• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Atilla Özdür
Atilla Özdür
TÜM YAZILARI

Gasteeee…

06 Ağustos 2020
A


Atilla Özdür İletişim: [email protected]

Elliliklerden daha yukarıya çıkmayalım. O yaşa kadar olan genç neslin, “Anadolu şoselerindeki otobüslerin ardından “Gasteeee” haykırışlarıyla bağrışarak koşuşturanları biz de gördük” deseler, pek inanasım gelmez.. 

Evvelsi yıllarda şehirlerarası kasabalara yolcu taşıyan otobüslerin karoserleri çoğunlukla Bursa’da yapılırdı. Azami hızı 120-140 kilometreden yukarı çıkamayan ahşap iskeletli 20-25 kişilik idiler. Yolcuların tek istekleri, yol boyunca hiçbir vakit diğer vasıtaların gerisine düşmemek için, şoförlerin var gücüyle arabalarını koşturabilmeleriydi.  

Yol zeminleri stabilize şose olup haylice de engebelidir. Sahip veya şoförleri isterlerdi ki, yavaş gidilsin araba sarsılmasın, çukurlara düşe kalka arabanın alt yapısı dökülmesin. Yolcuların ise istek ve beklentileri, diğer vasıtalar kendilerini geçmesin, geçemesin..

Siz olsaydınız ister miydiniz sollayıp geçen araçların ardında bıraktığı kesif toz ve duman tüneline girdiğinizde, keyfiniz ve sıhhatiniz bozulsun?..

Okulu bitirdiğim 1952 yılında torbadan kısmetimize Diyarbakır çıkmıştı. Gazeteler dört beş günlük olarak hepsi bir arada demet halinde geldiği için, memleket ahvali de marşandiz tarifelerinde belirlenen günlerde getirdiği gazete, havadisleri de, bayatlamış olarak okuyucusunun eline geçerdi..

Marşandizler, İstanbul’dan Diyarbakır arası itibarlı şehir, kasaba ve nahiyelere, merkezdeki ana dağıtım şirketinin hazırladığı paketleri indirirken, aralarda yer alan kuş uçmaz kervan geçmez kör noktaları da, durmaksızın düdük öttürüp hızla geçerdi. Devletimiz bu insanları itibarsızlar sınıfına aldığı için, köylerini mektepsiz halklarını da habersiz bırakınca, halk da ne yapsın, başının çaresini kara ve demir yollarının kenarlarında bekleyip, yanlarından hızla geçen vasıtalardan, “gasteeee” bağırışlarıyla, havadis dilenciliğine çıkardı..

Atatürk, Türk milleti cefakârdır, çalışkandır derken, son dönemlerin başkanı olarak Özal da, “Benim memurum işini bilir” diyordu. Kim ne derse desin, iş bitiricilik, Sultanhamam üniversitesiyle başarıldığı gibi, ikinci cumhuriyetin eğitimsiz disiplinidir…

Kırklı yılların ortalarında savaş bitince, dört kurranın hep birlikte silahaltına alınma zorunluluğu da yavaştan yavaşa çözülmeye başladı. Bu terhisler, tarımda iş gücünü arttırınca, köylünün doyumluk tarımı ticari tarıma yöneldi. Amerika’nın baskısıyla trencilikten çıkıp otobüsçülüğe geçilince, Anadolu içleriyle Batı yakasında haberleşme hızlandı.

 Hızlanınca, gayet tabii daha henüz büyük ailede tam çözülme görülmediğinden, yoksulluktan feleğini şaşıran büyük aile fertleri kazanç hırsıyla çalışmaya daha fazla zorlandı. Diyarbakır-Edirne-Ankara-İstanbul misali Anadolu’da haber akışı da hız aldı. Neticede, aile içi şiddet haberleri sık aralıklarla duyulmaya başladı. Beden gücünde aile fertleri arasında çocuklarla kadınlar diğerlerine nispet daha zayıf ve naif olduklarından, bunlarla ilgili haberlerin yoğunlaşması üzerine, ezilenlerin korunması, laik politikaya göre de, vacip olup çıktı.. 

Tek başına Türkiye’de değil, bütün devletler kendi halkları için daha iyi ve güzele koştururken, iktisadi kalkınmaya yöneldiler. Allah’ın lütfettiği yer altı ve üstündeki nimetleri inkâra varan bir hırs ve ihtirasla tabiatın doğal bereketini yok ettiler. Amaç para kazanmaktı. Para gelsin, nereden nasıl gelirse gelsin zihniyeti, insanları tüketimde yarışa koşturdu.

Bu yarış, şehirli olsun köylü olsun, insanın var olanla yetinme duygusunu köreltti. Bunun kötü etkisi Küçük aile birimlerinde de gecikmedi. Erkek egemen Batı dünyasında zina serbestti. Türkiye, laiklik sonrası Batı ile tamlaşınca, erkek zinası, zina olmaktan çıkarıldı. Bir yanda haram zenginlik ve neon ışıklarıyla renklendirilmiş zenginlerin demokrasi dünyasında kişinin bedeni üzerinde tam serbestlik, diğer yanda da dar gelirli yuvaların tatsız tuzsuz dünyasından bıkkınlık, kişilerin her türlü haram ilişkilere yönelmesini kolaylaştırdı. Hatta kapılarını bile ardına dek açtırdı..

Kapitalist dünya ürettiğini pazarlamada uçkur hürriyetini kullanırken göstermelik bir tavırla iktisaden sömürdüğü kadın ve çocuk işçileri her türlü işkence ve saldırıdan koruma adı altında şeytani tuzaklarını kurmaktan da geri kalmadı. İstanbul Sözleşmesinin adındadır “İstanbul” lafzı..     

Kısmen yaradılışa inananlar da dâhil, evrimciler, insan hak ve hürriyetlerini kişinin kendi bedenini mutlak tasarruf edebilmesinde görüyorlar. Bu tasarruf hakkının da, her türlü kontrol, baskı ve müdahaleden korunması istenilirken, İstanbul Sözleşmesi dedikleri emir kıvamındaki tavsiyesi, sadece bundan ibaret gibi masum bir mantık yürütülüyor..

Amma bu koruma formatının kimi satır aralarına da uçkur sapkınlıkları yerleştirilmişse ne çıkar yani. Erkekler kendilerine hâkim olsunlar. Evlerindeki aş ocağı, ihtiyacı olan gazı ve tuzu eksik etmesinler..

Kapitalist sermayenin “KADEM” aşkı da, KADEM’in asli görevi olan halkın mutfağındaki gaz ve tuz yetmezliğine karşı ilgisizliğinden doğuyor..

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

gastee

bugünün gastelerini tasnif edersek: cumhuriyet, sözcü, karar aynı kareye giriyor. y.şafak, y.akit, staare de bir gurup diyelim. bir de eyyamcı magazinler var ki; hürriyet başı çekerken milliyet ve sabah da onun peşinden yürür. en kalitesiz yazarlar: a.bayramoğlu, a.taşgetir, a.peki, e.çongar, siyah alioğlu, yılmaz özdilim, taha neyol vs dir. aslında kalitesizleri yazmaya devam etsek sonu gelmez, bunlar yalnızca örnektir.

gaste dökümü:

karar; sözcü gibi bir gazete midir, yoksa sağın cumhuriyeti midir? yoksa o da zaten solcu mudur ve tıpa tıp cumhuriyet ve sözcü' nün ta kendisi midir? gerçekte bunların tam tasnifi güçtür, herkes bir şey söyler, ama değişmeyen ve gerçek olan şudur ki; münafık kafirden eşeddir.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23