• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Vehbi Kara
Vehbi Kara
TÜM YAZILARI

Irkçılık Hastalığı ve İlleti

13 Şubat 2019
A


Vehbi Kara İletişim: [email protected]

20. Yüzyılın en büyük hastalıklarından bir tanesi ırkçılık yani kavmiyetçiliktir. Hala devam etmektedir. Bu illete karşı çok çalışmak gerekiyor.

Yahudilerin nefret görmesinin en önemli sebepleri arasında hırsları ve kendilerini üstün ırk olarak görme düşüncesi vardır. Emeviler başta olmak üzere Müslüman toplumlarda da bu hastalık belirli dönemlerde ortaya çıkmıştır ve halen de en önemli dertlerimizden bir tanesidir.

Araplar, Türkler ve İranlılar başta olmak üzere birçok topluluk bu hastalığa yakalanmış lakin İslam âlimlerinin ırkçılık ve kavmiyetçiliğin içyüzünü anlatmaları ile bu hastalık tedavi edilmiştir. Özellikle Bediüzzaman Said Nursi, eserlerinde birçok tespitler yapmış asrımızın vebası olan bu hastalığa karşı reçeteler yazmıştır.

 “Kendi nev’ini üstün görme” hastalığı zaman ötesi bir kavramdır. Kuran’da geçen ayetlere göre İblis; Allah’ın “Hazreti Adem’e secde etme emrini” isyanla karşılamıştır. “Ben ateşten yaratıldım” diyerek topraktan yaratılmış olan Adem’den üstün olduğunu iddia etmiştir. Allah’a karşı olan bu açık isyanı yüzünden ebedi olarak lanetlenmiştir.

Aynı hatayı insanlar da yapmakta kendi cinsinin üstün olduğunu iddia ederek diğer kavimlere karşı işkence ve öldürmeye varan zulümlerde bulunmaktadır. Şeytan, bu durumu görünce keyif alır mı bilmem. Lakin kendi yaptığı yanlışı aynen gördüğü için belki aklı başına gelmiştir. Sonuçta kendi ahmaklığını insanların bir kısmına kabul ettirebilmiştir.  Ama ne büyük isyan olduğunu gözlere göstermektedir.

Irkçılık meselesi bir sosyal illettir. Şüphesiz  “Frenk hastalığı” adı da verilen bu sosyal probleme çözüm yolları da vardır. Bu makalede hem hastalığı tarif edelim hem de  şifasını bulmaya çalışalım.

Frenk illeti diye de tabir edilen ırkçılığı ne ilginçtir ki Türkler değil; Macar, Sabetaycı, Yahudi, Ermeni ve Kürtler bu vatanda ateşlendirmiştir. Bu sayede Osmanlı parçalanmış ve kolayca yutulur hale geldiğinden bu küçük lokmalar afiyetle sömürgecilerin midesine inmiştir.

Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı coğrafyasında frengi, tifüs, veba, kolera gibi salgın hastalıklar nüfusu neredeyse yok etmiştir. O dönemde Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşında cephede şehit olanlardan çok daha fazlası, bu gibi salgın hastalıklar sebebiyle vefat etmişlerdir.

Tüm bu bilgiler ışığında milliyetçiliğin “frengi illeti” olarak vasıflandırılmasının çok yerinde bir benzetme olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü hem frengi, hem milliyetçilik menşei Avrupa olan –biri maddi-zührevi, diğeri fikri-toplumsal– iki dehşetli salgın hastalıktır. İslam toplumunun ayrışması için milliyetçilik fikri özellikle menfi bir şekilde uyandırılmıştır. Bediüzzaman’ın dediği gibi “Dessas Avrupa zalimleri, bunu İslamlar içinde menfi bir surette uyandırıyorlar; ta ki parçalayıp onları yutsunlar.”

Milliyetçiliğin ecnebi menşeli oluşu  dikkat çekicidir. Gerçekten de bir çok ülkede, özellikle de radikal milliyetçiler genellikle yabancı kökenden gelir. Bu fena illet hem İslam dünyasına, hem de Osmanlı’ya savaşlardan çok daha fazla maddi, manevi- zarar vermiştir. Müslüman neslinin azalmasına, çözülmesine, zayıflamasına sebep olmuşlardır. Özellikle de Müslümanların birbirine yabancılaşmaları, hatta birbirlerini düşman telakki etmeleri gibi akıl almaz bir felaket yaşanmıştır. Bediüzzaman’ın yaklaşımıyla sineklerin ısırmamasıyla uğraşılırken, dehşetli yılanlara arka çevirmek gibi büyük bir gaflet haline düşülmüştür. Dehşetli ejderhalar gibi Avrupa’nın doymak bilmez hırslarıyla pençelerini açtıkları görmezlikten gelinerek, İslam dünyasındaki dindaşlara kin ve düşmanlık beslenmiştir.

Bunun arka planında da dini emirlerde lakaytlık, hatta isyan vardır.  Milliyeti kutsallaştırmak (ma’bud ittihaz etmek) gibi bir şirk gizlenmiştir. Milliyetçilerin fikir babalarından Ernest Renan “ecdada tapma en meşru bir ibadettir; bizi olduğumuz hale getiren ecdattır.” sözüyle milliyetçiliğe kutsiyet kazandırmak istemiştir. Bediüzzaman’ın “Milliyetçiler, milliyeti mâbud ittihaz ediyorlar” tespitinde Renan ve emsalinin görüşleri özetlenmiştir.

İslamiyet milliyetini tehdit eden bu hastalık hala devam etmektedir. İttihad-ı İslam’ın ve İslam kardeşliğinin önündeki en büyük engellerden biri bu kavmiyetçiliktir.

Halbuki; İslam dünyasını birbirine bağlayan nurani bağlar çoktur. Rabbimiz bir, kitabımız bir Peygamberimiz (asm) bir, kıblemiz birdir. Bu kadar birlik vasıtası var iken ikilik çıkarmak akıllıca bir iş olmayıp İslam düşmanlarının içimize attıkları bir hastalıktan başka ne olabilir ki?

Bediüzzaman’ın “Bir adamın kıymeti himmeti nispetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir.” sözü gün geçtikçe İslam toplumunda daha bir inkişaf edecektir. İttihad-ı İslam anlayışı adeta gökkuşağının renkleri gibi bir araya gelerek İslam’ın güzelliğini ortaya koyacaktır.

İslamın ırka ve ırkçılığa bakışını şu ayet-i kerimede bütün berraklıkğıyla görmekteyiz: “Ey insanlar! Muhakkak ki biz, sizi bir erkekle bir dişiden yarattık... Ve sizi millet millet, kabile kabile yaptık ki, tanışıp kaynaşasınız... Allah katında en şerefliniz takvaca en ileri olanınızdır ” (Hucurat Sûresi, 13)

Evet İslam toplumu büyük bir ordudur. Çeşitli gruplara ayrılmışolsa da binlerce birlik ve beraberlik yönü vardır. Yaratıcıları bir, Rezzakları bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, vatanları birdir. İşte bu kadar bir birler, uhuvveti, sevgiyi, beraberliği gerektirirler. Demek ki farklı kabilelere ayrılmak âyette geçtiği gibi “tanımak, bilmek ve yardımlaşmak içindir. Birbirimizi inkar ve düşmanlık için değildir.

Ayetin sonunda inanların Allah katındaki değerlerinin ırklarına gore değil takvaları nisbetinde olduğu vurgulanır. Buna gore, Allah indinde en makbul olanlar, şu veya bu ırka mensup olanlar değil, hangi ırktan olursa olsun takvada en ileri gidenlerdir. Takva, Allah’dan korkmak, O’nun yasaklarından şiddetle kaçınmak mânâsına gelir. Lakin takva sahiplerinin sıfatlarıyla ilgili âyetlere baktığımızda; takvanın, İslâm’ı bütünüyle yaşamanın âdetâ simgesi, alâmeti olduğu görülecektir.

İşte Allah’ın sevdiği kullar bu sıfatları taşıyanlardır; hangi milletten, hangi tabakadan, hangi makamda ve hangi gelir seviyesinde olursa olsun...

Fatihayı hemen takip eden sûrede de “Kur’an-ı Kerîm’in muttakiler için bir hidayet olduğu”nun beyan edilmesi ve takvaya dikkat çekilmesi çok mânidardır!.. Bu sûrede muttakinin sıfatları: “Gayba iman etmek”, “namaz kılmak”, “Allah’ın ihsan ettiklerinden infak etmek”, “Kur’an’a ve daha önce inen kitaplara iman etmek”, “Âhirete şüphesiz inanmak” şeklinde sıralanır. Bu sûrede de, ırktan, kabileden, amirden, memurdan, köleden, efendiden söz edilmez...

Bu âyetler sadece iki misaldir. Bu nazarla baktığımızda Kur’an’ın ırk ayırımını reddettiği açık açık görülmektedir. İnsan, ırkından dolayı ne iyi olabilir, ne de kötüdür. İyinin ve kötünün tarifleri içinde böyle bir unsur yoktur. Bunu her akıl tasdik ettiği gibi, her vicdan da yakînen bilmektedir. Bir insanın iyiliğinden söz ederken; onun güzel ahlâkını, takvasını, salih amelini, dürüstlüğünü, çalışkanlığını anlatırız. Bunların tamamı onun iradesiyle ilgilidir. Kimse kendi ırkını kendi iradesiyle seçmediğine göre, biz ’falan adam iyidir, çünkü filân ırka mensuptur.’ Demek ise insanlar arasında fesat çıkarmaktır.

Ruh, bedenimizin bir misafiridir. İnsanı yükselten, ona Hak katında değer kazandıran bütün hususiyetler onun ruhuyla alâkadardır, bedeniyle değildir. İşte ırk mefhumu da, ancak beden için geçerlidir. Ruhun ırkı yoktur. Ve insan da kâmil mânâsıyla ruhtan ibarettir.

Allah Resulü (asm.) sadece Araplara değil, bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. O, tevhid dâvâsıyla ortaya çıktı. Karşısında, her nev’iyle şirk vardı. İnsanları putların köleliğinden, nefsin esaretinden, bâtıl inançların tahakkümünden kurtarıp Allah’a kul etmek, O’nun dergâhında boyun eğdirmek istiyordu.

O’na kendi ilk önce kavmi ve kendi akrabaları karşı çıktı. Hatta öz amcası büyük bir düşmanlık gösterdi. Asr-ı Saadette, sahabelerin, inanmayan yakınları ile harp etmeleri çok mânidardır!..

Hucurat Sûresinde müminlere şu ilâhî mesaj verilir :
“Ancak mü’minler birbirinin kardeşidirler. Öyle ise, kardeşlerinizin aralarını ıslah edin.”

Allah şu veya bu ırkın mensuplarını değil, ancak mü’minleri birbiriyle kardeş ediyor. Mü’min olmayan bir insan, mü’min babasına varis olamıyor. İman gidince, maddî, uzvî ve ırkî bağlılık bir işe yaramıyor.

“Kendi nefsi için istediğini mü’min kardeşi için de istemeyen (kâmil) mü’min olamaz” buyuran Allah Resulü (a.s.m.), bu âyetin amel ve his âlemimize nasıl aksedeceği hususunda bize yol gösteriyor.

Hud Sûresinden ulvî bir ders ise şudur: “Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da benim ailemdendir (benim ehlimdendir)” diye Nuh aleyhisselamın tufan hâdisesinden onun kurtulmasını istediğinde, İlâhî cevap şöyle gelir: “Ey Nuh o senin ailenden (ehlinden) değildir” ve Nuh (as.) oğlunu gemiye almaktan menedilir. Demek ki; insanın, inanmayan, isyan eden oğlu dahi onun ehli sayılmıyor. Öğle ise inanmayan ırkdaşı da onun dostu, kardeşi olabilir mi?

Bu hakikatı hiçbir tevile imkân vermiyecek kadar net biçimde ortaya koyan bir diğer bir Allah kelâmı: “Ey iman edenler, babalarınızı ve kardeşlerinizi, eğer küfrü imana tercih etmişlerse dost edinmeyin! Sizden kim onları dost edinirse işte onlar, zalimlerin ta kendisidir.” (Tevbe Sûresi, 23)

Allah Resulünün (a.s.m.) bu konuda pek çok Hadis-i Şerifleri mevcuttur. Bunlardan birkaçını takdim edelim:

 “Asabiyet dâvâsına kalkışan, onu yaymaya çalışan, bu dâvâ uğrunda mücadele eden kimse bizden değildir” (Ebu Davut, Edeb, 121)

“Kim hevasına uyarak bâtıl yolda cenk eder, kavmiyetçiliğe çağrıda bulunur veya kavmiyetçiliğin sevkiyle öfke ve tehevvüre kapılırsa cahiliye ölümü üzere ölür.” (İbni Mace, Fiten, 7)

Allah Resulünün ırkçılık hakkındaki beyanlarını Onun ‘Veda Hutbesi’ndeki şu sözleriyle ile noktalıyalım.

“Ey İnsanlar!.. Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O’ndan en çok korkanınızdır.” Vesselam…

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23