• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Abdurrahman Dilipak
Abdurrahman Dilipak
TÜM YAZILARI

Paralel yapı, Huntington, Fukuyama vs..

05 Ocak 2015
A


Abdurrahman Dilipak İletişim: [email protected]

Evet şu Paralel yapı hikayesine bir başka açıdan bakalım isterseniz bugün..

Paralel devlet, Paralel din tartışmaları durduk yere çıkmadı.. İşin temelinde ciddi bir teolojik tartışma, kehanet ve stratejik öngörü vardı..

1. Dünya savaşının ardından birçok ülkenin sınırları yeniden çizilmiş, onlara yeni iktidarlar ve rejimler tayin edilmişti. Ardından yeraltı ve yerüstü zenginlikleri ile ilgili önemli imtiyaz anlaşmaları ve stratejik işbirlikleri yapılmıştı ve 1. Dünya savaşının 100. Yılının ardından bu konuda bu topraklarda ciddi sorunlar bekleniyordu.. Öncelikle 22 Arap ülkesinin rejim, iktidar ve sınırlarının yeniden çizilmesi sözkonusu idi. Bu proje giderek diğer İslam ülkelerini de kapsayacak şekilde genişletilecekti..

Öncelik İsrail’in varlık güvenliği ve batı değerler sisteminin korunup, yüceltilmesi ve rakiplerinin tasfiyesi, ABD ve NATO’nun askeri ve stratejik hedefleri açısından sorun oluşturmayacak bir din ve siyaset anlayışının tahkim edilmesi idi.

25 Aralık 1991 tarihinde SSCB Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov’un istifa etmesinin ardından Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği resmen dağılmış, Mastrich anlaşması ile 1992’de AB kurulmuştu.. Soğuk savaş bitmiş, tek kutuplu yeni bir dünya doğmuştu..

İşte tam da bu sırada Samuel Huntington, Soğuk Savaş sonrasına tekabül eden 1990’lı yıllardan itibaren uluslararası ittifak ya da ihtilaflarda belirleyici olan unsurun politik ya da ekonomik ideolojiler değil, medeniyetler olmaya başladığını ve 21. yüzyılda da bu trendin devam edeceğini söyleyerek Medeniyetler arası çatışma tezini ortaya attı.. Bu tarihin sonunu getirecek bir intihar ideolojisine dönüşebilirdi.. Huntington’un bu tezi ilk olarak 1993 yılında Foreign Affairs isimli dergide yayınlandığında bu çerçevede yeni bir tartışma başlamıştı. 1996 yılında bu çalışma genişletilerek kitaplaştırıldı..

Nerede ise eşzamanlı olarak, 1993’de Francis Fukuyama’nın “Tarihin sonu ve son insan”ı yayınlandı.. Aslında kitabın temel fikirleri 1989 yazında The National Interest dergisinde “Tarihin Sonu mu?” başlıklı bir makalede kaleme almıştı Fukuyama. Teori ilginçti. Bir bakıma Huntington, Fukuyama’nın ayağına bir top veriyor ve o da Şut’u çekiyordu.. Fukuyama’ya göre liberal demokrasinin muhtemelen “insanlığın ideolojik evriminin son noktasını” ve “nihai insani hükümet biçimini” temsil ediyordu. Buna göre de liberal demokrasi “tarihin sonu”ydu.

İşte tam da Paralel yapıdan, bir medeniyetler arası çatışmanın çıkmasını önlemek için batı medeniyetinin karşısında ayakta durabilecek ve direnecek tek güç olan İslam’ın ve Müslümanların teslim alınması idi.. Bizim “Tom Amca” olmamız isteniyordu. Alameti farikalarını kaybetmiş bir din özgür bırakılacaktı. Artık Müslümanlara sopa gösterilmeyecek, havuç verilecekti. Hem zaten, yakın geçmişte görülen bir gerçek de şuydu, Müslümanların servet, iktidar gücü ve makamları yükseldikçe daha radikalleşmiyor, aksine daha ılımlı hale geliyorlardı.. Siyaseti dönüştürü bir güç olarak gördükleri halde, ona ulaşınca kendileri dönüşüyordu! Ritüeller ve semboller serbest bırakılacaktı, ama din bireysel planda mabedlere, toplumsal planda camilere hapsedilecekti.. İncil’e benzer bir Kur’an yorumu, kiliseye benzer bir cami, papaza benzer bir imam.. Dinlerarası diyalog bu benzeşme için bir araç olacaktı.. Bir yandan Müslümanlar atomize edilecek, agnostik hale getirilecek, birbirlerine muarız hale getirilerek nötralize edilecek, öte yandan sekülerleştirilecekti. Bugün Suriye’de yaşananlar, Sufi, Şii, Selefi çatışmasının, dini, mezhebi, etnik çatışmaların arkasında bu plan var.. Hıristiyan ve Yahudi topluluklarla geliştirilecek diyalog, yakınlaşma, hoşgörü ve işbirliği ile benzeşme sağlanacaktı.. “İslam ve Demokrasi fonu” bu amaçla basın ve STK’lar ile yakın ve sıcak bir işbirliğine girecekti..

Türkiye bu projenin model ülkesi olacaktı.. Ve bu örneklik üzerinden bütün İslam ülkeleri bu çizgiye çekilecek, ılımlı İslamcılar desteklenirken, radikal İslamcılara karşı acımasız olunacaktı..

Cemaat” denen yapı, bu projenin teolojik, pedegojik ve sosyolojik ayağını oluşturacak olan taşeron bir örgüttü.

Cemaat yakın çevresine, “bu diyaloğun ve işbirliğinin sonunda Müslümanların işine yarayacağını ve güneşin batıdan doğuşuna vesile olacağını” söylüyordu. Öte yandan komünizm gibi, din düşmanı cereyanlara karşı, ehli kitapla ittifak da caizdi. Son argümanları ise, “hem zaten, batılıların bizden istedikleri şeyler, İsrail’in varlık ve güvenliği, batı değerler sistemine karşı rekabetten vazgeçmemiz, ABD ve NATO’nun askeri ve stratejik hedeflerine karşı tehdit oluşturmamamız. Zaten buna izin vermeyecekleri gibi, gücümüz de yetmez. Batıdan borç almasak, destek almasak uçağımız uçmaz, memurun maaşını ödeyemez durumdayız.. Bir yandan içerideki laik darbecilerle başedemezken, dışarıdan batıya karşı kafa tutarak, kendimizi çözümsüzlüğe mahkûm ediyoruz. Batı ile işbirliği ile darbecilerin başımıza bela olmasını önleyebilir ve batının desteğinde daha hür ve daha müreffeh bir imkana sahip olabiliriz.

Bu çözüm birilerine makul geldi ve “hocaefendinin kerameti” ve “Sikke-i Tasdik-i Gaybi”deki işaretlere göre de bu işler bir kurtuluş müjdesine vesile olabilirdi.

Bugün 160 ülkede 2000’e ulaşan paralel okul sayısı, 1995 de başlayan dışa açılım sürecinde, ABD’nin öncülüğünde açılan Truva atları idi aslında.. Bu okullar, hedef ülkelerdeki sermaye sahipleri, etkili bürokratlar ve politikacıların çocukları üzerinden hem bilgi toplamayı ve hem de bu kişileri yeni dünya düzeninin misyonerlerine dönüştürmeyi hedefliyordu.. Bu okullar yeni İslam’ın misyoner okulları olacaktı aynı zamanda.. Bu okullar çevresinde yeni bir burjuva sınıfı da oluşturulacaktı bu şekilde..

ABD’nin diğer ülkelerde 1961’de uygulamaya koyduğu 200.000’den fazla Amerikalının 139 ülkede Barış Gönüllüsü olarak çalıştığı proje ve daha önce Harput ve Tarsus’ta da açılan Amerikan kolejlerinin açılış gayesi ve tecrübe birikimi bu projede de refarans olarak kullanıldı.. 27 Ağustos 1962 tarihinde yapılan ikili anlaşma ile Türkiye’ye gelmeye başlayan ve sayıları bir dönem 1460’ı bulan Barış Gönüllüleri faaliyetlerini 1971’e kadar devam ettirdi. Yeni proje “Barış ve güvenlik için, diyalog, hoşgörü ve demokrasi” sloganı ile sahneye çıkıyordu. Bu konu öyle bugünden yarına bitmeyecek.. Önümüzdeki günlerde yine bu konuya devam edeceğiz, taa bugüne kadar geleceğiz. Daha anlatılacak çok şey var.. Selâm ve dua ile.. 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23