• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yavuz Bahadıroğlu
Yavuz Bahadıroğlu
TÜM YAZILARI

Avrupalı asilzâdeler Yıldırım Bayezid’in huzurunda

23 Eylül 2017
A


Yavuz Bahadıroğlu İletişim: [email protected]

Yıldırım Bayezid’in Doğu Roma’yı (İstanbul) ikinci kez kuşatması (1395), tekmil Avrupa’yı harekete geçirmiş, Papa’nın önderliğinde yeni bir haçlı ordusu kurulup Niğbolu Kalesi kuşatılmıştı.

Yıldırım Padişah, lâkabına yaraşır bir hızla yetişti. Böyle bir hızlı geliş beklemeyen haçlıları Niğbolu Kalesi önünde ağır bir bozguna uğrattı (25 Eylül 1396). 

Esir alınan Avrupalı asilzadeler (ki, aralarında Fransa Kralı VI. Şarl’ın dayısı Comt de Never, tüm Avrupa’ya nam salmış meşhur “Korkusuz Jan”, “Güzel Filip” olarak tanınan Filip de Bar ve Avrupa’nın neredeyse tüm namlı şövalyeleri vardır) Yıldırım Bayezid Han’ın huzuruna getirildiler. 

Bayezid Han, Never Kontu Korkusuz Jan’ı elleri bağlı görünce, kükredi:

“Çözün!”

Çözdüler. Yanına oturttu:

“Kusura bakmayın, kim olduğunuzu bilmediklerinden bu hatayı yaptılar.”

Sonra gülümseyerek sordu:

“Size iyi baktılar mı Kont?”

Kont gördüğü muameleden memnundu. Osmanlı topraklarında esir olarak kaldığı müddetçe, misafir muamelesi gördüğünü söyleyerek Padişah’a teşekkür etti.

Fakat bundan ötesini merak ediyordu: Halleri ne olacaktı?

“Sizi bağışladık” dedi Padişah, “artık vatanınıza dönebilirsiniz.”

Padişahın sözleri tercüme edilince, Korkusuz Jan ne diyeceğini şaşırdı. Padişahın ellerine sarıldı:

 “Hayatımı bağışlama büyüklüğünü gösterdiniz, teşekkür ederim. Size şerefim üzerine yemin ediyorum ki, bir daha asla Osmanlı’ya kılıç çekmeyeceğim.”

Yıldırım şu karşılığı verdi:

“Hayır Jan, yeminini şimdi sana iade ediyorum. Vatanına döndüğün zaman benimle yine savaşmak istersen, bütün Avrupa hükümdarlarını ittifaka davet edebilirsin. Ne kadar fazla müttefik ve ne kadar büyük bir ordu toplayabilirsen, bana şan kazanmak için o kadar fırsat vermiş olursun. Beni harp meydanında daima karşında bulacağına emin ol. Çünkü ben harp ve zaferler için doğmuş bir adamım. Benden ileride bulunmak arzusuna kapılanlar daima benden geride kalacaklardır.” 

İnsanın aklına takılıyor: Peki Batı’da durum nasıldı?

Osmanlı Devleti’nde bunlar yaşanırken, Almanya’da, kaç Musevî Alman’ın evlilik yapabileceği kanunla belirlenirdi. Bu kanun 1834 yılına kadar yürürlükte kaldıktan sonra, 1864’de yürürlükten kaldırıldı. Museviler Hıristiyanlarla eşitlendi. Ne var ki, tarih içinde uzun sayılamayacak bir süre içinde Hitler iktidara gelecek ve Musevileri, sırf dinleri farklı olduğu için, fırınlarda yakacaktı.

“Demokrasi’nin beşiği” saydığımız İngiltere’de, ancak 1828’den itibaren başlayan bir süreç içinde “inançlara özgürlük” sağlandı. Bununla birlikte, halen, Anglikan Kilisesi’ne (Katolikliğin kısmen yumuşatılmasından oluşturulmuş bir yorum) bağlı olmayan bir hanedan mensubu kral ve kraliçe olamaz.

Onsekizinci yüzyıl sonlarına kadar Fransa’da Protestanların evlenme hakkı yoktu. Fransız Protestanlar hiçbir şekilde karı-koca olamadıklarından, tabii ana-baba da olamazlardı.

Amerika’da ise, daha düne kadar zencilere reva görülen muameleyi hepimiz biliyoruz. Sadece ayak işlerinde çalışabiliyorlar, beyazların otobüsüne binemiyor, okuluna gidemiyor, çok varlıklı bile olsalar beyazların yoğun olduğu semtlerde ev tutamıyorlardı.

Beyaz önderler tarafından hepsi aynı isimle çağrılıyordu: “Pis zenci!..”

Keza Güney Afrika’da, yine düne kadar zencilerin hiçbir hakkı yoktu: Zenci lider Mandela (cumhurbaşkanı oldu) zenci haklarını savunma suçundan(!) en verimli yirmi senesini cezaevinde geçirmişti. 

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23