• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Abdurrahman Dilipak
Abdurrahman Dilipak
TÜM YAZILARI

Evet yemin etsinler!

24 Ocak 2019
A


Abdurrahman Dilipak İletişim: [email protected]

İmam-ı Azam’ın vefat sebebini biliyorsunuz. Daha önce yazdım. O annesi ile evlendirdiği İmam-ı Caferi sadık’ın “İmamet” ictihadına katılmadı ve Hilafeti savundu. Ama o zalim Halife tarafından işkence yoluyla ölümüne sebeb olundu. Bu olay Hicri 150’de gerçekleşti. O zalim Halife Ebu Cafer el Mansur idi. İmam-ı Azam rivayet edilir ki, zulüm altındayken vasiyet etti ve “Beni zalim sultanın gasbedip zulmünü ulaştırmadığı topraklara defnedin”.

O Halife ki, babasının içtihadına ve Halife’nin(!) emrine itiraz etti. Oysa o zat, iki talebesi birden kendine itiraz ettiğinde, onlara “ben size böyle mi öğrettim, edep ya hu” demedi. Musalla taşında meyyit olmalarını istemedi. O meseleyi kendine soranlara, bir de öğrencileri ile görüşmelerini söyledi.

Peygamberimizin Uhud savaşında, cephede, gençlerle şûrasını daha önce yazmıştım. O süreç vahiyle teyid edildi.

Daha önceki yazılarımda Halid b. Velid’in azledilmesi ile ilgili olayı da anlattım. Bu örnekleri hep aklımızda tutmak gerek. Nasıl din büyüklerimizi ilah ve rab edinmeyeceksek, siyasi ve askeri önderlerin de kutsallaştırılmaması gerekir. Göklerin hazinesinin anahtarı kimsenin elinde değil.

Biz “büyük evimiz” olan şehrimizin anahtarını kendilerine emanet edeceğimiz birilerini arıyoruz.

Akil ve baliğ olan insanların vekaletlerinin vasisi yoktur ve olamaz. Akil ve baliğ olmayanların da “rey”i yoktur.

Sonuç ne olursa olsun, Allah’ın iradesi içindedir. Bu süreçte, sonuç ne olursa olsun, O’nun rızasına uygun davrananlar kurtuluşa erenlerden, ötekiler ise, sonuç nasıl tecelli ederse etsin, kaybedenlerden olacaktır. Ve bu sonuç “mutlak” değildir. Çünkü icabında “Hak şerleri hayreyler”. Bu imtihanın şekli ve toplumun liyakatı ile ilgili bir konudur.

Bana kalırsa bu konuyu, adayları belirleyenler, aday olanlar ve oy kullanacak olanlar, yeniden, bir daha ve tekrar tekrar düşünsünler.

İnanmış insanlar esasen 5 yılda bir rey/tercihte bulunmazlar. Biz günde 24 saat ve yılda 365 gün, hak-batıl, doğru-eğri, helal-haram, sünnet-mekruh, güzel-çirkin bir tercihte bulunuruz. Asıl büyük seçim bu. Bu seçimi kaybetmişseniz gerisi ben ne yapayım!

Şunu diyebiliyor musunuz: «İşte bu, doğrulara, doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlar için, altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedi kalacakları cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah›tan. İşte o büyük kurtuluş budur.” (Maide 119), (Fecr 27-30): “Ey huzura kavuşmuş (Mutmain olmuş) insan! Sen O´ndan (Allah’tan razı) hoşnut, O da senden hoşnut (Razı) olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!”

Asıl büyük kazanç bu! Gerisi kıyl-u kal! Her olay karşısında sabreden, şükreden ve kötülükler karşısında direnenlerden olabilecek miyiz?

İntikam ve rakiplerine karşı öfke’yi tetikleyen, aklı zail eden “zafer sarhoşluğu”ndan ve “zalimlerle olayların dehşeti karşısında acziyetin sebeb olduğu sefaletten” Allah’a sığınırım! Sonuçta “Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim / Bana seni gerek seni”. Havf ile reca arasında bir yerde durayım, umudum korkuma baskın çıksın, Merhametim öfkeme galib gelsin isterim.

Seçim! Rakipler arasındaki mücadele siyaset, iş dünyası, ideolojik ya da dini kullanan cemaat yapıları ne kadar acımasız olabiliyorlar!

Seçimlerde, aceba, “intihabı sani” yöntemi daha mı adil olur. Gerilim daha mı az olur. Siyaset bu kadar popülizme ve rekabete konu edilmese keşke! Mesela ara seçime gerek kalmasa. Bir milletvekilinin ya da belediye başkanının üyeliği herhangi bir sebeble düşerse bu seçiciler kurulu partilerin adaylarından birini seçse. Bizde seçimin maliyeti çok yüksek. Ekonomik, sosyal, psikolojik maliyeti yanında, doğru adayın belirlenmesini engelleyen ve doğru kişinin seçimini zorlaştıran bir süreç yaşanıyor sanki.

Bir de şu yemin konusu. Belediyelerde başkanlar partileri kabul ederse, kutsal kitap üzerine ya da şeref ve namusu üzerine yemin etsinler ve bu yemin metni, kanuna aykırı olmayacak şekilde partiler tarafından ya da aday tarafından belirlensin. Mesela desin ki, haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı, rüşvet ve iltiması, torpili reddeden bir anlayışla, atamaları ehliyet ve liyakat esasına göre, marufu koruyarak ve münkeri reddederek, halka hizmeti, Hakka hizmet vesilesi bilen bir anlayışla, Kamu malını yetim malı kabul eden bir inançla görevimi yapacağıma dair, kutsal kitapta ve Resulullahın sözlerinde iadesini bulan bir anlayışla mukaddesatım, namusum ve şerefim üzerine Allaha söz veriyorum!

Şu intihabı sani sistemi ile seçilen seçiciler kurulu, seçim bölgesinde üçte iki çoğunlukla milletvekili ya da seçilen belediye başkanı ya da belediye meclisi üyesini görevden alabilmeli. İçişleri bakanı belediye başkanını görevden alabiliyor. Bu kurul milletvekilini de, yeminine sadakat göstermediği yönünde bir yargı kararı ya da mesela ilçede belediye başkanının aldığı oydan bir fazla referandum talebi ile seçiciler kurulu nihai kararını verebilmeli. Şu lanet olası, “İçimizdeki beyinsizlerden, rüşvetçilerden, torpilcilerden” bir kurtuluş yolu olmalı.

Yemin metnini, il ve ilçe seçim kurulları onaylayabilir ya da düzeltilmesini isteyebilir bu arada, itiraz mekanizması da yine aynı şekilde, YSK hiyerarşisine tabi olur.

Evet, belediye başkanları ve belediye meclis üyeleri de yemin etsinler. Zorunlu olmasın, ama biz de bilelim, yemin eden kim, etmeyen kim ve bakalım neye, nasıl yemin ediyor.

Bu arada, her ne kadar siyaset “güven” değil, “denetim” müessesesi olsa da, güvenmek güzeldir, ama “kontrol etmek çok daha güzeldir”. “Bana güven” diyen’e güvenmeyin. “Beni gözet” diyen, “hata yaptığımda beni düzelt” diyene güvenin. Büyük İskender bir müsteşarını görevden almış. “Neden” diye sormuşlar. “Bugüne kadar bana bir kez olsun itirazda bulunmadı” demiş. “Hatasız insan olmaz. Beni hatamı görüp, beni uyarmayan bir müsteşarı ben ne yapayım. O bu işin ehli değil demektir. Ya da istişare etmeye değmez biridir. Eğer hatamı gördüğü halde beni uyarmıyorsa, korkak ya da dost olmayan biridir. O zaman ben öyle müsteşarın bana hayrı olmaz, şerrinden emin olmak istedim” demiş. Halıkın hatırı, Mahlukun hatırından yücedir.

Rüşvet ve iltimastan yakamızı kurtaramaz isek halimiz yaman!. Yaptıklarınız kovadaki su, rüşvet ve iltimas, diğer marazlar kova’daki deliktir. Kovada su bırakmaz tedbir almazsanız. Dikkat: Bir hırsız bir bağdan bir bostan çalarmış. Rüşvet alan biri bir bostan karşılığında bir bağı satarmış. Allah’ın laneti, gazabı onların üzerine olsun!

Selâm ve dua ile..

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23