• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Sedat Yılmaz
Sedat Yılmaz
TÜM YAZILARI

Türkiye’nin ihtiyacı yeniden yenilenme!

13 Ocak 2019
A


Sedat Yılmaz İletişim:

Türk Hava Yolları’nın (THY) markalaşma ve iş yapış modeliyle diğer firma, şirket ve kuruluşlara “örnek bir kurum” olduğunu tüm yönleriyle dünkü yazımda paylaşmaya çalıştım. Ancak genel hatlarıyla bakınca “kurumsallıktan uzak KOBİ ağırlıklı” Türk ekonomisinin yeniden yapılandırma zamanının geldiğini belirtmek istiyorum.

Elbise yenilemek anlamına gelen “kabuk değiştirme”den bahsetmiyorum. Necmettin Erbakan Hocamızın “Yeniden Büyük Türkiye” dediği bünyeye, akla, hakka, hukuka, adalete ve milli değerlere göre hücrelerine kadar yenilenmiş “güçlü ekonomiye sahip bir Türkiye”den bahsediyorum.

Türkiye uzun yıllardır kurum ve kuruluşlarıyla taklitçi ve etrafında fasit daireler çizen bir ülke hâline dönüştü. Dolayısıyla Türk ekonomisinin ciddi bir çıpayabir yeni bir modele ihtiyacı var. Dünyanın giderek kaotik bir ortama sürüklendiği böyle bir dönemde Türk milleti; eğitim de dâhil tüm işlerde ne yaptığını bilen, kuralları ve politikaları belirlenmiş güçlü müesseseleri bünyesinde barındıran yenilenmiş yeni bir Türkiye’nin hayalini yaşıyor.

Ekonomide enflasyon, faiz ve kur temelli ciddi sıkıntılarımız olduğu elbette mâlum. Ama bu üç temel sorun bile Türkiye’nin harekete geçirilecek potansiyel gücü karşısında hafif kalır.

Milletin ekonomi alanında istediklerini özetleyeyim…

Üretim ve tüketimde istikrar… İhracat ve ithalatta istikrar… Güçlü, kurallı, programlı ve politikaları belirlenmiş müesseselerde istikrar… Açıkçası ekonomik büyümede ve gelir adaletinde istikrar… İşte saydığım bu istikrar modelleri, potansiyelimizi harekete geçirir ve Türkiye de böylece dünyada ilk 10 ekonomi arasına girer!

***

Şimdi bazı okuyucularımız, “Kapalı konuşmayı bırak… Açıktan söyle de bilelim… Sadede gel…” diyecekler. Hak için kimseden korkumuz yok! Tabii ki bir gazeteci olarak bu zamana kadar yazdığımız gibi, bundan sonra da imkânlar dâhilinde milli değerlerimiz adına bildiklerimizi, gördüklerimizi, duyduklarımızı ve bâhusus analizlerimizi ve tespitlerimizi kaleme almayı sürdüreceğiz.

İşte ilk açacağım bahis…

Çıpadan bahsettim ya! Birinci çıpamız; ekonominin yapısını baştan aşağı kontrol edip, (şeytanî mi, rahmani mî) hangi yolda yürüdüğümüze bakmamız ve bu yolun halka ve hakka ne kadar faydası olup olmadığını analiz etmemiz lâzım!

Takip ettiğimiz ekonomik modelde doğru ve yanlışlarımızı görelim, diyorum…

Konuyu biraz daha açayım… 2008 küresel krizinden kurtulmak için zengin ülkelerin dünyayı paraya boğduğu yılları 2013’lere kadar şuursuzca tepe tepe kullandık. Firmaları, şirketleri, kişileri yani herkesi paraya boğduk… Bol para içinde cümle halkı borçlandırdık. Kenara 3 kuruş koyamadık!

Savunma sanayi dışında verimli sektörleri es geçtik… İnşaat gibi bazı sektörlere pozitif davrandık. Aldığımız borç paraları kendi paramız gibi harcadık da harcadık… Tüketim ağırlıklı büyümeyi körüklemek için dışarıdan gelen sermayenin büyük kısmını geriye dönmeyecek ölü yatırım ve alanlara yönelttik… Bu birinci yanlış!

Bol sermaye ve para sebebiyle 2013 yılına kadar borçlanmak, borçlandırmak, borç ödemek, şirket çalıştırmak, banka yönetmek kolaydı… Fakat şu anda zor! Çünkü para az! Borçlanma maliyetleri yüksek!..

***

Şimdi aynı hataya düşerek; bütçe açıkları, bütçe açıklarının enflasyonu ve dolayısıyla faizleri şişirmesini ve kurun yükselmesini göze alarak, kıt imkânlara rağmen borçluları borçtan kurtarmak için bankaları devreye alıp yine yeniden borçlanma yolunu takip ediyoruz!

Borç ve borçluluk zâten hoş bir durum değil. Tarihten ve yakın geçmişimizden de biliyoruz ki, “Borç alan, her zaman emir alır…”  

Net söyleyeyim… Artık “IMF programlarını bırakıp” ekonomide yeni bir Türkiye hikâyesi yazmak zorundayız! Yüzlerce kere tekrar ettim… Sıcak para dönemi bitti... Dünyada faizler giderek yükseliyor… Türkiye’nin âcilen sıcak para politikalarını terk etmesi gerekiyor. Sıcak para demek faiz demek… Faiz demek açlık, fakru zaruret, fakirlik, yoksulluk, düşkünlük demek… İnancımıza göre de Allah’a ve Peygamber’e savaş açmak demek. Bu savaştan kim gâlip çıkabilir?

Ekonomide ikinci yanlışımız; zengin yerüstü ve yeraltı kaynaklarımızdan giderek uzaklaşmak ve yerli kaynaklarımızı bürokratik engellere sığınarak doğrudan yatırımlara açmamak… Meselâ hâlâ tarıma işlerlik kazandıramadık… Bir zamanlar tarımda dünyada kendine yeten ülkelerden sayılan ülkemiz bugün etinden, sütünden, buğdayından, mısırına hatta kuru yemişine kadar ithalatçı oldu, çıktı.

***

Türkiye 2018 yılında su ürünleri ihracatından 950 milyon dolar kazanmış! İyi de, haftalardır söyleye söyleye dilimde tüy bitti! Ya hû, bırakın levreği, çipurayı, diğer su ürünlerini, sâdece alabalıktan bile şu anda Türkiye’nin 5 milyar avro kazanabilecek potansiyeli olduğunu daha yeni yazdım!..

Ya madenler! Allah vermiş ama ne çâre!.. İşletecek, işletmeye açacak ve sermaye yatıracak insan yok! Turizm de aynı… Geçenlerde yazmıştım… Sağlıkla birleştirilecek sâdece bir termal turizmi bile ekonomiyi uçurabilir!

Ülkemizi tam manasıyla doğrudan yatırımlara açmadığımız sürece borçlanmaya ve borçlu kalmaya devam ederiz… Orta gelir tuzağının altında debelenip dururuz!

Türkiye küresel güç olmak istiyorsa, milli değerlerinden tâviz vermeden hakkı, adaleti, hukuku üst seviyede tesis ederken ekonomisine de helâl çizgide seviye kazandırmak mecburiyetinde!

Güçlü ve kurallı kurumlar… Politikaları, iş yapış modelleri belirlenmiş alanlar… Verimliliği ve rekabet gücünü artıracak yapısal reformlar… Hak ve adalet ölçüsünde oluşturulacak serbest piyasa ekonomisi… Türkiye’yi emin bir şekilde geleceğe ve istikbâle taşır! Gerisi ise boş söz ve lafı güzâftan ibaret!

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23