• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Atilla Özdür
Atilla Özdür
TÜM YAZILARI

Sapıklık üzerine…

25 Eylül 2017
A


Atilla Özdür İletişim: [email protected]

Yıl 1999. Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası MESS, o günlerde dünyayı sarıp sarmalayan global ekonomik krizle ilgili bir sempozyum düzenliyor...

Ekonomik kriz. Etkileri, önlemleri ve yönetimi...

Erdoğan Karakoyunlu, Dr. Mahfi Eğilmez, Doç. Deniz Gökçe, Necati Arıkan, Prof. Tankut Centel ve Dr. Atilla Karaosmanoğlu sempozyumda haziruna birer tebliğ sunuyorlar...

Konular çok geniş ve karmaşık ve dahi çok yönlü uzmanlık alanını çevreliyor. Dolayısıyla buradaki köşeciğe sığmayacak kadar geniş olup gazete okuyucusunu derinlemesine ilgilendirecek kadar da basit değil...

Yazımızın amacı, kısa zaman içinde yoksulluktan  varsıllığın konforuna erişme, ya da bir başka ifadesiyle, hazırlıksız sınıf atlamanın yol açtığı içtimai sapıklığın bir türünden bahsetmek. Doç. Deniz Gökçe’nin kendi yakın çevresinden canlı örneğini verdiği, halen memleketimizin bütün il ve ilçelerinde bulaşık, sosyo-ekonomik sapıklıktan bir örnek sunmak...

Sempozyumun kapanış faslındaki soru cevap bölümünden Doç Deniz Gökçe’nin konuşmasına gelelim. Diyorlar ki:

“Bugün vatandaş banka sistemine mevduat yatırmasın. Çünkü, banka sisteminin parasının % 95’i, vatandaşın parasının % 5’i, öz varlık. Vatandaş yatırmasın, orada yatırılan parayla da kamu kâğıdı alınmasın (devlet, bankadan borçlanmasın). (Hazine bonosu almak yasak olsun) gibi mesela...

Şimdi ne olacak?..

İlk ay maaşlar ödenemeyecek. Emekli maaşı ödenemeyecek. Hastaneler çalışamayacak vs, vs...

Ya para basacağız, Rusya gibi olacağız, ya da kaos içine gireceğiz (....)

Şimdi ben evde oturup düşünüyorum bunu. Benim babam Gaziantep’in 50 km. dışında Araban kazasının 3 km. ötesinde Yukarı Karavağaz köyünden. Babası 3 yaşındayken ölmüş. 17 yaşına kadar terzi çıraklığı yapmış. Ve Gaziantep’ten Adana’ya yürüyerek gidip Adana mahalli mektebini bitirip Niğde’de öğretmen olmuş. 40 yaşında Ankara’ya gelmiş, Dil, Tarih, Coğrafya Fakültesi’ni bitirmiş. Ondan sonra da Türkiye’de doktora yapmış. İkinci doktorayı Almanya’da yapmış...

“Ben kendime gelip baktığımda 52 yaşında Münih Üniversitesi’nde doçentti babam. Şimdi benim 16 yaşında bir kızım var. Geçen gün eve geldi ve dedi ki: “Baba çok mutluyum” Sordum,”Niye mutlusun kızım” dedim. “Yeni bir erkek arkadaşım var” dedi. “A çok güzel, nereden buldun” diye sorunca, “Okuldan buldum” dedi...

“Niye seviyorsun çocuğu, çok mu beğeniyorsun” dediğimde, önce cevap vermek istemedi ve sonra durdu durdu, “İKİ CEP TELEFONU VAR” dedi”

Bunun ardından Doç. Deniz Gökçe, memleketimizin iktisadi ve sosyal yapısında meydana gelen değişimlerin, kişilerin birbirleri hakkında değerlendirme ve kanaatlerindeki etkilerini kendi üzerinde olanca netliğiyle gördüğünde, kesin bir hüküm olarak çekinmeden patlatıyor... 

Zannediyorum ki, o adamın torununun iki cep telefonu için erkek arkadaş seçmesi, Türkiye’deki gelir dağılımı değil de, hayata yaklaşım dağılımında önemli bir SAPIKLIK olduğunu gösteriyor”...

Bir iki paragraf daha gidelim, bakalım Dr. Mahfi Eğilmez neler söylemiş...

“Bankalar üzerinde fazla spekülasyon yapmak istemiyorum. Toprakbank Yönetim Kurulu Başkanı olduğum için değil. Eski Hazine Müşteşarı olduğum için. SIRLARINI bildiğim için benim konuşmam doğru olmaz. Türkiye’de hiç kimse, hiçbir grup, en büyük grup dahil, isim vermeyeyim. Geçenlerde oldu böyle bir tartışma, ben fevkalade yanlış buluyorum. Diğer bankaları kötüleyip, kendisini güçlü olarak gösterme lüksüne sahip değil. Bu dedikodular hepsini batırır. En büyük grubun bankası ayakta kalamaz. Türkiye’de beş tane daha banka batsa peş peşe hepsi gider. Onun için buralarda böyle şövalyelik yapmam. Bu bir dayanışma dönemi”... 

İşte böyle efendiler. Manzara meydanda, Osmanlı Devleti padişahlık rejimiyle yönetiliyordu. Bürokrasi helal haram çizgisinde yolunu sapıtıncaya dek, demokrasinin lafını eden olmazdı. Vakta ki; bürokratlar ahlaken çözülmeye başladılar, devlet-i ebed müddet, kamu harcamaları için yabancı küffara el açma zorunda kaldı...

İngiltere, Fransa ve Galata bankerlerinden devlet hazinesine kaynak olarak aktarılan borçlanmalar da, sosyo-ekonomik determinasyonun yarattığı jön Türkler eliyle eşyanın tabiatına gereğini yerine getirtti...

Meşruti demokrasi geldi ve Hürriyet ilan edildi...

Meşrutiyet, 19 Mayıs, Erzurum ve Sivas kongreleri, 23 Nisan, 29 Ekim, şeflik dönemleri, Bayar Menderes hareketi, 27 Mayıs, 12 Eylül’ler, darbeler, seçimler, referandumlar ve AKP iktidarı...

Hemen hemen bir asırlık cumhuriyet ve demokrasi devrinde yaşıyoruz. Gel velakin hâlâ yokluğundan bahisle kavga dövüş ile adalet, şeffaflık ve demokrasi teraneleri. Bu üçünün de olmadığı farz edilse dahi, günümüzde var olan sadece bir tek o da, en ucuzunun iki bin lira olan aynalı telefon sahipliği...

Hem de, asgari ücret rejiminde!...

Bunda bir sapıklık yok mu?...

Yok; çünkü bu iki-üçbinliklerden, hele de çevreye gösterircesine açıkta elinde taşıdığın bir telefonun yoksa, kişiliğinin de yok sayılacağından...

Osmanlı döneminde memlekette demokrasi yoktuysa da adalet hükmünü icra ediyordu. Bürokrasinin gayrimeşru edindiği mal ve mülkler, ayan ve paşaların gözyaşına bakılmadan el konulur ve sorumluların da kafaları anında alınırdı. Ve erken dönem Osmanlısında demez idi ki sultanlar, “Yorulan varsa bırakıp gitsin”...

Devlet Başkanları Erdoğan, kamu hizmetindeki seçilmişlerle ilgili olarak, lüzumlu gördüğünde postlardaki değişimler gönüllü olsun arzuluyor. Bu maksatla da nezaketen, maden yorgunluğu kavramını kullanıyor... Oysa yorgunlar, yorulanlar hiçbir zaman cepheyi terk etmek istemezler...

Savaş sonrasının artıkları bırakılır mı?...

Bakınız, aynı sempozyumda Deniz Gökçe’nin bir başka tespitine. Hiç ihtimal veremem ki yanılmış olsun...

Türkiye’de dürüst insanlar beceriksizdir. Becerikli insanlar da, hırsız”...

Osmanlı devleti, ya da Devlet-i Aliye’nin, savaş harcamaları için tefecilerden aldığı borç paralarla bürokratların Boğaziçi’nde kendi hesaplarına yaptırdıkları yalı ve malikanelerin hesabını sormaması, soramamasının neticesidir, İstanbul ve İzmir’lerin işgalleri, Dumlupınar’lar, Sakarya’lar ve Büyük Taarruzlar...

Ve, yüzlerce binlerce kaybedilen yoksul yiğitler...

Şimdi;

Herkesin elinde bir veya iki, aynalı telefon. Kıçı çıksın böyle demokrasinin ve edinim hürriyetinin...

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23