• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Atilla Özdür
Atilla Özdür
TÜM YAZILARI

Ekmek lafı üzerine...

28 Ocak 2016
A


Atilla Özdür İletişim: [email protected]

Tarım  Bakanı’mız, asgari ücret devriminden gayri ihtiyari telaşe düşen vasat halka “Ekmeğe zam yok” (veya yaptırmayız) gibisinden, inandırıcılıktan yoksun moral takviyesinde bulunmuştu...

Asgari ücret, üretimde maliyet unsurudur. Bizim gibi  iktisaden ve hukuk düzeni itibariyle gelişmemiş ülkelerde bu böyledir. Bu faktörü işçi başına yüzde otuz kırk dolaylarında yukarı kaldırırsanız, fiyatlar genel seviyesinde bomba etkisini gösterir...

Nitekim hükümet, niyetinin, devleti sosyal refah devletine dönüştürmek olduğunu göstermek amacıyla seçim döneminde bu ücreti 1300 liraya çıkardığında, imalat sanayinin önderleri, hiç vakit kaybetmeksizin anında ayaklanmıştı...

Ekonomi batar, ihracat yolları kapanır” !...

Hükümet, siyasetin finansör kesiminin bu restiyle emek cephesinin oy ağırlığını dengelemek zorunda kaldı. Mecburiyetten olacak, asgari ücret yükünü, sermaye ile paylaşma sözünü verdi. Halkın sırtından tabii...

Görüntüde, şiş de kurtuldu yanmaktan, kebap da...

¥

Hükümetin millet sırtından yükünü paylaşacağı sektör, büyük sanayi yatırımları olacaktı. Ekmek işverenlerinin dünyasındaysa, fırın enflasyonuyla beraber kayıtdışılık da söz konusuydu. Dolayısıyla hükümetin fırın işçilerinin asgari ücret yükünü üstlenmesi söz konusu olamayacaktı...

Fırıncılar da, diğer girdilerindeki fiyat artışlarından ötürü, kendi başlarının  çarelerini kendileri aramak zorunda kaldılar. Az sayıdaki kayıtlı işçilerinin asgari ücretine yaptıkları üç yüzer liralık zam yükünü, tezgaha döktükleri ekmeklerde somun başına yirmi beş-elli kuruşluk bir “fiyat ayarlamasıyla!” dengeleme yolunu seçtiler...

¥

Şimdi, 

Ekmek yiyenlere sabırlar, selametler ve afiyetler...

Yedirenlereyse, çalıştırdıkları işçilerine yediklerinin iyi kötü benzerlerini yedirmediklerinde, devasız dertler...

Politikacı devlet adamlarımıza da, eşyanın tabiatına ters laf etmemelerini,

Temennilerle dualarız...

¥

İstanbul ile çocukluğumun ilk hatıraları, hatırlayabildiğim kadarıyla, Taksim Gezi Parkı’ndan başlar. Taksim İnönü Gezisi, mektep dışında  benim oyun alanımdı. Evimizin gidiş geliş yolları da, Talimhane’den geçerdi...

Kışla, ile Talimhane meydanı, İttihad ve Terakki zamanında satışa çıkarılır. 400.000 metrekarelik bir alandır. Evler yapılacak, konaklar kurulacak ve çarşılar düzenlenecek. Projeler hazırlanır ve yabancılara satışı için onların kapılarına yüz sürülür. Fransızlar alıcı olurlar. Sonra işler bozulur. Hikaye uzundur,  memleket büyüktür, atıla satıla bitirilemez...

Geçenlerde  inşaat şirketlerinin birinden ortaya çirkin bir fikir atıldı. Evlerimizi, dairelerimizi, rezidanslarımızı, kısaca  gayrimenkullerimizi satın alan yabancılara oturma müsaadesi verilsin. Böylece yüz sürüldüğünde, mallarımıza talep yükselirmiş...

“Neden?” ...

Küffar takımının, özellikle AB’nin, bizlere ihracatta mukayeseli üstünlük olarak, ikide bir, asker ve toprak satışını önermesinden...

NATO’ya, Kore pazarında sattığımız asker hacmi, bir tugaylıktı...

Taksim İnönü Gezi Parkı da, iki yüz senedir, hâlâ istikrarsızlık unsuru. İnce eleyip sık dokuduğumuzda şüphesiz göreceğiz ki,

Ekmek krizi de, buradan çıkıyor...

Çünkü  işverenler, işçilerine şöyle böyle de olsa, yediğinden yedirmekten, iblisten kaçar gibi kaçıyorlar...

Sonra da, “ZAM YOK  denilen ekmekler, bir de bakıyorsunuz ki, zamlanıveriyor...Sözün özü: Müslümanlıktan ve ahlaktan uzaklaşmamız,

Tanzimat’la başlar ve hâlâ devam edip gider...

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23