• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yavuz Bahadıroğlu
Yavuz Bahadıroğlu
TÜM YAZILARI

Başımız tavana değiyor!

31 Temmuz 2015
A


Yavuz Bahadıroğlu İletişim: [email protected]

insanlarla birlikte evlerin de tavanları alçaldıkça alçaldı. Neredeyse başımız, yeni yapılan evlerin tavanına değiyor. Oysa tavanı alçak evlerde yüksek ruhlu insan yetişmez!

Osmanlı evlerinin tavanları bu yüzden alabildiğine yüksektir.

Osmanlıların yüksek tavanlı, geniş sofalı, bahçeli meskenlerini gördükçe, arsa bolluğunda diledikleri gibi yayıldıklarını düşünür, mimarinin insan karakteri üzerindeki etkilerini hesaplamazdım...

Mimarinin insan karakteri üzerindeki etkilerini çok sonra öğrendim. Meğer atalarımızın geniş yürekli, sabırlı, azimli ve hayırsever oluşlarında, yaşadıkları mekânların etkisi varmış...

Meğer yüksek tavan can sıkıntısını azaltır, insanın kendini daha müreffeh ve mutlu hissetmesini sağlar, karşılıklı pencereler komşuluğa açılır (üst üste bindirilmiş balkonların kapıları ise kavgaya açılıyor), bahçede, çiçeklerin arasında yapılan sohbetler aile bağlarını güçlendirir, araba yokluğunda yapılan yürüyüşler kilo sorununu çözer, bahçeyle ilgilenmek stres alırmış...

Neden bu kadar sinirli, öfkeli, stresli, kilolu, sıkıntılı olduğumuzu şimdi daha iyi anlıyorum. Yaşadığımız mekânlar küçüldükçe küçüldü, tavanlar alçaldıkça alçaldı, pencereler ufaldıkça ufaldı, bir biri üzerine bindirilmiş “daire”lerden oluşan “rezidans”lar ise yükseldikçe yükseldi...

Evler “daire”ye dönüştü dönüşeli, bir kısır döngü içinde dönüp duruyoruz.

Yani, geleneksel mimarinin dışına çıkmakla aslında geleneksel karakterimizin de dışına çıkmış olduk: Toparlanamıyoruz.

Başka bir tuhaflık da şu: Dairelerimiz çok küçük olmasına rağmen, çoğumuz salonlarımızı kullanmıyoruz. Neymiş efendim: Her an misafir gelebilirmiş! Bu yüzden eşyalar eskitilmemeli, misafir için daima yeni ve daima hazır tutulmalı imiş...

Böylece evimizin en aydınlık, en geniş ve güzel bölümünü, gelip gelmeyeceği bile belirsiz konuklara tahsis etmiş bulunuyoruz. Ev halkına “girmek yasak!” Sadece bu mealde bir levha ile telörgüsü eksik…

Sonuçta daimi misafirler (hane halkı), arada bir gelme ihtimali olan geçici misafirlerden arta kalan kısma sığmaya çalışıyor!

Hiç düşündünüz mü: Ne zaman geleceği belli olmayan, bazılarını çok da iyi tanımadığımız insanlara evimizin en mükemmel mekânını hazırlıyoruz da, evin gerçek sahipleri ve emektarları olarak kendimizi neden daracık alanlara hapsediyoruz? 

Misafir gelmeden biz gidersek (ölürsek) ne olacak?.. 

Onca emek ve değer verdiğimiz evimizin en güzel bölümünü mezar olarak mı kullanacağız?..

Unutmayın: Hiç kimseyi evinin, köşkünün, villâsının ya da malikânesinin en güzel odasına gömmezler! Hiç kimseyi lüks otomobilinin içinde toprağa vermezler! Bunu yapsalar bile ölünün hiçbir işine yaramaz.

Zaten salonda otursak bile fark etmiyor: Eskiden insanların saltanat sürdüğü bu bölümde, artık eşyalar saltanat sürüyor!..

En güzel yerde koltuklar oturuyor! Üzerinde çok seyrek olarak yemek yenen kocaman yemek masası bir gösteriş tuzağı: “Amma kocaman yemek masaları var, kim bilir üstünde ne nadide yemekler yiyorlar” desinler...

İrili-ufaklı sehpalar, salonda yürümek isteyenlere geçit vermiyor. Hava olsun diye salonun şurasına burasına atılmış küçücük halı ve antika kilimler insanın ayaklarına dolaşıyor...

Bunlara bir de gösterişli vazolar, biblolar, yapma çiçekler, mumlar, müzik seti ve televizyon ekleyin… 

Bitmedi: İçi kullanılması yasak tabaklarla, çatallarla ve incik boncukla dolu kocaman vitrin duvar boyu uzanıyor...

Onca yer kaplamasına karşın, içindeki tabaklarla ıvır zıvırlar hemen hemen hiç kullanılmıyor. Gerekçe malum: “Biri kırılırsa, tüm takım bozulur”... Sanırsınız ki, misafirler bize değil, yemek takımını saymaya geliyor! Böyle bir şey olmayacağına göre, neden onca ıvır zıvırı yıllar boyu yıkayıp, kurutup, sarıp sarmalayıp vitrine istifliyoruz?..

Sonra bir deprem: Vitrin devriliyor, canımız gibi sevip koruduğumuz yemek takımları ve incik boncuklar tuzla buz oluyor!

“Ah!.. Keşke kullansaydım…”

Eh, kullanın o zaman! 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23