• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Atilla Özdür
Atilla Özdür
TÜM YAZILARI

Kan ağlatıcı yirmi beş’lik…

14 Ocak 2019
A


Atilla Özdür İletişim: [email protected]

Asgari ücret, Feto, 15 Temmuz, Suriye ve S-400’ler ve ardından Noel mi yılbaşı mı türünden eylem- fikir karmaşasından kafası bunalan halkı kendine getirmek amacıyla, hem getirisi de mevcut, bir meşgale bulunarak sahaya atıldı…

Ortaya atılan, bizim “yirmi beşlik”, küffarın da “quarter” dediği liranın çeyreği idi. Bu sihirli değer, alanlarla verenler arasında sulh içinde milimi milimine bölüşülecekti. 1 Ocak 2019 sabah saat sıfır dokuzda boruya üflendi ve yarış veyahut oyun başladı.

Vatandaş, bakkala gittiğinde satın alacağı mutfaklığını taşımak için bir de ayrıca 25 kuruş poşet parası ödeyecekti…

Tabii ki, gönül rızasıyla, kan dökülmeksizin…

Yarışın, ya da oyunun birinci günü sessiz ve arızasız geçti. Hatta darası alınmamış neticeleri bile gelmeye başladı. Daha ilk günde çevremiz ve uluslararası su yolları yüzde yetmiş nispetinde plastik kirliliğinden kurtulmuştu. Emine Hanımefendi adına iftihar vesilesi olabilecek büyük bir başarı olmalıydı, bu netice…

Ne var ki bu alışveriş, tek başına yirmi beş kuruşluk basit bir torba işi değildi. Çünkü perakende alışverişlerde şeytanın bile akledemeyeceği türlü çeşitli İBRİSSEL numaralar, yıllar var ki, ülkemizi de istila ederek beşeri ahlakımızı kirletmişti…

Elmanın fiyatı beş lira doksan dokuz kuruş olur muydu?... Terbiyesizlikti bu. Yap onu altı lira, olsun bitsin, Yookk, olmaz. Etiketler ille de çatallı olacaktı…

Geçen ay BİM’den iki kilo patates almışım. Üç lira doksan sekiz kuruş. Okkasına baktım, bir lira doksan dokuz. Türkiye’de bakkallığı öldürenler bir süre sonra çarşı pazarın etiketlerini de namusundan temizlediler. Kocaman eşyalar, iri yarı şişman bedenlerin giyim kuşamları, BİM gibisinden toptan fiyatına kuru bakliyatın yanında otomobil paspasıyla dikiz aynası da satanlar, etiketlerini hep bu minval üzere, çatallı formda düzenlediler. Halen de öyle. Çok ayıp bir şey… 

Sonunda bedelini öderken kasa fişinde nihai toplam daima çatallı çıkıyor. Yedi kuruşlu, üç kuruşlu ve iki kuruşlu gibi. Verdiğiniz paranın geri döndürülecek bakiyesindeki çatallar da hemen bütün büyük bakkalların, kartel sözleşmesi olsa gerek, kasalarında kırılıyor. Müşterinin geri alacağı üç kuruş, sekiz kuruşlara, mağazacılar, HELALİNDEN(!) el koyuyorlar…

Akşama bir hesap, üçyüz, beşyüz, dokuzyüz ve iki bin sekizyüz lira, açıktan mağazaların kesesine…

Market denilen kapitalizmin perakendecileri böylesine verimli ve bereketli artık değerlere iyi alıştılar. Beş kuruşluk poşetlerin yirmi beşe satılmasına imkân sağlayan bu uygulamaya çelme takılmasını istemiyorlar…

Müşteriler de, büyük bakkalların bu çirkin tavırlarından ötürü, daha fazla enayi yerine konulmak istemiyorlar ve “yeter artık!” çekiyorlar… 

Devlet Başkanları Tayyip Erdoğan, poşet meselesini de kapsamına alan konuşmasında ayrı bir vurguyla konunun önemini öne çıkardı. Yapılması gereken iş, evvela poşetlerden kaçınmak olmalıydı.. Eskilerde olduğu gibi bezden biçilme pazar torbaları ve örme fileye geri dönüş. Ne çare onu da yapıp bulmak mesele…

File ipleri de şimdi genellikle ve ağırlıkla ham maddesi petrol müştaklarından elde ediliyor. Yani, onlar da köken itibarıyla plastik ve bundan ötürü bu tip fileler de ayrı bir bela…

Kirlenmeyi önleyecek file, ancak keten kenevir ipinden yapıldığında file oluyordu…

Düşürüldüğümüz durumdan ötürü içi kan ağlayarak, bedbin bir halde;

“Ne çare ve ne yazık ki, onu da yok ettiler kenevir ekimini kuruttular ülkemizde

Gereğinde terlemeyi önleyici fanila bile yapılabilen keneviri de söküp attılar topraklarımızdan” diyerek kahrediyor, düşürüldüğümüz bu hallere ve düşürenlere…

Eskiler, bendeniz de efendim iyi kötü yetiştim onların son turfandasına. Bir Rıza amcamız vardı, mahallemizin Rıza amcası. Sabah erken kalkar sırtında zembili, Bursa’nın bir ucundan diğer ucuna yürüyerek giderdi. Somuncu Baba civarındaki ayakkabı tamirciliği yaptığı dükkâncağızındaki günlük nafakasına koştururdu….   

Gidiş gelişlerinde yolda bir tahta parçası, odun ve kıymık görmesin, alır zembiline atıp evine getirirdi. Mutfak nevalesini de içinde taşıdığı zembiline…

Kimseler görmesin, kimsenin gözü kalmasın, kimse kıskanmasın. Zembilindeki nevaleyi görmediklerinden, alamayanların bir yerleri şişmesin, diye…

Şimdi soruyorlar: “İslam’ın şartı kaç?”….

Namaz kılmak, oruç tutmak gibisinden sıralıyorlar Müslümanın şekli ibadetlerini. Nereden bilsinler insanın kendi yediği ile içtiğini çevresine hava atmak amacıyla sergilemenin, ayıp ve günah olduğunu?...         

Mesele şudur.

Deniz diplerini kirletip verimliliğini ve bereketini kim öldürüyor?...

Şeytanlıktan nasipsiz idrak yoksunu poşetler mi, yoksa pazarlama tahtının şeytanları mı? 

Poşetten kurtuluş, Allah bilir ya, bir ihtimal günahtan da sıyrılış olabilir mi, ne dersiniz?… 

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23