiz nasıldır? Düşüncelerimiz, davranışlarımız, söylemlerimiz, eylemlerimiz, davet ve tebliğ çabalarımız “Hikmet dolu Kitab”a uygun mudur?

15 Temmuz 2016 tarihini, bir mâhût dönemin “mîâdı” ve yepyeni bir dönemin ise “mîlâdı” olarak cümle âleme ilan eden şu aziz ve yiğit milletimize “hikmetle ve güzel öğütle” yaklaşabiliyor muyuz?

“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütlerle davet et” (Nahl/125)talimatına ne kadar uyabiliyoruz? 

15 Temmuz öncesinde, bu âyet-i kerimeyi merkeze alarak ve tefsir kitaplarımızdan yararlanarak davet anlayışımızı ve yöntemlerimizi gözden geçirmeyi teklif eden bir yazı kaleme almıştım…

15 Temmuz sonrasında ise, davet anlayış ve yöntemlerimizle beraber, özellikle dilimizi yeni baştan ve elbette Kur’ân ve Sünnete göre tashih etmemiz gerektiği acil bir ihtiyaç haline gelmiş bulunuyor.

Ahmet Taşgetiren ağabey, bir yazısında Din dilimize yeniden bakmalıyızdiyordu ki, çok haklıydı.

Bu bağlamda, merhum şehid Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l-Kur’ân tefsirinde, “hikmet ile davet etme”yi; ‘muhatapların durumlarını ve şartlarını göz önünde bulundurma, neyi ne kadar anlatacağına dikkat etme, insanların bünyeleri hazırlanmadan onlara yükümlülükler yağdırmama, nasıl hitap edileceğini iyi seçme, şartlara ve durumlara göre hitap yollarını ve yöntemlerini çoğaltma’ olarak açıklar ve ilave eder: ‘Acelecilik, duygusallık ve tepkisellikle işi zora koşup, hikmetin sınırları aşılmamalıdır. Hikmet; tebliğde dikkatli ve basiretli olmayı, muhatabın zihin, yetenek ve şartlarını göz önünde bulundurmayı ve Mesaj’ı bunlara uygun şekilde iletilmeyi; keza, aynı metodu herkese uygulamamayı, aksine önce muhatabın hastalığını teşhis etmeyi ve ona göre zihni ve kalbi uyararak tedavi etmeyi gerektirir.’

 “Güzel öğütle davet”i de; ‘yumuşak şekilde kalplere girme, tatlılıkla duyguların derinliklerineinme ve gereksiz yere azarlama ve zorlamaya başvurmama’ diye açıklar ve devam eder: ‘Bilgisizlik veya iyi niyetten kaynaklanabilecek hataları yüze vurmamalı, açık etmemeli; zira öğüt vermedekiyumuşaklık, çoğu zaman katı kalpleri bile doğru yola iletir;azarlama, çıkışmadan daha iyi sonuçlar doğurur.’

Aynı âyetin devamındaki “En güzel şekilde mücadele etme” ilkesini de Seyyid Kutub; ‘Tatlı bir dile sahip olma, akli, mantıki, cezbedici fikirler öne sürme, polemik, tartışma ve zıtlaşmama’ olarak anlar ve ekler: ‘Başkalarıyla en güzel şekilde mücadele eden kimse suçlamalara ve iğneli sözlere yönelmez; karşısındakini mat etmek ve tartışmada kendi üstünlüğünün alkışlanması için onunla alay da etmez. Aksine öğüt veren kişi, karşısındakini alçak gönüllü, samimi ve sade bir şekilde ikna etmeye çalışır ve karşısındakinin çarpık fikir ve kısır döngülere girdiğini gördüğü zaman onun daha çok sapıtmaması için tartışmayı bırakırMuhatabın üzerine yüklenmek yok. Onu horlamak yok. Çirkin görmek yok…’

Bu çerçevede, Din’i doğru tebliğ etme ilkesi olarak Peygamber Efendimiz (s.) şöyle buyurur: “Müjdeleyin, nefret ettirmeyin; kolaylaştırın, zorlaştırmayın.” (Buhârî, İlim 12, Cihad 164; Müslim, Eşribe 70-71)

Peki, biz ne yapıyoruz? Allah’ın “kolaylaştırdığı, kolay olan” (A’lâ/8) İslâm Din’ini alabildiğine zorlaştırmakta ve insanları müjdelemek yerine Din’den nefret ettirmekte -maalesef- üzerimize yok!

Ne yazık ki, davet dilimiz, genelde eleştirici, azarlayıcı, ısırıcı, iğneleyici, itici ve öteleyicidir. 

Medya araçlarına, ekranlara ve özellikle de sosyal medyaya yansıyan “Din dilimiz” ise, kelimenin tam anlamıyla bir faciadır. Eğri oturup doğru konuşalım: “Din adına” konuşup-yazdıklarımıza bakan muhataplarımız, bizim yüzümüzden Din’i daha mı çok seviyorlar yoksa Din’den nefret mi ediyorlar? 

Gelin, yeni hicrî yılda dilimizi, aklımızı, amelimizi Kitabullah’a ve Sünnet-i Rasûlüllah’a uyduralım.

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23