İstanbul Sözleşmesi’ne dair
İstanbul Sözleşmesiyle ilgili herkes kendi penceresinden baktığı için iptali veya devamı konusunda bir fikir birliği oluşmuş değil. Kabul edelim ki çoğumuz sözleşmeyi okumadan yorum yaptığımız için haklıyken haksız duruma düştüğümüz gibi haksızken haklıymış gibi davrandığımız oluyor. İsterseniz hep birlikte sözleşmenin üzerinden geçelim.
Sözleşmenin 1. maddesinde amacın kadına karşı ayrımcılığı durdurup kadın-erkek eşitliğini sağlamak, kadına karşı şiddet ve aile içi şiddeti durdurmak olduğu belirtiliyor. Kadın ve erkeğin farklı doğmasını eşitsizlik olarak değil de çeşitlilik ve birbirinin eksiğini tamamlamak olarak gördüğüm için kadın-erkek eşitliği için bir sözleşme yapılması bana materyalist bir yaklaşım olarak geliyor. Ancak fiziken zayıf olan kadını korumakla ilgili kanunlar elbette olmalı.
Madde 3’te toplumsal cinsiyet “herhangi bir toplumun, kadınlar ve erkekler için uygun
olduğunu düşündüğü sosyal anlamda oluşturulmuş roller, davranışlar, faaliyetler ve
özellikler olarak” tanımlanıyor. Bu tanıma göre, birey doğduktan sonra kadın ve erkek yapılıyor. Yani kadını ve erkeği toplumun kendisi üretiyor demek isteniyor ki bu tanımın kökeni feminizmdir. En sorunlu madde olan 4(3)’te mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmasının önüne geçilmesi isteniyor.
Sözleşmede cinsel yönelimden dolayı ayrımcılığının önüne geçilmesi istenmektedir. Bu durumda LGBT faaliyetleri meşru hale geliyor ve karşı çıkmak suç teşkil ediyor. Diğer yandan Türkiye gibi din kaynaklı mağduriyetin bilhassa geçmişte çok yaşandığı bir ülke için ‘din’ kelimesinin tüm anlaşmada sadece iki defa (bir lehte bir aleyhte) geçmesi dikkat çekiyor.
Madde 12’de kadınları aşağı gören törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması isteniyor. Ancak söz konusu törelerin iyi yanları görmezden geliniyor ve olumsuz bir yön için hepten yok edilmesi talep ediliyor. Ayrıca töre cinayetlerinde failler erkek olsa bile azmettiriciler arasında kadınların da olduğunu görmüyorlar. Aynı maddenin 5. fıkrasında ‘sözde’ namus gibi kavramların şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmaması isteniyor. Yani sözleşme için ‘namus’, sözde bir kavram.
Madde 14’te toplumsal cinsiyetin okul müfredatına konulması da isteniyor. Madde 32 zorla yapılan evliliklerin hükümsüz kılınmasını isterken, mağdurun daha da mağdur edilmemesini istiyor. Bu maddeye göre anne-babası istedi diye evlenen çocuk damada hapse girmesi yerine sahip çıkılması gerekiyor ama pratikte karşılığını göremedik.
Madde 36 rıza olmadan gerçekleşen cinsel ilişkinin cezalandırılmasını isterken, rıza ile olan ilişkiyi normal karşılıyor. Anlaşmanın hiçbir yerinde kadının bir cinsel obje olarak kullanıldığı fuhuş ve pornografi ile ilgili herhangi bir maddenin olmaması fuhşun kadına yakıştırıldığı şeklinde okunabilir. Madde 39’da kadına, önceden bilgilendirilmiş oluru alınırsa kürtaj yapılabilir deniyor.
Özetlemek gerekirse, sözleşme radikal feministlerce yazılmış hissi veriyor. Sözleşmede dayatmacı bir dil kullanılmakta olup, savaşı kazanan tarafın yenilen tarafa imzalattığı bir anlaşmayı hatırlatıyor. Sözleşme her ne kadar kadına şiddetin ve ayrımcılığın önüne geçmek için hazırlanmış olsa da içinde kapsam dışı birçok konu (cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet, kürtaj, namus, töreler vs.) var. Ayrıca kadına şiddeti engellemek için ağır cezalar istediği için bir nevi şiddet kullanılmasını talep ediyor. Sözleşme toplumsal cinsiyet, kabul ettirmeye çalışılıyor ki bu terim aslında cinsiyetsizliği ifade ediyor. Bu terim sözleşmede 20 defa geçiyor. Eğer sözleşme bir şey dayatıyorsa dayattığı şeyin toplumsal cinsiyet(sizlik) olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu terim cinsel yönelimden bile daha sorunludur.