• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Atilla Özdür
Atilla Özdür
TÜM YAZILARI

Hangisi hangisinden çıkma...

29 Ekim 2015
A


Atilla Özdür İletişim: [email protected]

Geçenlerde Ankara’da bir patlama. Yüze yakın vatandaş hayatından oldu. Kayda geçirilmemişlerle birlikte beşyüz civarında da yaralanma...

Söylentiler böyle kaypak...

Faciayı takiben büyüklerimiz, politikadaki konumlarına göre farklı farklı konuşarak atıştılar. Gazetelerle ekranlar, halkın haber alma haklarına saygılı olma yolunda hasılat yarışına giriştiler. Eli kalem tutanlar da uzmanlışmış analizör kesildiler. Bu arada bayraklar da tabiatıyla yarıya indirildi ve seçim çalışmalarına kalındığı yerden aynı hırsla devam edildi, halen de ediliyor...

Bu hadisenin niceliği şahsen beni ilgilendirmiyor. Nitelikli altyapısı önemli. Bakabilirsek buralara, kısa bir nazar atfeyleyelim. Sonrası, Allah Kerim...

Para ve politika ilişkilerinde hangisi etken, hangisi edilgendir?..

Bunların her ikisi de birbirlerinin hem yaratıcısı hem de kulu... Politikadaki yükselişlerle piyasanın birikim kapasitelerindeki genişlemelere dikkatlice bakarsanız, ekonominin aktörleriyle politik aktörlerin istisnasız hepsinin çift cinsiyetli hünsa olduklarını fark edersiniz...

Kulvarları farklı da olsa ticari ve siyasi aktörlerin birbirlerine hem kulluk hem de tanrılık yapar oldukları fark edilince anlaşılır ki, yönetilen vatandaş olarak sizlerle bizler, ellerimizde elma şekerleri, birer çocuğuz...

Demokrasi, sandıklar, oylar, demokratik ve laik hukuk devleti hikayeleri, fırsat eşitliği, imtiyazsızlık ve sınıfsızlık ve eşit vatandaşlık masalları, falan filan. Yalanıp yutuluyor...

Yaratılanların, Yaradan’dan ötürü öpülerek başlara taç edilmesi de...

Bu manzara, Türkiye sınırları içinde aynen böyle görülse de, beri yandan da asla bu demek değildir dünya, münhasıran Türkiye’den ibaret...

Demek istediğimiz, ictimai beşeri hayat, dünyanın her yerinde tanrılarla kulları arasında karşılıklı statü değişikliği içinde sürüp gidiyor... 

Parça bütünün bir cüz’ü olduğundan, bütünün kendisi dünya da, aynen Türkiye şablonunun üzerinde. Her ne kadar dünyanın beş büyükten ibaret olmadığı söylense de, gerçekte beş büyükler, malik-i dünya...

Gelelim, kamu özel sektör iktisadi işbirliğiyle formüle edilen, Beşeri aktörler arasındaki  tanrılık ve kulluk ilişkilerine...

Bir milyon-milyar lira sermayeli bir şirket kurulur. Ortaklardan birisi  kamu kuruluşudur, diğer bir ikisi de, özel sektörden. Kamu adına devlet, taahhüt ettiği sermaye payını defaten öder ve şirket ödenmiş bu 330.000 liralık-milyonluk  sermayesiyle faaliyete başlar ve kazanır da...

Sıra gelir yıllık kazancın ortaklar arasında paylaşımına. Devlet,  ödediği sermayesinin kendi payına düşürdüğü kazancını alır. Diğer ortaklar da, taahhüt ettikleri, amma halen ödenmemiş sermayelerinden hisselerine düşen kazanç paylarını da, tiko para olarak, anında alırlar...

Bu şirketler, umumiyetle piyasada az bulunan aramalı üretirler ve devlet eliyle de, gerçek kullanıcılarına tahsisen satarlar.

Yarı sömürge durumuna düşürülmüş ülkelerde usuldendir, imalat sanayiinde kamu ile ortaklaşa  işbirliğine girişen özel sektör birimleri tek kimlikli değildir. Bunların bilanço portföylerinde, iştirak halinde daha başka ticari şirketler de yer almaktadır...

Böyle olunca tabii, kamunun ürettiği aramalı, devletin beş parasız ortağı ve çevresine, hesaba kitaba gelmez hacimde hiç sermayesiz büyük tahsis rantları sağlar.

Siyasetçi eliyle millet sermayesinin sağladığı ticari kazançlar bu sahada elini taşın altına sürmemiş sefihlerin eline geçince, arzu ve istekleri doğrultusunda bunların yoğunlukla yaşadıkları bölgelerin imarına harcanır...

İmardan muradımızın peyzaj mimarisi olmadığını belirtelim...

Sınai mimarinin buralarda yayılması sonucu, çevre kirlenir sofralardan bed bereket uzaklaşır, insanlar vahşileşir. Ve gün gelir ki, ekranlarda idollaştırılan debdebeli ve çok erkekli, çok dişili lüks ve israfatlı hayat düzeninde kendilerine yer edinme öfkesine kapılanlar, haklı haksız, yerli yersiz,  imanlı imansız, dinli dinsiz, Allah’lı Allah’sız; ihkak-ı hak talebiyle ayağa kalkar...

Ecevit, bu  kalkışmalara, doğa kanunu derdi, “eşyanın tabiatı” yani......

Her iktidarın kendi zenginlerini oluşturduğunu söylerler. Haramiyetin, alçakçasına uydurulmuş meşru bir dayanağıdır bu puştluk mugalatası...

Amma maalesef, gerçeğin de yalın ifadesidir, unutmayalım...

İktidarlar kendi zenginlerini yaratırken, dillerinde seslendirdikleri dini, imanı, Allah ve Peygamberlerini arkalarına atarlar. Bunlardan kimileri özelleştirme politikaları ve uygulamalarıyla, kimileri kamu özel sektör yatırımlarındaki kâr paylaşım modelleriyle ve kimileri de, kamu arazilerini  imar değişikliği yaparak dostlarına peşkeşlemekle yarattıkları zahiri aydınlığın altında, meydanların ateşe verilmesinde, öfkeli kalabalıklara imkan ve fırsat hazırlar...

Fıtrat gereği olup, küffar dilinde “İrreversible” kavramıyla ifade edilen bir sosyal beladır bu hal...

Söylentiyse, ya da gerçeği saklanan bir söylenti de olsa, 700.000 liralık kol saatiyle hediyeleşmenin benim payıma düşürdüğü kazığın adını anmak bile gereksiz. Bunu önemsediğim falan da yok...

İsmi ve ayağıyla oldukça  büyükçe ve yüksekçe bir zeminde yer edinmiş muhafazakar dostlarımızdan birisiyle sohbet ediyoruz. Konuşurken diyorlar ki,

“Atila efendi kardaşım. Bizim istek ve arzumuz Şeriattır. Allah’ın yasaları hükümran olsun. Şimdikilerin yönetim tarzları ve partilerin politik programları Şeriata mugayyir. Haliyle hiç birisiyle dost olmamız ve oylamamız söz konusu olamaz...

“Ne yapacağız? Yaptığımız tek şey, bunların programlarıyla politikalarını, hedef ve amaçlarını Şeriatla mukayese etmek...

Şer’likte en ehveni hangisiyle, onun peşini takip etmek”...

Ankara’daki donanma şenlikleri de, bu takibin eseri... 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23