• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Kenan Alpay
Kenan Alpay
TÜM YAZILARI

İran ve Amerika’nın Çatışma ve Uzlaşma Zeminleri

07 Ocak 2020
A


Kenan Alpay İletişim: [email protected]

Orta Doğu haritasını önümüze alıp, mekân ve aktörler üzerinden Amerika ve İran ilişkilerinin zamana göre nasıl şekillendiğini tahlil ettikçe gerçeklerle hâkim söylemler, baskın slogan ve ön kabuller arasında dağlar kadar fark olduğunu net olarak göreceğiz. 

İki pragmatik devlet olarak İran ve Amerika ilişkilerinin zaman zaman çatıştığını zaman zaman uyuştuğunu bu sebeple de birbirlerinin ayağına basmamayı becerdikleri sürece ortak fayda üretebildiklerini rahatlıkla ifade edebiliriz. Ancak zamanı dondurup, İran-Amerika ilişkilerini, devrim sürecinde Ayetullah Humeyni’nin uçakla Tahran Havalimanı’na indiği ana, Tahran’daki Amerikan Büyükelçiliği’nin kuşatıldığı aylara veya Temmuz 1988’de içindeki 290 masum insanla birlikte İran Havayolları’na ait sivil bir uçağın Amerikan füzeleriyle düşürülüp Basra Körfezi’ne gömüldüğü lanetli vakte sabitleyenlerin gelişmeleri görebilmesi, kabul edebilmesi mümkün değil. 

Sloganlar Aynı Fakat İlişkiler Değişken 

11 Eylül 2001’de El-Kaide’nin New York’taki İkiz Kulelere gerçekleştirdiği saldırının doğrudan sonucu olarak Afganistan ve Irak’ın işgal edilesiyle Orta Doğu’da yeni bir kaotik denge(sizlik) oluştu. Akabinde 17 Aralık 2010’da Muhammed Buazizi isimli bir gencin işsizlik ve baskıları protesto etmek maksadıyla kendisini ateşe vermesiyle birlikte başlayan ‘Yasemin Devrimi’ bir işaret fişeği gibi Tunus’tan Mısır, Libya, Suriye ve Yemen’e sıçradı. Ancak mesele en basit anlatımlarla alay konusu edilen, Amerika ve Avrupa başkentlerinde kurgulanıp sahnelenen “Arap Baharı” tuzağından ibaret değildi. Despotik ve işbirlikçi yönetimlerin baskısı altındaki halklar bir patlama yaşamış, sokaklara dökülen kitlelerin isyan duyguları hem kontrolden hem de kuşatıcı bir liderlikten yoksu olmanın bedelini ağır ödedi. 

Suudi Arabistan Tunus’tan Mısır ve Libya’ya, Suriye ve Yemen’e sıçrayan halk ayaklanmalarına ‘doğal’ müttefikleri Amerika ve Avrupa’yla sürece müdahale etmeyi sürdürdü. Buna mukabil İran 1979 sonrası ilişkileri giderek stratejik müttefiklik seviyesinde seyreden Rusya’nın yanına usul usul Amerika’yı da ekleyiverdi. Afganistan’ın işgal sürecinde İran ve ona bağlı hareket eden Hazaralar’ın üstlendiği rol hiç de hafife alınabilecek gibi değildi. Neticede İran, Taliban gibi ezeli ve ebedi düşmanı saydığı Selefi hareketi tasfiye etmek maksadıyla “Büyük Şeytan” Amerika öncülüğündeki Uluslararası Koalisyon’un işini kolaylaştırmakla büyük bir fayda elde ediyordu. Sıra Irak’a gelince İran’ın Amerika ve İngiltere öncülüğündeki işgal kuvvetleriyle beraber despot-katil Saddam Hüseyin’i devirip Baas artığı diyerek tüm Sünni toplumuna karşı sergilediği saldırgan tutumlar vahşet boyutlarını zorluyordu. 

Artık Irak açıkça Amerika ve İran’ın ortak düşmana karşı ortak operasyonlar yürüttüğü bir av sahasına dönüşmüştü. Sünni tandanslı bütün şehirler kuşatılıp El Kaide’yle savaş adı altında cehenneme çevriliyordu. Amerika ve İran, Bağdat’tan Felluce’ye, El Anbar’dan Musul’a Irak’ın en ücra köşelerini dahi işkence, cinayet, yıkım, tehcir, gasp, katliam politikalarıyla “güvenli” hale getirmek üzere rekabet ediyordu. Ne Amerika İran’ı, ne de İran Amerika’yı El Kaide operasyonu adı altında sergilediği katliam ve yıkımlar dolayısıyla suçluyordu. Lakin başkent Tahran başta olmak üzere İran’ın bütün şehirlerinde düzenlenen anma merasimleri ve protesto gösterilerinde istisnasız Amerikan bayrakları yakılıyor, “Büyük Şeytan Amerika’ya ölüm” sloganları atılıyordu hâlâ. Sahadaki işbirliği her nasılsa devrimci sloganlara ve siyasi müsamerelere sirayet edemiyordu.

‘Devrim İhracı’ndan Despotizm Muhafızlığına 

Son aylarda Irak’ın şehirlerini saran kesintisiz ve milyonları kuşatan protestolarının merkezinde Amerika kadar İran da vardı. Peki, neden Bağdat’tan Basra’ya Şii nüfusun daha yoğun olduğu şehirlerde bile İran’ın diplomatik temsilcileri halk tarafından yakılıp yıkılıyordu? Doğrudan İran’a ve iltisaklı çalışan örgüt ve aktörlere yönelik saldırıların son aylarda yoğunlaşarak artması İran’ı telaşa dahası korkuya sürükledi. Anlaşılan hedef olmaktan kurtulmanın yolu Amerika’yla girilecek kontrollü bir gerilim, ucu açık olmayan bir çatışma olarak tasarlandı. Kerkük yakınlarındaki Amerikan üssüne yapılan saldırıda bir evet sadece bir Amerikalı askerin ölümü hiç beklenmedik bir tepki çıkardı ortaya. Amerika Haşdi Şaabi kamplarını vurup 30’a yakın militanı öldürüp, 50’den fazlasını yaraladı. Cevabın Bağdat’taki Amerikan konsolosluğunu kuşatma şeklinde verilmesi Amerika’ya ve hassaten azil süreciyle Başkanlık koltuğuna pamuk ipliğiyle tutunan Trump’a ölçüsüz bir saldırıyla fırsatı ganimete çevirme imkânı verdi.

Evet, İran’ın bölgeye yönelik bütün askeri-istihbari ve toplumsal operasyonlarını organize eden Kudüs Orduları Komutanı Kasım Süleymani, Amerika tarafından beraberindeki kurmay kadrosuyla birlikte Bağdat’ta katledildi. Ancak Amerika tarafından öldürülmüş olmak Süleymani ve kurmay kadrosunu ne kahraman ve şehid kılar ne de işledikleri cinayet ve yıkımları temize çıkarır. Irak ve Suriye’de Amerika kaç yüz ton bomba attı, kaç yüz bin mermi sıktı Müslüman halkın üzerine? Aynı süreçte Irak ve Suriye’de Kasım Süleymani komutasındaki İran orduları ve Şii militanlar kaç yüz ton bomba attı, kaç yüz bin mermi sıktı Müslüman halkın üzerine?

Şunu iyice kafamıza kazıyalım: Felluce’de, Bağdat’ta, En Anbar’da, Diyala’da, Basra’da katledilen çocuklar, kadınlar, erkekler Kasım Süleymani’den veya Mehdi El Mühendis’ten daha az değerli, daha az sevgili değillerdi. İran ordularının Suriye’nin Hübel’i kılmak için seferber olduğu Beşşar Esed’in iktidarı uğruna kanını döktükleri, canı aldıkları, evini barkını yıktıkları Şamlı, Halepli, İdlibli çocukların, kadınların, erkeklerin hiç ama hiç birisi Kasım Süleymani’den daha değersiz ve önemsiz değillerdi. 

Kudüs Orduları adından tamamen bağımsız olarak İsrail’le değil doğrudan Irak ve Suriye halkıyla savaşıyordu. Bu nasıl bir savaştır ki, Amerika’ya ölüm sloganlarının bedelini kan denizinde boğulan Müslüman halklar ödüyordu? Kimse bizden anti-emperyalist mücadele ve Amerika düşmanlığı altında maskelenen İran’ın işgal, katliam ve sömürü politikalarını mazur ve makul görmemizi beklemesin.

 

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

İbrahim

Teşekkür ederim kıymetli yazar! Hakikatleri insanlara duyurmak sizin hem işiniz ve daha mühimi vazifeniz. Hakkını vererek yaptığınız sürece `Allah razı olsun ` deriz..

okuyucu

çok güzel yazmışsınız...
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23