• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Mustafa Çelik
Mustafa Çelik
TÜM YAZILARI

İman ötelenemez, din ertelenemez/1

02 Ekim 2019
A


Mustafa Çelik İletişim: [email protected]

Türkiye’de Müslümanlar olarak dindarlık derdimiz vardı, dava adamıydık sözde. Müslümanlar olarak olamadık ehli dünya kadar davasına bağlı özde. İktidar olduk dediğimiz günlerde bile masonlar, farmasonlar, ateistler, şaklabancılar, oldu hep gözde! 

Türkiye’de dindarlık adına hareket eden birtakım politikacıların yanlışlarını Allah’ın dinine fatura edip dinde olmayan şeyleri din adına ileri sürmek, bilerek veya bilmeyerek dinin sahibine ortak olmaya kalkışmaktır. 

Jakoben laikçilerin dayatmaları karşısında imanın yanında duramayanlar, imansızlardan idareci edinme derdine düşerler. Jakoben laikçilerin baskıları, çok ilahlı liberalistlerin propagandalarının etkisinde kalan günümüz Müslümanları İslâmi idare ile Lâ dini idareleri birbirine karıştırıyorlar, imansız idareciler edinme çarelerini arıyorlar ve din adına yanlış, asılsız söylemlerde bulunuyorlar. Bunlardan birisi de, gazetemizin yazarlardan Abdurrahman Dilipak’tır. Abdurrahman Dilipak bu sütunlarda mahalli seçimlerden önce başlayarak ezber bozma gerekçesiyle durmadan şunları iddia ediyor: 

“Bir işe, ille de İmam Hatipli birinin gelmesi şart değil. Ehliyet ve liyakat sahibi birinin gelmesi şart. Ehliyet ve liyakat imandan önce gelir. 

İşi ehline vereceğimizi söylememiz gerek bizim dışımızdakilere. Ehliyet ve liyakatın bizim nezdimizde imandan önce geldiğini söylemeliyiz. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı duracağımızı söylemeliyiz. Zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa.

Yunanla ya da Ermenilerle niye kardeş ya da dost olacağız! Ölçü belli, onlar arasında, kendi içimizde de olduğu gibi dostlarımız da var, düşmanlarımız da. Ne ulus merkezli, ne ırk merkezli, ne ideoloji merkezli, ne din merkezli düşüneceğiz. Hak ve adalet merkezli düşüneceğiz. İnsan merkezli bile değil. İnsan hayvana zulmediyorsa o hayvandan da aşağıdır.”

“Ehliyet ve Liyakat imandan önce gelir” cümlesi, Müslüman olmanın bedelini, yükünü terk etme denemesidir. Bu cümlenin manası kişinin ehliyet ve liyakati varsa siz imanına bakmayın imansız birisini de kendinize idareci edinebilirsiniz demektir. Ama İslâm’da durum bunun tam tersinedir. Müslümanların idarecileri Müslümanlardan olur. Müslümanlar idareci edinirken ehliyet ve liyakatine bakmadan önce imanına bakarlar. Rabbimiz buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.” (Nisa Sûresi/ 59) Dikkat edilirse, Allahû Teâla iman edenlere hitab ediyor. İman edip Allah ve Rasûlüne itaat edenler kendilerine itaat edecekleri idareciler edineceklerse mutlaka kendilerinden olan; yani kendileri gibi Allah’a iman eden, Allah ve Rasûlüne itaat edenlerden edineceklerdir. Allah’a iman etmeyeni, Allah ve Rasûlüne itaat etmeyeni Müslümanların üzerinde etkili ve yetkili kılmak Kur’an’ın emrine muhalefettir. “Ehliyet ve Liyakat imandan önce gelir” iddiasında bulunmak demek; ey Müslümanlar! Siz, sizden olmayanları kendinize Ulû’lemr (emir sahipleri/idareciler) edinin demektir. Bunun vebali çok ağırdır. İslâm idare sistemi, İslâm toplumu ile Demokratik-Laik idare tamamen birbirinden farklıdır. Şayet deseniz ki; “Demokratik-Laik düzende ehliyet ve liyakat imandan önce gelir.” O zaman sizin bu söyleminiz doğru olur. Çünkü Demokratik-Laik düzen; imana ve dine dayanmayan, asla ve kat’a iman ve din ile de mukayed kalmayan bir düzendir. Laik düzende bir kişi görevlendirilirken imanına ve dinine bakılmaz. Neyine bakılır? Diplomasına, kariyerine, ehliyetine ve liyakatine bakılır. Mesela bu dönemde Türkiye’de KPDS’de yüksek puan almalarına rağmen mülakatlarda Atatürk’ün köpeğinin ismini, atının ismini bilmeyenler elendiler, göreve alınmadılar. Yani Atatürk’ün atının ve itinin ismini bilmeyenler genel kültür yetersizliğinden ehliyet ve liyakat sahibi kabul edilmediler. Bu durum belki laik düzen için gerekli ve geçerlidir. Ama laik düzenin bu hassasiyetinden yola çıkarak “İslâm’da, İslâm toplumunda ehliyet ve liyakat imandan önce gelir” demek, laik düzen ile İslami düzeni birbirine karıştırmak demektir. Haklı olarak Müslümanlara “Siyasetnameleri okuyun” tavsiyesinde bulunanlar, biraz da kendileri “Siyaset-i Şeriyye ilmi”ni okusalar hem kendileri için, hem de kendilerinden daha çok istifade etmemiz için hayırlı olacaktır.

Müslümanların devlet idaresi dâhil bütün meseleleri beşikten mezara kadar imandan sonra gelir. Müslüman olarak hiçbir meselemiz imandan önce gelmez. İster ehliyet, ister liyakat ve isterse başka bir şey için olsun, bir saniyeliğine, bir saliseliğine dahi imanımızı, dinimizi askıya alma muhtariyetine sahip değiliz. 

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

hasan

'Allah, kafirlere, mü'minlerin aleyhinde galebeye asla bir yol ve imkan bahşetmez.' (Sure 4:141) buyurulmuştur. Binaenaleyh kafir birisi mü'minlere ve kafirlere hakimlik edemez, hakim tayin olunamaz. Buradan hareketle kişilere de makam verilirken öncelikle iman sahibi olmasına dikkat edilmelidir. Makam verilecek kişide bir takım nitelikler olmalıdır. Öncelikle bu kişi EMİN olmalıdır (emanete hıyanet etmemelidir. Kişilerin malı, ırzını, şeref ve haysiyeti vs gözetmelidir), DOĞRU SÖZLÜ olmalıdır (söylediği sözlere güvenilmeli, yasak ettiği hususlardan şüphe edilmemelidir), TAMAHKAR olmalıdır (idare ettiği işlerde rüşvet almamalı, aldanmamalı, kendisini küçük düşürmemelidir), KİNDAR OLMAMALIDIR (merhamet sahibi olmalıdır), ZEKA ve ANLAYIŞ SAHİBİ olmalıdır (şüphe ve tereddüte düşmemeli, işleri birbirine karıştırmamalı, devlet işlerini çıkmaza sokmamalıdır), HEVA EHLİ OLMAMALIDIR (çünkü nefse uyma, arzuların esiri olma insanı doğrudan eğriye götürür, hak olanla batılı karıştırır, akıllara bir hile, doğruyu düşünmekten vazgeçirir. Bunlar bulunduktan sonra ise, TERCİHEN kişinin Tecrübe ve İhtisaslı olup olmadığı aranmalıdır. O nedenle Dilipak beyfendinin yazdıkları kendi hevasının/arzusunun/nefsinin bir ürünü olup, şeriatla (Allah'ın emir ve yasaklarıyla -ki Allah'ın emir ve yasaklarına karşı olan/uygulanmasının mümkün olmadığını düşünen/hatalı olduğuna inan kişi dinden çıkar) ilgisi bulunmamaktadır. Hakka uygun bir görüş değildir..

Cahil

Domuz eti ve zina yasasını jakoben laikcilermi çıkardı yoksa m uslumanlarmi ve sonuca bakinca yüzde 99 u MUSLUMAN ülkede yüzde 1 musluman kalmış sadece onlar karşı çıktılar o zaman demokrasi özgürlük yarısında olanlar belliydi ve sonuç ıslamın faziletlerini anlamak için kuranı MUSLUMAN olmak lazım ve herşeyden önce hakki ve hakkın ne olduğunu bilmek hakka inanmak ve hak yememek lazım ama bunlar ağır yuklerdir hakki bilmek kul hakki yememek herkesin harcı değildir sadece MUSLUMAN olan bu yükü taşır
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23