• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Abdullah Yıldız
Abdullah Yıldız
TÜM YAZILARI

Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinenler

28 Nisan 2015
A


Abdullah Yıldız İletişim: [email protected]

Dünyada ve Türkiye’de kimi Müslüman grupların, kendilerini hakkın ve hakikatin yegâne temsilcisi görerek çıkarları uğruna, “Müslümanları bırakıp” ve hatta “Müslümanlara karşı” İslâm düşmanlarıyla dostluk ve işbirliği yaptıklarını görüyoruz ki bu tutum, şu ilahi talimatlara uymamak ve karşı çıkmaktır: 

“Onlar, müminleri bırakıp kâfirleri dost ediniyorlar. Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Oysa bütün izzet ve şeref Allah’a aittir.” (Nisa 4/139)

Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinen, güçlü ve şerefli olmak için onlarla işbirliği yapan münafık topluluğu hakkında inen bu âyet, aynı tavır içine giren müminlere de ciddi bir uyarı niteliğindedir. Müminlerin asıl güvenecekleri, dayanacakları, kader birliği yapacakları kimseler iman kardeşleridir. Başka din ve ideoloji mensuplarına bu ölçüde güvenmek doğru değildir. Eşyanın tabiatına göre onlara bel bağla­mak risklidir. Bunun da ötesinde “mümini bırakıp kâfiri dost/veli edinen” kim­senin imanında, müminlerle ilişkilerinde bir arıza bulunması, imanının nifaka ya­kın olması ihtimali vardır. Aynı şekilde güçlü ve saygın olmak için müminleri bı­rakıp kâfirlere sarılan, onların himayelerine sığınan kimselerde de aşağılık duygu­su, özgüven eksikliği ve iman zayıflığı bulunması ihtimali kuvvetlidir. Mutlak güç ve üstünlük Allah’a aittir. Başka hiçbir kimse Allah’a dayanan ve güvenen mümin kadar güçlü ve şerefli olamaz. Müminler de Allah’a güvendikleri, O’na sığındık­ları, şerefi ve saygınlığı O’na kul olmakta aradıkları ve buldukları için manevî ba­kımdan güçlü ve şereflidirler. Maddî bakımdan da güçlü olmamaları için bir sebep yoktur. Buna rağmen onları bırakıp kâfirlerle beraber olmakta şeref ve güç arayan­ların imanlarında zaaf, kendilerinde münafıklıktan bir iz bulunduğu anlaşılmakta­dır. 

Bu iman zaafı özellikle İslâm’la alay edilen ortamlarda ortaya çıkar. Bu yüzden Allah buyurur ki:

“...Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri müddetçe, o kâfirlerle oturmayın. Aksi halde siz de onlar gibi olursunuz…” (Nisa 4/140)

Bu âyete göre; İslâm’ın inkâr edildiği, aleyhinde olunup alaya alındığı yerde bunu engellemeye gücü yetmeyen mümin oturmayacak, bunları yapanlarla beraberliğini sürdürmeyecek, o yeri ve o kimse­leri terk edecek, onlardan uzaklaşacaktır. Çünkü beraberliğin devamında üç önem­li zarar vardır: 

a) İslâm’la alay edenlerin cüret ve cesaretlerinin artması; b) Böyle bir davranış karşısında tepkisiz kalan müminlerin giderek buna alışmaları, o inkârcılardan ve alaycılardan etkilenmeleri, hatta onlar gibi olmaları, kutsal değerlerine yönelik hassasiyetlerinin zaafa uğraması; c) Güçleri­nin yettiği ölçüde tepki göstermedikleri, bu manada olup bitenlere razı oldukları için günahkâr olmaları. 

Müminlerin bu zaafa düşmemeleri için Kur’ân onlara sıkça kâfirleri veli edinmemelerini ihtar eder: 

“Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Kendi aleyhinizde Allah’a apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz? Şüphesiz münafıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar. Onlara bir yardım edici de bulamazsın.” (Nisa 4/144-145)

Çeşitli vesilelerle tekrar edilen “müminleri bırakıp kâfirleri veli edinme­me, müminleri ihmal ederek kâfirleri dost tutmama” talimatlarındaki “müminleri bırakıp” kaydında ısrar edilmesi bu kaydın önemli olduğunu gösterir. Müminleri bırakmamak, onları birinci planda dost/veli, taraf saymak şartıyla gayrimüslimlerle de, taraflar ve bütün insanlık için hayırlar ve faydalar sağlayacak, kötülükleri önleyecek ilişkiler kurmak, anlaşmalar yapmak ve dayanışmalarda bulunmak yasak değildir (Âl-i İmrân 3/28; Mümtehine 60/7-8). Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinenler, dinleri ve din kardeşleri aleyhine de olsa kâfir dostlarının yapıp ettiklerine ses çıkaramayanlar, kâfirlerin kendilerine hâkim olmasına itiraz etmeyenler; bütün bunları -ki hepsi “velayet, veli edinme” kavramına dâhildir- mecbur olmadıkları halde yapanlar, kâ­firlere dünyada ve âhirette verilecek cezaya katılmaya lâyık ve müstahak olurlar. Allah vereceği cezaya -âdeti gereği- bu yapılanları gerekçe gösterir.

Münafıklar şüphesiz ateşin en alt katındadırlar. Mümin görünüp kâfirlerin güdümüne girdikleri için yerleri cehennemin dibidir. Ve onları buradan kurtaracak bir yardımcı ve kurtarıcı da yoktur. 

En alt kat... Kendilerini kurtaramadıkları, üzerine çıkamadıkları, toprağın üzerlerine yapıştırdığı, yeryüzü ağırlığına uygun bir dönüş yeridir bu. Arzu ve isteklerin, ihtiras ve korkunun, zaaf ve aşağılığın ağırlığıdır… Bu ağırlık onları, müminleri oyalayıp kâfirleri dost edinme çukuruna yuvarlatmıştır. Böylece hayatta bu aşağılık konumu benimsemişlerdir… Burada ne bir yardımcıları ne de bir kurtarıcıları söz konusudur. Onlar dünyadayken kâfirleri dost edinmişlerdi. Şimdi kâfirler onlara yardım etseler ya?...  (Kur’ân Yolu, Hak Dini Kur’ân Dili, Fî Zılâli’l-Kur’ân tefsirlerinden istifade ile.)

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23