• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Süleyman Önsay
Süleyman Önsay
TÜM YAZILARI

Muhasebe gecesi: Berat Kandili

19 Nisan 2019
A


Süleyman Önsay İletişim: [email protected]

Nasip olursa bu gece rahmet ve mağfiretin ziyadeleştiği farklı gecelerden biri  olan Berat kandiline ulaşmış olacağız. Bu geceyle ilgili Peygamberimiz (s.a.v.)  “Şaban ayının 15. gecesini ibadetle geçirin, gündüzünde de oruç tutun.” tavsiyesinde bulunmuş, daha sonra da gecenin önemini şöyle açıklamıştır: “Çünkü Yüce Allah, bu gece dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve ‘Yok mu tövbe eden, tövbesini kabul edeyim! Yok mu rızık isteyen, rızık vereyim! Yok mu şifa isteyen, şifa vereyim!.. Yok mu başka isteği olan ona da istediğini vereyim! diye tan yeri ağarıncaya kadar hitap eder.”(İbn-i Mâce) Evet, Efendimiz geceyle ilgili bu müjdeyi vermiştir. Yine  Allah Resûlü’nün bildirdiği üzere bu gece; bir topluluğun sahip olduğu koyunların üzerindeki sayılması mümkün olmayan kılların sayısından daha fazla günahkârın bağışlandığı bir zaman dilimidir. Bu geceden yararlanabilmek için, öncelikle bu geceye damgasını vuran  Berat kelimesinin  anlam ve kapsamını  ve bu değerli vakitlerde ne  yapmamız gerektiğini kavramamız icap etmektedir.

“Türkçe’de ‘berat’ şeklinde telaffuz edilen berâe, sözlükte, ‘bir işten veya sorumluluktan sıyrılmak, kötü bir durumdan uzaklaşmak, katışık halden çıkıp duru hâle gelmek’ gibi anlamlara gelir.” (Prof. Dr. Hayrettin Karaman ve Diğerleri, Kur’an yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, c.II, s.721) Berat gecesi de; bir kere daha yaşantımızın, davranışlarımızın, gidişatımızın muhasebesini yaparak günahlardan kurtulma ve arınma saatleridir.

Tabi ki öncelikle arınılması gereken de mağfiretle rahmetin adeta coştuğu bu gecede, bağışlanma dışında bırakılan günahların ilk sırasında zikrediliş olan şirktir. Bu nedenle yapılması gereken ilk tövbe ve arınma, küfürden dönme ve arınmadır. Zaten bu Mümin olmanın da Müslüman olmanın da olmazsa olmaz şartıdır. Çünkü küfürden tövbe etmeden imana ulaşmak kesinlikle söz konusu değildir. “Lâilâhe” demeden yani, “İlâhlığa yeltenenlerin, ilâhlaştırılanların hiçbirini tanımıyorum ve onların hepsini reddediyorum.” demeden sadece “Allah” demek, iman için asla yeterli değildir. “Lâilâhe  illallah Muhammedü’r-Resulullah” demek ve bunu tereddütsüz, kayıtsız-şartsız gönülden kabul ederek tüm ilâhlara ve onların mukaddeslerine bağlılıktan tövbe etmek, yalnız Allah’a ve O‘nun yoluna yönelmek, iman etmenin ve İslâm’a girmenin ilk adımıdır. Allah Dostları bu ilk adımın zorunluluğunu ne güzel vecizeleştirerek  “Lâ Süpürgesiyle yolları temizlemeden, illallah sarayına ulaşılamaz” demişlerdir.

Cumhuriyet döneminin ilk ve en büyük tefsiri olan ve Elmalılı Tefsiri diye şöhret bulan değerli eserdeki şu ifadeler de, konunun ne denli önemli olduğunu gözler önüne sermektedir:

“ ‘Femen yekfür bi’t-Tagut ve yümin bi’llah = her kim tağuta, azgınlara veya azgınlıklara küfredip (inkâr edip), Allah’a iman ederse, yani samimi bir kalb ile, ‘Lâilâhe illallah=Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur’ diyerek önce o tağutları kökünden siler, sonra da bütün varlığıyla Allah’a iman eder ve dolayısıyla Allah’ın gönderdiği Peygamberleri, Hakk’ın indirdiklerini tasdik ederse, ‘fekadi’mseke bi’l urvet’il vüskâ= o mutlaka en sağlam kulpa yapışmıştır’…

[Bu âyet] kesinlikle ifade ediyor ki, Allah’ın birliğine inanan bir mü’min olmak için, Allah’a imandan önce küfre tevbe etmek şarttır. Ve bu tevbenin şartı da tağutları asla tanımamaya kesin karar vermektir…[Bu âyet]  Lâ ilâhe illallah ‘Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur’ kelime-i tevhidinin bir tefsiri demektir.” ( Elmalılı M.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Dağıtım, c.2, s.173, Bakara,256) diyor Elmalılı merhum.

Görülüyor ki Allah’a iman, küfürden tövbe etmeye, küfürden tövbe etmek de tağutları reddetmeye bağlıdır. Tağut ise “Hakkı tanımayıp azan ve sapan her kişi ve güce verilen addır.” ( El Prof. Dr Ali Özek ve Diğerleri, Kur’ân-ı Kerîm Ve Açıklamalı Meâli, TDV., s. 87, Nisâ,60) 

“Bu gece ne yapmalıyız?” diye soranlara Peygamberimiz’in böyle bir gecede ki şu uygulaması bir örnektir. Efendimiz Yüce Allah’a şöyle yakarır:

“Ya Rabbi! Sana kendimden geçerek secde ediyorum. Yürekten inandım sana. Nimetini ikrar, günahımı itiraf ederim. Nefsime zulmettim; beni affet. Çünkü senden başka günahları bağışlayan yok.” (EtTergib ve’t  Terhib,c.2, s.242)

Efendimiz, Yüce Yaratıcının Rablığına karşı çıkıp, kendi istek, arzu ve öngörülerini insanlara dayatarak rablığa kalkışanların; insanların Allah’ın emir ve yasakları yerine kendi ilke ve yasalarına uymalarını isteyerek ilahlığa yeltenenlerin hakim olduğu bir yaşantı içinde olmadığı halde, “günahımı itiraf ederim. Nefsime zulmettim; beni affet” diyerek yalvarıyor.  Her şeyin Mevla’nın iradesine göre ayarlandığı bir ortamda Peygamberimiz kendini böyle yakarmak zorunda görürse; Allah’ın ilke ve hükümlerini çağdışı ilan ederek, O’nun Rablığı yerine, kimi kişilerin, zümrelerin veya kurumların Rablığını yani insanları yönlendirme ve hakimiyetleri altında yaşatmayı esas alan bir yaşamı paylaşanlar acaba nasıl yakarmalıdırlar ? 

Sırat-ı müstekîm üzere yaşanan bir ortamda, Resulullah (s.a.v) kendini  “günahımı itiraf ederim. Nefsime zulmettim; beni affet” demek durumunda görürse; Yüce Rabbimizin “İşte bu benim dosdoğru yolum ona uyun” (En’âm, 153) buyurduğu sırat-ı müstakîme yani Kur’an’ın çerçevelediği İslamca bir hayata sırt dönerek, çıkmaz sokaklarda buhran ve bunalımlara gömülen çağdaş müslümanlar, acaba ne demelidirler?

Kainatın Efendisi, hiçbir ilahî emrin açıkça ihmal edilmediği ve hiçbir yasağın da alenen işlenmediği bir hayatın içinde bile, “günahımı itiraf ederim. Nefsime zulmettim; beni affet” diye yakarırsa; ilâhî buyrukların fütursuzca çiğnendiği ve yasakların adeta baştacı edildiği bir dünyanın dindarları, acaba nasıl yalvarmalıdırlar ? 

Alemlerin rahmeti Hz. Muhammed (s.a.v.); herkesin din, akıl, nesil, can ve mal güvenliği içinde yaşadığı bir ortamda bile, “günahımı itiraf ederim. Nefsime zulmettim; beni affet” diye yalvarırsa; fikrî zorbalığın, içki ve uyuşturucunun, fuhuş ve kumarın, işkence ve katliamların, her türlü gasp ve hortumlamaların hüküm sürdüğü bir konumda yaşayanlar, acaba ne söylemelidirler? 

Peygamberimiz hiç yalan söylemediği, gıybet yapmadığı, sû-i zanda bulunmadığı, iftira atmadığı, hileli-hurdalı, rüşvetli-faizli bir lokmacığı bile ağzına almadığı halde, “günahımı itiraf ederim. Nefsime zulmettim; beni affet” diye gözyaşı dökerse; genelde isyansız davranışı ve haramsız lokması bulunmayanların feryad u figanları acaba nasıl olmalıdır?     

O geceyi tekrar hatırlayarak sözlerimizi noktalayalım.

Hz. Aişe validemiz naklediyor:

“Resulullah (s.a.v.) namaz kılmağa başladı. Kıyamı hafif tuttu. Secdesini ise gecenin yarısına kadar uzattı. Sonra ikinci rekata kalktı. Kıraatini hafif ettikten sonra secdeye vardı. Sabaha kadar secdede kaldı. Rasulullah’ın o kadar uzun secdede kalmasından ruhu kabz olundu sanmıştım. Endişe ile mübarek ayaklarına dokundum. Vefat etmediğini anladım. O secdesinde şöyle dua ediyordu:

“Ya Rabbi! Sana kendimden geçerek secde ediyorum. Yürekten inandım sana. Nimetini ikrar, günahımı itiraf ederim. Nefsime zulmettim; beni affet. Çünkü senden başka günahları bağışlayan yok.

Allah’ım! Cezandan affına sığındım. Gazabından rızana güvendim. Seni hakkı ile övmekten acizim. Seni ancak senin kendini sena ettiğin gibi sena ederim.” (EtTergib ve’t  Terhib,c.2, s.242)

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23