“Alma mazlumun ahını”!..
Devir Sultan IV. Mehmed devri. Sadrazamlık makamında, 5 Ağustos 1650’de göreve getirilen Melek Ahmed Paşa oturuyor.
Sadrazamlığa gelir gelmez kırık-dökük Osmanlı Donanmasını yenilemeye karar veriyor. Çünkü dünyada kadırgalar devri kapanmış, “kalyon” devri başlamıştır. Kadırgaya göre oldukça büyük olan yelkenli kalyonlar sayesinde deniz üstünlüğü Avrupalı devletlerin eline geçmek üzeredir.
Sadrazam, bu gelişmenin dışında kalmak istemediği için, Bahçekapı Tersanesi’ne, büyük bir kalyon inşa edilmesini emrediyor. Fakat hazinede yeterli para yoktur.
Bilirsiniz, böyle durumlarda, zaten zar-zor geçinen halkın üç kuruşuna göz dikilir. Yine öyle oluyor: Hazineden maaş alan dul, yetim, ulema, şeyh, derviş ve Nakib’ül eşrafın (Peygamber Efendimiz’in soyundan gelenler) 1651 senesi ödeneklerinin kesilip kalyon inşasında kullanılmasına karar veriliyor.
“Garip gurabanın üç kuruşuna göz dikmek hayır getirmez” diye itiraz edenler oluyorsa da, Sadrazam Paşa aldırmıyor…
Son ve en güçlü itiraz, bizim “tarihçi” taifesinin pek de hoşlanmadığı Mahpeyker Kösem Sultan’dan geliyor. Olayı duyar duymaz, Sadrazam’ı çağırıp:
“Bu yaptığınız ne inançlarımıza sığar, ne törelerimize. Derhal vazgeçiniz, “Devlet-i Âliyye’de bir kişinin aç kalması, donanmanın kalyonsuz kalmasından çok daha vahimdir!” diyor.
Sadrazam, sorumluluğu Padişah’a atıyor: “Hünkârımız dahi münasıp buldular.”
Bunun üzerine Kösem Sultan son ihtarını yapıyor: “Hasıl-ı kelam, bir defada otuz bin adamın gelirini kesip rızıklarından mahrum ederseniz, beddualar üzerinize yağmur gibi yağar!”
Sadrazam aslında “Melek” gibi bir insandır. Fakat o kalyonu o kadar istiyor ki, gözü başka bir şey görmüyor. Valide Sultan’ın sözlerine de kızmış, kendi dairesine döner dönmez bas bas bağırmaya başlamıştır: “Bunca zamandır kaleler filan mollanın, feşmekân dervişin dualarıyla mı fetholundu?”
Sonuçta fakir fukaranın geliri kesiliyor. Onların hakkı olan para gemi inşası için kullanılıyor. Tabii gelirleri kesilen garip guraba büyük bir geçim darlığına düşüyor. Bazılarının ahı arşa yükseliyor. Gerçekten de beddualar yağmur gibi yağıyor.
Zaman içinde kalyonun inşası tamamlanıyor. Artık sıra denize indirmeye gelmiştir.
26 Nisan 1651 günü görkemli bir tören yapılıyor. Kalyonun yelkenleri bağlanıyor, zincirler yükleniyor, son olarak da iki yüz civarında denizci gemiye bindiriliyor ve Şeyhülislam’ın duasından sonra denize bırakılıyor.
Fakat öyle bir terslik oluyor ki, izahı mümkün değil: Koca kalyon suya iner inmez devriliyor, içindeki iki yüz denizciden ellisi maalesef boğuluyor.
Böylece hem Sadrazam’ın medar-ı iftiharı gemi kullanılamaz hale geliyor, hem de elli levent kaybediliyor. Bu büyük bir felakettir!
Bu manzara karşısında Sadrazam Melek Ahmed Paşa hüngür hüngür ağlarken, geminin yapılabilmesi için fakir fukaradan, garip gurabadan kırpılan paraları hatırlayan İstanbullular, “Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste” diye diye diye dağılıyorlar.
Bu hadise sebebiyle Melek Ahmed Paşa’nın sadrazamlığı son buluyor. Paşa, 21 Ağustos 1651 tarihinde esnafın başını çektiği protestolar sonucu azlediliyor. Makamda sadece bir yıl on yedi gün kalabilmiştir.
Tarihçi Naima, kendi adını taşıyan tarihinde bu olayı anlattıktan sonra, diyor ki:
“Devlet adamları, fakir fukaranın hayır dualarını ve beddualarını hafife alırlar, dullara ve yetimlere gözyaşı döktürürlerse, ikbal merdivenlerinden düşüp ziyan olurlar!”
Sadrazam, bütün malvarlığını garip-gurabaya dağıtarak bu vebalden kurtulmaya çalışıyor. Yarın da inşallah onu anlatırım.
İmdi: Asgâri ücret, emekli, dul, yetim maaşları tespit edilmeye çalışılıyor ya, aman dikkat!