• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Kenan Alpay
Kenan Alpay
TÜM YAZILARI

Haluk Savaş, Cavit Bircan ve Diğer Mağduriyetler

17 Mayıs 2019
A


Kenan Alpay İletişim: [email protected]

Mahkemelerin verdiği kararlar toplumda adalet duygusunu kuvvetlendiriyor mu yoksa geçmişten bugüne sahip olunan yargıya güvensizliği çoğu zaman teyid ediyor hatta karikatürize mi ediyor? Dürüstçe, cesurca ve sadece hakkaniyet adına işleyen bir adalet mekanizması bu ülke ve toplum için adeta ütopya mesabesinde bir hayalden ibaret. “Yüce Türk adaleti” çok zamandır ironik bir tebessümün konusu olan Yeşilçam filmlerinden öteye bir anlam ifade etmiyor ne yazık ki.

Evet, Türkiye sürekli ve sarsıcı badirelerle boğuşuyor, bir tehdidi bertaraf edemeden diğeriyle mücadeleye girişiyor. Siyaset ve bürokrasi eşine az rastlanır ağır bir stres altında. Lakin bu stres ne kadar ağır olursa olsun aşırılığa, yanlışa, haksızlığa anlayış beklenmesi için ufak da olsa bir meşruiyet zemini vermiyor. Hele hele bu aşırılık, yanlışlık ve haksızlıklar bir de mahkemeler eliyle icra edilmişse. Asıl mesele adaletin her durumda tecellisidir. İç ya da dış tehditlerin cesameti, şiddet veya terör sarmalının giriftliği adaletin kaygıya, korkuya, bekaya endekslenerek icra edilmesine, toplu ve aşırı-ölçüsüz cezalandırmalara cevaz vereceği anlamına gelmez, gelemez.

Travma Sonrası Stres Bozukluğu

Darbe dönemleri ve sonrasında Türkiye’de bürokrasinin, siyasetin ve özellikle yargının dengesi hep bozulmuştur. 15 Temmuz sonrasında da yargının şirazesi epeyce kaçtı. FETÖ ithamı o kadar ucuzladı ve yaygınlaştı ki mesele neredeyse işportacının zabıtaya karşı direnirken kullandığı güçlü bir silaha dönüştü. Sadece rakiplerini değil farklı düşündüğü, ayrı hareket ettiği kişileri de itibarsızlaştırmak, tasfiye etmek ya da bizzat mahkûm etmek için ispiyonaj-jurnal ağları hızla FETÖ ithamına sarılmakta tereddüt etmedi. Peki, ortaya çıkan siyasal ve toplumsal manzara doğru, iyi, güzel ve de hayırlı bir sonuç mu verdi? 15 Temmuz sonrası yaşanan sancıları işitmemiş, görmemiş gibi yaparak yol aldık belki ama sonrasında Türkiye bu sancıları daha ne kadar taşıyabilecek acaba?

Kanun Hükmünde Kararname ile açığa alınan, meslekten ihraç edilen insanların sayısına bakmakta fayda var. Üstelik KHK ile ihraç olan insanların önemli bir kısmı için hiçbir yargı kararı yok. Yargılananların önemli bir kısmı beraat etti. Fakat beraat edenler için mesleklerine dönüş neredeyse imkânsız gibi. Meselenin ekonomik boyutu, geçim derdi kadar aile içi ve çevresinde yaşanan derin sarsıntıları da var. 15 Temmuz darbesinin sıcaklığıyla hissedilmeyen sancılar artık toplumun daha farklı kesimlerinde de acılar oluşturuyor, stresi ve depresyonu tetikliyor.

Haluk Savaş adını duydunuz mu mesela? Haluk Savaş, KHK ile meslekten ihraç edilen bir psikiyatri profesörü. Bir müddet cezaevinde kaldı, tahliye edildi ve nihayet beraat etti. Tam 16 yıl üniversitede psikiyatri profesörü olarak çalıştı. Prof. Dr. Savaş yaklaşık üç yıldır kanser hastalığına karşı mücadele veriyor. Türkiye’deki tedavi süreçleri yetersiz kaldığı için yurt dışına çıkmak istiyor. Fakat o da ne? Pasaportunu almak üzere müracaat ettiği Adana Valiliği, KHK’lı olduğu için pasaportunu alamayacağını ve yurt dışına da çıkamayacağını beyan ediyor. Kimsenin beraat kararını filan dinlediği yok; “CİMER’e müracaat edin” gibi yollar tavsiye ediliyor. 

Tedavi hakkı gasp edilen bir insan, bir akademisyen duruyor orta yerde. Bölge İdare Mahkemesi’nden Danıştay ve Anayasa Mahkemesi’ne oradan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar uzun bir yol haritası var karşısında. Ancak bir yıldan daha az bir ömür biçilmiş kendisine. Fakat buna rağmen “Meriç’te boğulmayacağım, sınırları geçmeye çalışırken ölmeyeceğim, Türkiye’de öleceğim” diyor Haluk Savaş. Bakalım mahkemeler ve bürokrasi onu burada öldürmek üzere ne kadar kararlı duracak!?

Adnan Menderes’te Sürek Avı

Prof. Dr. Haluk Savaş hocanın maruz kaldığı muamele üniversitelerde çokça yaşanan bir hadiseye dönüştü. Son ve en çirkin örneklerden birisi olması hasebiyle Aydın Adnan Menderes Üniversitesi’nde yaşanan gelişmelere bakmakta fayda var. Öğrencisiyle, akademisyen ve idari kadrosuyla Adnan Menderes Üniversitesi’ni 15 Temmuz darbesine karşı direnmek üzere seferber eden önceki Rektör Prof. Dr. Cavit Bircan ve eşi Av. Hatice BircanFetö soruşturması” bahanesiyle açığa alındı. Yeni Rektör Prof. Osman Selçuk Aldemir, YÖK’ü de ekarte ederek, İçişleri Bakanlığı’nda olmayan soruşturmaları bahane ederek Prof. Dr. Bircan’ı ve eşini açığa alırken A. Menderes Üniversitesi’nde muhafazakâr-dindar kadrolara karşı engizisyon gibi işleyen bir süreç başlatıp köklü bir tasfiyeye girişti.

Osman Aldemir en son girdiği rektörlük seçimlerinde (2014) 13 evet sadece 13 oy alarak sonuncu olmuş, Menderes Üniversitesi’nde hiçbir karşılığı olmayan üstelik akademik kariyeri de son derece tartışmalı bir kişi. Daha önce görev yaptığı Kars Kafkas Üniversitesi’nden başlamak üzere aile hayatı ve çevre ilişkileri sıkça mahkeme koridorlarına taşınmış bir yapıya sahip. Fakat Aydın’da yerel basın ve birkaç üst düzey bürokratla, akşamcı bazı siyasilerle kurduğu özel ilişkiler sayesinde rektörlük koltuğuna oturur oturmaz üniversite bünyesinde çarpık bir yapılaşmaya girişmiş durumda. 

Üniversitelerde militan laik-Kemalist uygulamalara, yasakçı ve despot akademisyenlere, Lions-Rotary gibi jakoben örgütlenmelere, etnik ve mezhebi ayrımcılıklara destek olan 28 Şubat gibi süreçler geride kalmamış mıydı? Hem “Mustafa Kemal’in Askerleri”ne hem de “Fethullah’ın Haşhaşi Fedaileri”ne karşı mücadele vermiş Cavit Bircan gibi akademisyenleri despotik yönetimlere, hukuksuz muamelelere yem etmek nasıl bir basiretsizlik ve ferasetsizlik örneğidir acaba? 

Hükümet ve YÖK’ün hiç unutmaması gereken kaide şudur: Şizofren rektörler, tacizci dekanlar, intihalci akademisyenler dönemi tümden son bulmadan Türkiye’de ne bilim gelişir ne de hukuk yerli yerine oturur.

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23