• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Atilla Özdür
Atilla Özdür
TÜM YAZILARI

Fert ve toplum dengesi...

28 Mart 2019
A


Atilla Özdür İletişim: [email protected]

Netameli gibi görünse de, hayatın gerçeklerindendir...

Erken Türkiye’de bu denge, 1950’yi takiben o günlere kadar iyi kötü siyasi ve iktisadi politikanın eseri olan ıztıraplı havayı bir nispet tersine çevirdi. Zira, halk ihtilaliyle yeni gelen iktidar, Demokrat Parti, programına şu kaydı düşürmüştü....

“İktisadi hayatta esas olan özel kuruluş ve sermayedir”... 

Bu ilkenin gerekçesi;

Her mahalleye, on beş-yirmi milyoner”...

Mahallenin milyonerle tezyin pratiğine, önce sanayi ve onu takiben tarım sektörüyle başlanıyor. Ağırlıkla özel sektörü önceleyen politikanın az sayıdaki üretici grubunu himayesine alan hükümet, birinci Cumhuriyet’in dört elle sarıldığı iktisadi Atatürkçülükten liberalizme geçiyor. Ferdiyetçi liberalizmle ekonomik hayatın bütün kapıları, az sayıdaki belirli kişilere ardına dek açılıyor...

Gel velakin, devlet yatırımları hız keserken özel sektör iş yerlerinin % 90’ı özel sermayenin kontrol ve denetiminde olmasına karşın, bunlar, üretilen toplan katma değerin sadece % 47 kadarıyla, iktisadi kalkınmamıza destek sağlayabiliyor...

Bu uygulamanın ilk ağızda yol açtığı pahalılıktan ötürü yoksullaşan halk, “küçük bir azınlıkta görülen hızlı zenginleşme ve servetin de, çalışıp ve emek sarfedilerek kazanılmış olabileceğine hiç bakmaksızın”, bu gelişimi şüphe ile karşılamaya başlar... 

Göze çarpan servet ve zenginliğin, sosyal statülerine ve konumuna bakılmaksızın sanılır ki, sahipleri tarafından emek sarfedilerek kazanılmıştır. Oysa kâr ve teşebbüs emareleri bulunmayan servet ve zenginliğin meşruiyeti her zaman sorgulanmaya açık olmalı. Esnaflık ve düz ticaret kazançlarının normalde kazandırdıkları değerler bir yana, hatta kanun yolunda ve cari faaliyetler sonucu olsun, günümüz şartlarında bunların temizliği de pek kolay ve inandırıcı olmayabiliyor...

Servet ve nimete erme yollarının çeşitliliği Cumhuriyet öncelerinde dahi pek bol imiş...

Siyasette üst katlardan birilerinin yanına kapılanmak...

Mal veya toplanan paranın toplumun alt katlarından kamu hazinesine aktarma sürecinde, ara yerlerdeki görevlilerin kamu haklarından gizli açık kendilerine pay ayırmaları...

Fesat karıştırarak ihalelere tepeden inivermeler...

İçeriden gelen bilgilerle geleceğin fiyat artışının planlandığı aramalı stokçuluğu vs, vs, vs...

Kitapların yazdıkları ve yaşlılarımızın anlattıkları hikayelerin pek çoğu, hep bu konudadır..        

Mevlana Camii, altın ve gümüş gibi menkul servetlerin gönül rızasıyla el değiştirmesini nadirata bağlarken, gerçeği şöyle ifade eder;

Altın ve gümüş senin dostundur. Onlara sahip olan da düşmanın. İstersin ki, zulüm ve hile ile düşmanındaki sana gelsin”....

 Mahalli seçimlerin Ankara Belediye Başkanlığı oyununda sahne alan oyunculardan duyup işitiyoruz, nev-i şahsına mahsus dillere destan “vekaletsiz avukatlıkgerçeği de, örnek misal olarak bu nitelikte servet edinme yollarından biridir...

¥

Hatırlarım, 50’li yılların ortalarındaydı, iktisadi şartların zorlamasına karşın “İnönü”nün devlet memurlarının rüşvetçiliğe kaymasını önleme amacıyla temel gıda maddelerinde düşük fiyatlı tanzim satışlarını örnek alan, Bayar Menderes hükümeti. Tayin bedeline mahsuben muharip sınıf subaylarına yarı fiyatına askeriyeden et, ekmek ve bakliyat servisine başlamıştı...

O kadar geniş kapsamlı idi ki bu destekler, daha henüz tüpgazın bilinmediği Türkiye’de, pompalı gaz ocakları için, rütbeli askerlere aylık 20 litre gaz yağı tahsisi bile çıkarılmıştı.

Demokrat Parti’nin kurulmasına kapı açan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’na benzer bir kanun çıkarılacağı fısıltıları fert-toplum dengesini etkileyince, yeni zenginler arasında huzursuzluk başladı “servetin yeniden dağılacağı” söylentileri üzerine, Denizli, Bursa ve Balıkesir ve daha bir kaç bölgede, topraksız köylülerle ortakçılar, bazı büyük çiftlikleri kendi aralarında sahiplenmeye kalkıştılar.... 

Sosyal adaletsizliklerle ilgili tartışmalardan ötürü, gelecekte her şeyin bitebileceği endişesine kapılan yeni zenginler ise, bu korku ve endişe saikıyla ne yapacaklarını düşünürken, saklı ve kirli servetleri ellerinden gideceğine, hiç değilse onları tüketerek eritmeyi daha faydalı ve gördüler...

Hacı ağa” tiplemesi de bu tüketim furyasında çıkmış-çıkarılmıştır...

¥

Hacı ağaların, “şan olsun, helal olsun” haykırışlarıyla şakşaklanan hacı ağaların Beyoğlu’nda bar kapatmaları; zenginleşme ve para sahibi olmayı yaşamanın amacı haline getirdi...

O günlerden şimdinin bu günlerinde yüksek tüketme, üstünlüğün, büyüklüğün ve en kraldan sayılmanın ilk ve ön şartı...

¥

Kazanmak için tüketme ve tükettirme çağındayız...

Uzun vadeli ve hibe kredilerle Türkiye’nin kalkınmasına destek veren ABD yardımlarının asıl amaç ve hedefi de zaten bu idi... 

Türkleri tüketiciliğe yamamak...

¥

Şimdinin modası idi, büyük küçük, kız oğlan, dış giyimlerinde göğüs bölgelerini anlamsız da olsa, hurufatlarla doldurmak. Şimdi, bu harf ve sözde satırlar, kirlettikleri yerlerden alınıp paçalara ve kol boylarına şakuli bir şekilde dizeleniyor...

Göreceksiniz, üç ikindiye kalmaz, pantolon paçalarındaki irili ufaklı yırtık pencereler kıçlardaki yaylalarda açılacak... 

¥

Fert toplum dengesini koruma ve muhafaza yükümlülüğü öncelikle ve özellikle Müslümanların görevi. Her türlü çarpıklık ve ahlaksızlıklar karşısında dengeyi, laiklik ve zenginlikle takviyeli bu dengeyi bozarcasına, hanımların hak ve hürriyetlerine tecavüzcü konumuna düşmemek için, modanın dişilerin kıçlarında açacağı pencerelere karışmaması gerekecek... 

Zira zenginleşme, varsıllaşma, kafaları örterken, kıçlarını açıyor...

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23