Sosyal GDO...
Kendimi bildim bileli ahali geçim yetmezliği krizinde. Tek partili yıllarda partiler arasında rekabet söz konusu olmadığından, politik ağızlar, kalkınma ve gelişmeye yönelik popülist vaadlere kapalıydı...
Kırklı yıllardan bu yana çok partili düzen içinde yaşıyoruz. İktidar mesleğine talip adayların millete hizmet formülüne kuyruk amaçları, bölüşüm ve dağıtım anahtarlarını ele geçirme hırs ve ihtirasıyle, iktisadi kalkınma zokasını yutturmak idi...
Maddi ve manevi şartları zorlarcasına ölçüsüz büyüme ve kalkınma hareketleri, insanla birlikte tabiatın da karakter ve GDO’sunu bozduğundan, iklimlerin yanında, sosyal yapıyı da ekseninden kaydırıyor...
Var olanıyla, mevcutla yetinmeyen, gözünü toprak doyurası arzu ve ihtiraslarının zebunu insanoğlunun bu zaafından istifadeye kalkan siyaset, kendi çıkar ve menfaati için bütün imkanlarını kalkınma yoluna hasredince, çevreyle birlikte insanın ahlaki yapısı da çöküyor...
•
Modernizm deniliyor yaşadığımız hayat moduna. Demokratik modernizm. Hiç değilse biz öyle tanımlıyoruz...
Sadece kalkınmaya, büyüme ve sanayileşmeye hedeflenmiş, hedeflendirilmiş bu dünya görüşü, Protestan ahlak ilkelerine uyarlandığında, gerçek yapısı alt-üst edilmiş bir değerler dünyası yaratıyor...
İnsanları huzurlu ve güvenli istikrar içinde bir arada tutan değerlerin alt edilerek yerine ikame edilen bilgi çağının hukuk tanımaz yolsuzluk ağırlıklı süper modernizmi, Ahsen-i takvim olan insanı kendine yabancılaştırıyor...
Eskinin el yazılı bayram tebrikleşmesini yok eden Protestan ahlak ilkelerinin, beşeri ilişkiler düzenini de alt üst etmesi, akrabalık ve komşuluk ilişkilerini zayıflatarak ömrünü kısaltması, aile kurumunun yıkılışı, tüketime kurgulu iktisadi kalkınma politikalarıyla çarpık zenginleşmenin başımıza bela olarak sıvadığı en büyük problemimizdir...
Montajcılık yoluyla da olsa iyi kötü görüntüde sanayi toplumundan, dokunmatik akıllı telefonları ilk okullara kadar yaygınlaştıran bilgi çağına yükselişimiz midir topyekün Protestanlaşmamız? yoksa Protestanlaşmadan bilgi çağına geçişin imkansızlığı mıdır, sosyo ekonomik realite ?...
•
Gazali’nin bin yıl evvel Selçuk Sultanı Muciruddin’e gönderdiği bugünkü halimizi tasvir eden mektup, sanki yenilerde yazılmış gibi...
“Mümkün olan en kısa zamanda ve otoritenin ulaşabildiği her yerde yolsuzlukların, adam kayırmacılığın, adaletsizliklerin, zulmün, rüşvetin ve diğer kötülüklerin kökünü kazımak için elinden geleni yapmada kusur etmemelisin. Ülkemizin halkı, ülkemizin şerefi; ülkemizin halkı, ülkemizin gerçek zenginliğidir. İçinde bulundukları yolsuzluktan senin haberin yok. Vergi tahsildarları yolsuzluk yapıyorlar, fakir halkı kendi çıkarları için sömürüyorlar. Topladıkları verginin pek az kısmını devlete veriyorlar. Vergi oranları halkın karşılayamıyacağı kadar yüksek. Bu sözlerim üzerine düşün. Fakirlik ve açlık onlara büyük acılar veriyor. Takatları kesik. Uzun zamandır çektikleri sıkıntılar, bedenlerini kuru bir iskelete çevirmiş”...
“Oysa sen, lüks içinde bir hayat sürdürüyor, yönetimin altındaki insanlara, onların sorunlarına karşı ilgisiz davranıyorsun”